0 com

"london calling" 30 yaşında!

the clash'ın joe strummer, mick jones, paul simonon, topper headon dörtlüsüyle kaydettiği ve grubun diskografisinde önemli yer tutan "london calling" 14 aralık'ta 30 yaşına basıyor. bu yıl dönümlerini de en çok plak şirketleri sever. 25. yılında ilave şarkılar ve dvd ile yeniden basılan albüm önümüzdeki günlerde yeniden basılacak. önceki edisyondan farklı olacağı belirtilen albümde bir de belgesel bulunuyor. yönetmenliğini don letts'in yaptığı ve "the last testament: the making of london calling" adını taşıyan belgeselin yanı sıra müzik videoları ve grubun wessex stüdyolarındaki amatör çekim filmi de pakette yerini alacak.
2 com

gorillaz'dan yeni albüm

önümüzdeki ay ankaralıların sahnede dj ile vj'ini izleyeceği gorillaz yeni albüm çıkaracağını açıkladı. daha doğrusu açıklamayı yapan projeyi yürüten damon albarn. üçüncü stüdyo albümü olacak olan albüm "plastic beach" adını taşıyor. kısa zamanda içerisinde kayıtları tamamlanacak olan albüm, albarn'ın dediğine göre daha çok pop sounduna sahip. dinlemek için yeni yılı beklemek gerekiyor.
0 com

2. istanbul italyan film haftası

bu sene 2.si düzenlenen "istanbul italyan film haftası"; roma medfilm festival, pera müzesi, beyoğlu alkazar sineması ve istanbul italyan kültür merkezi işbirliği ile 4-10 aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleşecek. 4 aralık cuma günü 19:30'da beyoğlu alkazar sineması'nda yapılacak açılış töreninde valentina carnelutti'ye verilecek olan "1. vivident özel festival ödülü"nün ardından tören sonunda ivan de matteo'nun yönetmenliğini yaptığı "güzel insanlar" filmi, kendisinin de katılımıyla gösterilecek.

festival programı için buraya göz atabilirsiniz.
1 com

son 10 yılın en iyi şarkıları

nme, kendi bünyesinde faaliyet gösteren yazar ve müzik eleştirmenlerinden oluşan jürinin oylarıyla "son 10 yılın en iyi şarkıları"nı seçti. çok tepki toplaması muhtemel olan komik liste işte şöyle:

01. beyonce – crazy in love
02. mgmt – time to pretend
03. the strokes – hard to explain
04. mia – paper planes
05. outkast – hey ya!
06. the rapture – house of jealous lovers
07. klaxons – golden skans
08. blur – out of time
09. arcade fire – rebellion (lies)
10. arctic monkeys – a certain romance
11. the libertines – can’t stand me now
12. the streets – dry your eyes
13. the walkmen – the rat
14. the white stripes – seven nation army
15. yeah yeah yeahs - bang
16. rihanna – umbrella
17. yeah yeah yeahs – maps
18. outkast – ms. jackson
19. radiohead – reckoner
20. hot chip – over and overa
2 com

tüm zamanların en iyi 20 gitar riff'i

total guitar, 5 sene aradan sonra yeniden "tüm zamanların en iyi 20 gitar riff'i"ni seçti. daha önce yapılan ankette zirvede olan efsanevi guns n' roses parçası "sweet child o' mine", bu sefer yerini jimi hendrix'in 1970 tarihli şarkısı "voodoo child"a bıraktı. işte tüm zamanların en iyi 20 gitar riff'i bu listede:

01. the jimi hendrix experience - voodoo child (slight return)
02. guns n' roses - sweet child o' mine
03. led zeppelin - whole lotta love
04. deep purple - smoke on the water
05. derek and the dominos - layla
06. ac/dc - back in black
07. metallica - enter sandman
08. the beatles - day tripper
09. nirvana - smells like teen spirit
10. the rolling stones - (i can't get no) satisfaction
11. black sabbath - paranoid
12. muse - plug in baby
13. eddie van halen - ain't talkin' 'bout love
14. the kinks - you really got me
15. the white stripes - seven nation army
16. ac/dc - highway to hell
17. led zeppelin - heartbreaker
18. black sabbath - iron man
19. led zeppelin - black dog
20. michael jackson - beat it
1 com

placebo'dan yeni yılda yeni single

haziran ayında yeni albümü "battle for the sun"'ı çıkaran ve hemen ardından istanbul'a konsere gelen placebo, ocak 2010'da yeni single'ı piyasaya süreceğini açıkladı. "bright lights" adını taşıyan single, şarkının yeni aranjelerini içeriyor ve vokallerde brian molko'ya val etienne ve hazel fernandes eşlik ediyor. şarkıya çekilen video klip ise önümüzdeki günlerde gösterime girecek.
1 com

12. uluslararası istanbul sinema-tarih buluşması

kültür ve turizm bakanlığı'nın katkılarıyla türsak tarafından gerçekleştirilecek olan "12. uluslararası istanbul sinema-tarih buluşması", bu sene 11-17 aralık 2009 tarihleri arasında alkazar sineması ve fransız kültür merkezi'nde düzenlenecek. bu seneki teması "avrupa kültürleri istanbul buluşması" olan festivalde her film için tüm seansların biletleri öğrenci 4 tl, tam 5 tl olarak satışa sunulacak. fransız kültür merkezi'nde gösterilecek filmler ise ücretsiz olacak.

şu an için belirsiz olan festival programını ise ilerleyen zamanlarda sizlerle paylaşacağız.
2 com

"2000'lerin en iyi 100 albümü"

times, "en iyiler" listelerine bir yenisini daha ekledi ve "2000'lerin en iyi 100 albümü"nü seçti. radiohead listede "kid a" ve "in rainbows" albümleriyle 1. ve 3. sıraya yerleşirken, 2. sırada skandallar kraliçesi amy winehouse'un "back to black" albümü yer aldı. britney spears'ın "blackout" albümü ile 7. sırada "coles corner" albümüyle yer alan "richard hawley"i solladığını düşünürsek pek fazla dikkate alınacak bir liste değil aslında. yine de göz atmakta fayda var, buyrun;

01. kid a - radiohead
02. back to black - amy winehouse
03. in rainbows - radiohead
04. speakerboxxx/the love below - outkast
05. blackout - britney spears
06. is this it - the strokes
07. coles corner - richard hawley
08. elephant - the white stripes
09. raising sand - robert plant & alison krauss
10. the seldom seen kid - elbow
11. favourite worst nightmare - arctic monkeys
12. original pirate material - the streets
13. the college dropout - kanye west
14. made in the dark - hot chip
15. the letting go - bonnie prince billy
16. felt mountain - goldfrapp
17. viva la vida or death & all his friends - coldplay
18. kala - m.i.a
19. fleet foxes - fleet foxes
20. the good the bad & the queen - the good the bad & the queen

21. lcd soundsystem - lcd soundsystem
22. magic - bruce springsteen
23. alright, still - lily allen
24. untrue - burial
25. yankee hotel foxtrot
26. ys - joanna newsom
27. maths + english - dizzee rascal
28. the greatest - cat power
29. confessions on a dancefloor - madonna
30. the ecstatic - mos def
31. white blood cells - the white stripes
32. justified - justin timberlake
33. nixon - lambchop
34. stories from the city, stories from the sea - p. j. harvey
35. funeral - arcade fire
36. yoshimi battles the pink robots - the flaming lips
37. whatever people say i am, that’s what i’m not - arctic monkeys
38. love and theft - bob dylan
39. field music - field music
40. run come save me - roots manuva


41. thunder, lightning, strike - the go! team
42. smile - brian wilson
43. tender buttons - broadcast
44. the marshall mathers lp - eminem
45. panic prevention - jamie t
46. reality - david bowie
47. demon days - gorillaz
48. the information - beck
49. up the bracket - the libertines
50. out of season - beth gibbons & rustin’ man
51. dimanche à bamako - amadou & mariam
52. we shall overcome: the seeger sessions - bruce springsteen
53. elegia - paolo conte
54. 29 - ryan adams
55. the futureheads - the futureheads
56. employment - kaiser chiefs
57. abattoir blues/the lyre of orpheus - nick cave and the bad seeds
58. miss e ... so addictive - missy elliott
59. beautiful world - take that
60. franz ferdinand - franz ferdinand

61. who is jill scott? - jill scott
62. tangle up - girls aloud
63. 10,000hz - legend air
64. black holes & revelations - muse
65. scissor sisters - scissor sisters
66. for emma, forever ago - bon iver
67. the blueprint - jay-z
68. vespertine - björk
69. invaders must die - the prodigy
70. looking for a day in the night - the lilac time
71. rush of blood to the head - coldplay
72. fever ray - fever ray
73. a lick on the tip of an envelope yet to be sent - circulus
74. broken boy soldiers - the raconteurs
75. lay it down - al green
76. speech therapy - speech debelle
77. the xx - the xx
78. chaos & creation in the backyard - paul mccartney
79. the radio tisdas sessions - tinariwen
80. cross - justice

81. primary colours - the horrors
82. holy f*** - holy f***
83. friendly fires - friendly fires
84. flight of the conchords - flight of the conchords
85. just beyond the river - james yorkston & the athletes
86. geogaddi - boards of canada
87. candylion - gruff rhys
88. finisterre - saint etienne
89. 22 dreams - paul weller
90. walking on a dream - empire of the sun
91. fever to tell - yeah yeah yeahs
92. youth and young manhood - kings of leon
93. react or die - butcher boy
94. tarot sport - f*** buttons
95. american iii: solitary man - johnny cash
96. the transfiguration of vincent - m. ward
97. youth novels - lykke li
98. by the way - red hot chili peppers
99. surprise - paul simon
100. 12 songs - neil diamond
0 com

flaş flaş flaş

norveçli jazz solisti kristin asbjørnsen eğer bir aksilik olmazsa 8 nisan'da istanbul'da bir festival kapsamında konser verecek. konserin gerçekleşmesine ilişkin sözleşme aralık ayında imzalanacağından şu anda bir kesinlik yok. umarız herhangi bir sorun yaşanmaz ve kendisini ilk defa bu topraklarda izleriz.

kristin asbjørnsen ismi belki yabancı gelebilir. kendisi grubu dadafon ile beraber bir bent hamer filmi olan "factotum"'un soundtrackini hazırlamıştı. dadafon ile "coloured moods", "and i can't stand still", "visitor", "harbour" ve "lost love chords" albümlerini yayınlayan asbjørnsen daha öncesinde de krøyt, kvitretten gibi gruplarda vokal yapmıştı. şu sıralar tek başına müzikal yaşamını sürdüren asbjørnsen "wayfaring stranger" ve son olarak ocak ayında "the night shines like the day" albümlerini çıkardı. ayrıca kendisiyle yapacağımız röportajı çok yakında bu sayfalarda okuyabilirsiniz. altta ise son albümünden "snowflake"'in videosunu izleyip müziğiyle tanışabilirsiniz.




2 com

dilber'in sekiz günü (2008)

cemal san'ın "zeynep'in sekiz günü" ile başladığı ruh, akıl ve kalp üçlemesinin ikinci filmi. ve internet üzerinde okuduğum yorumlara göre üçlemenin en çok dikkat çeken filmi. adından anlaşılabileceği gibi filmde dilber'in sekiz gününe tanıklık ediyoruz ve henüz başında bu sekiz gün sonunda yaşanan durumu öğreniyoruz. bu nedenle spoiler verme korkusu yaşamadan bodozlama giriyorum yazıya.

nesrin cevadzade'nin canlandırdığı dilber, güneydoğu anadolu'da kırsal bölgede yaşayan bir ailenin kızıdır. aynı köyden ali'ye tutkundur. ancak ali ona bir pusula gönderir ve nehrin kenarında buluşmak ister. dilber, koşarak gittiği bu buluşmada ali'nin beşik kertmesiyle evleneceğini öğrenir. "pardon"'daki ferhan şensoy'un "kerttirtmeyin lan beşiğinizi" edasıyla ali'nin babasının kapısına dayanır ancak sonuç alamaz. orada kendisini isteyen ilk kişiyle davulsuz, zurnasız ve de düğünsüz evleneceği andını içer. bu söz kasabada yaşayan bir ayağı sakat olan ve bu nedenle evlenemeyen mehmet'in kulağına gider. mehmet de bonservisi elinde olan, kelepir genç yetenek kıvamındaki dilber'i nikahına almak ister. ve yetiştirme bedelini babasına ödeyerek dilber ile evlenir. ancak dilber'in aklı hala ali'dedir.

evet yazının münasip olmayan yerine biraz su kaçırdığımın farkındayım. filmi izlerken bir yandan da bu çağrışımları yaptı beynim. şimdi ciddiyet, öhöm öhöm. dilber, ali'nin babasının dayatmasıyla olan bu zorunlu evlilik kararına karşı çıkarken aynı zamanda kendi kaderini çizen töreye de lanet okuyor. ve bu tepkide bulunurken babasının baskısı altında kendi kişiliğini ortaya koyamayan ali'nin aksine erkekçe bir tavır ortaya koyuyor. daha sonra ise öykünün geçtiği bölgede pek rastlanılmayacak şekilde babasına karşı gelerek kendi isteğini dayatıyor ve talip çıkana kadar ahırda yaşama kararı alıyor. ancak töreye karşı olan bu tavrından sonra dilber, mehmet'in ödediği başlık parasına ses çıkarmıyor, mehmet ile olan ilişkisinde de daha önce tepki gösterdiği "biz büyüklerden böyle gördük" usulünde takılıyor. ilk baştaki karşı duruş, karakterin farklı bir yöne evrilmesiyle tüm etkisini yitiriyor. ve film bu yanından tamamen sıyrılarak aşk kavramına yöneliyor.

mehmet ile dilber'in oldukça az diyaloga dayanan sahnelerinde her iki karakteri canlandıran oyuncuların performansı filmde öne çıkıyor ve sonunu en başından öğrendiğimiz filmi sürüklüyor. filmin ağır bir tempoda olduğunu göze alarak izlemenizi öneririm.
0 com

ve yeni massive attack albümü çıkıyor

geçtiğimiz ay atomu parçalarına ayıran ("splitting the atom") massive attack'ın yeni albümüyle ilgili detaylar açıklandı. hell ego land'i çağrıştıracak şekilde "heligoland" adı konulan 5. stüdyo albümünğn çıkış tarihi olarak şubat'ın 8'i işaret edildi. 10 parçadan oluşan albümde çeşitli gruplardan konuk sanatçılar bulunuyor. kimler mi? damon albarn, hope sandoval, martina topley-bird, elbow'dan guy garvey ve tv on the radio'dan tunde adebimpe. "saturday come slow"'da konuk vokalist olarak bulunan albarn ayrıca "flat of the blade"'de bas gitar ve "splitting the atom"'da keyboard çalarak katkıda bulunmuş. "saturday come slow"'da tuzu olan bir başka isim ise portishead'den adrian utley. albümde yer alan parçalar şu şekilde:

01. "pray for rain" - feat. tunde adebimpe
02. "babel" – feat. martina topley-bird
03. "splitting the atom" – feat. robert del naja/grant marshall/horace andy
04. "girl i love you" – feat. horace andy
05. "psyche" – feat. martina topley-bird
06. "flat of the blade" – feat. guy garvey
07. "paradise circus" – feat. hope sandoval
08. "rush minute" – feat. robert del naja
09. "saturday come slow" – feat. damon albarn
10. "atlas air" – feat. robert del naja
0 com

82. oscar ödülleri kısa animasyon film adayları

birkaç gün önce sizlere 82. akademi ödülleri'nin "en iyi belgesel" adaylarını açıklamıştık. şimdi ise merakla beklenen adaylardan "kısa animasyon film" adayları açıklandı. 37 film arasından elenerek seçilen 10 kısa animasyon film işte şu şekilde:

01. the cat piano - eddie white & ari gibson
02. french roast - fabrice o joubert
03. granny o’grimm’s sleeping beauty - nicky phelan
04. the kinematograph - tomek baginski
05. la dama y la muerte - javier recio gracia
06. logorama - nicolas schmerkin
07. a matter of loaf and death - nick park
08. partly cloudy - peter sohn
09. runaway - cordell barker
10. variete - roelof van den bergh
1 com

efterklang'tan yeni albüm

haftasonu istanbul'a gelip indigo'da konser verecek olan efterklang yeni albümüyle ilgili detayları açıkladı. 22 şubat'ta piyasaya çıkacak olan albüm "magic chairs" adını taşıyor. yeni albümle beraber dinleyenlerin yeni bir efterklang sounduyla karşılacağını söyleyen grup şarkılar üzerinde ocak ayından beri çalışıyormuş. daha önce nick cave, depeche mode ve grizzly bear gibi isimlerle beraber çalışan gareth jones'un prodüktörlüğünde kayıtlar grubun kopenhag'taki stüdyolarında tamamlandı. "magic chairs"'in kapak tasarımı ise yine hvass&hannibal'e ait. danimarkalı sanatçılar grubun "parades" albümünün artwork'ünü ve sahne kıyafetlerini de tasarlamıştı. şarkı listesini aşağıda görebileceğiniz albümden ilk parçayı altta dinleyebilir veya ücretsiz olarak indirebilirsiniz.

01. modern drift
02. alike
03. i was playing drums
04. raincoats
05. harmonics
06. full moon
07. the soft beating
08. scandinavian love
09. mirror mirror
10. natural tune


9 com

the twilight saga: new moon (2009)

twilight serisinin 2. filmi olma özelliği taşıyan "the twilight saga: new moon"un başrollerinde kristen stewart, robert pattinson, taylor lautner, ashley greene, peter facinelli gibi ilk filmden tanıdığımız isimler yer alıyor. yine melissa rosenberg tarafından senaryolaştırılan stephanie meyer kitabından beyazperdeye uyarlanan filmin yönetmeni ise chris weitz.

edward ile yaşadığı aşkın doruklarında ve vampirlerle takılmayı hayat felsefesi haline getirmiş olan bella, herşeyin mükemmel gittiğini zannetmektedir. fakat bella'nın yaşlanmamak ve edward'ın ailesinden biri olmak için vampir olmayı arzu etmesi gibi birtakım kaçınılmaz sebepler birleşince edward, bella'dan ayrılmak zorunda kalır. aslında edward ve ailesinin forks'tan ayrılması zaten gereklidir çünkü aile üyeleri geçen senelere rağmen gençliklerini korumaktadırlar ve bu durum fani çevre tarafından ilgi çekmeyecek bir konu değildir.

edward ve ailesinin forks'tan ayrılması üzerine aylar süren bir bunalıma giren bella hayatına renk katacak yeni atraksiyonlar aramaya başlar. hurdacıdan bulduğu eski motorsiklet kalıntılarını eski dostu jacob'a getiren bella, haftalar süren çalışmayla nihayet motoruna kavuşur. bu esnada jacob'la geçirdiği anlar ona özel gelmeye ve edward'ın gidişinin acısını dindirmeye başlamıştır.

ciddi anlamda jacob'dan hoşlanmaya başlayan bella, her yakınlaşmalarında edward'ın aklına gelmesi üzerine gözünde anılarını canlandırınca onu hala unutamadığını anlar. vampir dostlarından alice'in kasabaya geri dönmesi üzerine onunla edward hakkında konuşma fırsatı yakalayan bella için edward'ın yanına gitmek kaçınılmaz olmuştur çünkü edward, bella'nın öldüğünü zannetmektedir. edward'ın kendini insanlara gösterdikten sonra güçlü ve soylu vampirler tarafından öldürülmemesi için bella'yı görmeye ihtiyacı vardır. fakat bella'dan intikam almak isteyen victoria ve kalbinin bir kısmını çalmış olan jacob arasında kalan bella gerçekten zor bir duruma düşmüştür ve istediği heyecanı işte şimdi yaşayacaktır.

serinin ilk filmi olan "twilight"ın devamı olarak daha sağlam bir film beklemiyordum desem yalan olur. ülkemizde vizyona girdiği şu birkaç günden itibaren izlenme rekorları kırıp çok olumlu eleştiriler alan "the twilight saga: new moon" bence ilk film kadar kaliteli değildi. daha fazla atraksiyon olduğu kesin ama eğer "2012'nin seansı geç" diye "hadi bari gelmişken twilight" izleyelim diyorsanız bence sinemaya gitmeye değmez. yine de ilk filmin hatrına izledim, fazla beğenmedim fakat "twilightkolik"ler için ideal.

0 com

moz ile olaylı konserler serisi

morrissey son albümünden sonra çıktığı turneye devam ediyor. hatırlarsanız kendisi londra'daki konserinde solunumla ilgili bir problemden dolayı rahatsızlık geçirmiş ve bayılmıştı. ardından iyileşip sahnelere geri döndüğünde liverpool konserinde henüz ilk şarkıdayken kafasına su şişesi yemiş ve konseri yarım bırakmıştı. konserin ileride bir tarihe ertelenmesi için organizasyon çalışmış ancak morrissey'i ikna edememişti. şu günlerde herhalde organizasyon bilet paralarını sahiplerine geri iade ediyordur.

son olay ise geçtiğimiz hafta hamburg'ta verdiği konserde yaşandı. sahnede "hamburger" geyiği yapan sanatçıya seyircilerden biri "fuck you" diye bağırmış. moz da altta kalmayıp bağıran kişiye "go! go! we don't need you" deyip eklemiş "and you can fuck yourself". arkadaş salondan çıkana kadar bekleyip the smiths parçası "ask"'e başlamış. biz bu tripleri bülent ersoy'dan bilirdik, meğer moz da az değilmiş!

0 com

yeşilçam'da fantastik filmler

bugün (23 kasım) saat 20:00'den itibaren beşiktaş belediyesi tarafından gerçekleştirilen "ustalara saygı" toplantılarına paralel olarak düzenlenen "arşivlik muhabbetler - yeşilçam'ı yaratanlara saygı" gecelerinde süper kahramanlar yer alacak.

yeşilçam yönetmenlerinin maddi olanaksızlıklar sebebiyle hayata geçirdikleri projelerden bazıları olan kilink, drakula, dünyayı kurtaran adam ve zorro, faruk şüyün’ün hazırladığı ve yöneteceği "yeşilçam’da fantastik filmler" başlıklı etkinlikte gösterilecek. etkinliğin konukları arasında arda uskan, temek gürsu, süleyman turan, yılmaz köksal, yahya karadaş ve yılmaz atadeniz yer alacak.
0 com

interpol'un yeni albümü 2010'da raflarda

okyanusun diğer kıyısından indie musikisine karanlık tonlar katarak bizi vuran interpol'un yeni albümü yeni yılda piyasada olacak. en son 2007'de "our love to admire" albümünü çıkaran grubun davulcusu sam fogarino müjdeli haberi vermiş. sound konusunda ise 2002 tarihli debut albümleri "turn on the lights" havasında olacağından bahsetmiş.

bildiğiniz gibi grubun vokalisti paul banks, sene içerisinde julian plenti adı altında "julian plenti is... skyscraper" albümünü yayınlamıştı.
5 com

pazar sabahı müziği

aslında pazar sabahı benim için hala özel bir kavram olmadı, olamadı. 28 yaşındayım ve hala pazartesi sabahlarının pazardan bir farkı yok. çalıştığım zamanlar pazar günleri de çalıştığım için, işkenceydi o dönemler. şu yazıyı yazmamın üzerinden 1 yıl 5 gün geçmiş mesela, gidilen yol arpa boyu. neyse, çok fazla gitmeyim üzerime. pek çoğunuz için pazar sabahları önemli, güne güzel başlamalı insan, hoş şarkılar dinlemeli. dün meret becker'in albümleri için araştırma geliştirme yaparken tesadüfen denk geldim "female tribute to tom waits" toplamasına. 2 bölümden, 4 cd'den oluşuyor bu toplama. adı üzerinde tom waits şarkılarını icra eden bayanlardan oluşuyor. marianne faithfull, diana krall, joan baez, norah jones, cibelle, jane birkin, meret becker, nastassja kinski ve cover yapmazsa ölecek hastalığına yakalanmış tori amos albümde yer alan isimlerden bazıları. pazar sabahını güzele çevirecek cinsten.

hazır tom waits demişken, kendisinin "orphans" albümü 8 aralık'ta plak seti olarak basılıyor. sınırlı sayıda olacak bu edisyonda "orphans" albümünün yanısıra babanın hiç duyulmamış yeni şarkıları da ayrıca yer alacak. bilginize...
1 com

ólafur arnalds durmak bilmiyor!

izlanda'nın bağrından çıkan son dönemin en yetenekli sanatçılarından ólafur arnalds bildiğiniz üzere nisan ayında 7 gün konseptini içeren çalışması "found songs"'u hazırlamış ve birkaç ay önce bunu piyasaya sürmüştü. 1987 doğumlu neo-klasik müzik icracısı, ingilizlerin ünlü kareografı wayne mcgregor'un dikkatini çekmiş. arnalds, mcgregor'un sahneye koyacağı yeni işi "dyad 1909"'un müziklerini hazırladı. londra'da 5 gece sergilenen ve hakkında övgüyle bahsedilen oyunun müzikleri albüm haline getirildi. 30 dakikalık albüm 7 aralık'ta ingiltere'de satışa çıkıyor. albümde yer alan "til enda" adlı parçayı buradan beleşe indirebilirsiniz.

ólafur arnalds, ayrıca bugünlerde stüdyoda yeni albüm çalıştırıyor. ikinci uzunçalarının kayıtlarını gerçekleştiren arnalds'a bang gang'ten bardi johannsson eşlik ediyor.
0 com

nick cave & warren ellis'ten yeni soundtrack

geçtiğimiz aylarda daha önceki soundtrack çalışmalarını "white lunar" adı altında toplayan ikili 2010'un başlarında gösterime girecek olan "the road" için bir soundtrack hazırladı. daha önce senaryosunu nick cave'in yazdığı "the proposition"'ın da yönetmenliğini yapan john hillcoat'un yönettiği filmin senaryosu, cormac mccarthy'nin aynı adlı romanının adaptasyonundan oluşuyor. bu roman 2007 yılında yazara pulitzer ödülü kazandırmıştı. cormac mccarthy'nin bir diğer romanı olan "no country for old men" hatırlayacağınız gibi coen biraderler tarafından filme çekilmişti.

film, gizemli bir felaket sonrası yıkılan amerika'ya bir uçtan diğer uca kateden bir baba ve genç oğlunun üzerine yoğunlaşıyor. "the road"'da viggo mortensen, charlize theron, robert duvall, guy pearce ve kodi smit-mcphee rol alıyor.

nick cave, film hakkında şöyle demiş; ""the road", birşeylerin kaybı, yokluğu ve eksikliği hakkında bir film. eş/annenin eksikliği filmin her karesinde ortaya konulmuş. filmin ince yapısı ise annenin yokluğunun acısını şefkatle ve hassaslıkla taşımakta". ve devam etmiş "müzik, filme doğrudan bir karşılık olarak yazıldı. yokluğun ve onların kalbindeki kaybın hissini yumuşak, unutulmayacak bir şekilde yansıtıyor"
1 com

rock'n dark 2010

efes dark tarafından amatör rock gruplarının seslerini duyurabilmesi amacıyla düzenlenen rock müzik yarışması "rock'n dark"a başvurular başladı. ilk olarak 9 ocak 2010 tarihinde ankara'da düzenlenecek olan rock'n dark daha sonra sırayla edirne, çanakkale, eskişehir, bursa, izmir, antalya ve istanbul'a uğrayacak ve mersin'de son bulacak. bu illerde gerçekleşecek yarışma sonucunda en iyi grup, en iyi erkek vokal, en iyi bayan vokal ve en iyi sahne performansı seçilecek. katılacaklara şimdiden başarılar diliyoruz.

daha ayrıntılı bilgi için www.rockndark.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
0 com

son 10 yılın en iyi albümleri

nme dergisi, son 10 yılın en iyi albümlerini seçti. indie web sitesi "pitchfork" aynı listede birinci sıraya radiohead'in "kid a" albümünü koyarken, "uncut" da the white stripes'ın "white blood cells"i son 10 yılın en iyi albümü olarak belirtti. eksikleri hiç söylemiyorum fakat aşağıdaki listeye göre düzenlersek "in rainbows" kesinlikle 1. sıraya yerleşmeliydi.


01. the strokes - is this it
02. the libertines - up the bracket
03. primal scream - xtrmntr
04. arctic monkeys - whatever people say i am, that's what i'm not
05. yeah yeah yeahs - fever to tell
06. pj harvey - stories from the city, stories from the sea
07. arcade fire - funeral
08. interpol - turn on the bright lights
09. the streets - original pirate material
10. radiohead - in rainbows
2 com

factotum (2005)

charles bukowski'nin aynı isimli romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini "23. uluslararası istanbul film festivali" kapsamında gösterilen "salmer fra kjøkkenet" filmi ile oldukça beğeni toplayan norveçli yönetmen bent hamer üstlenmiş. bent hamer'ın jim stark ile beraber senaryosunu yazdığı factotum'un başrollerinde ise bukowski'yi kendisinden başka kimsenin bu kadar gerçekçi canlandıramayacağını düşündüğüm dünyanın en güzel gözlü ve yakışıklı aktörlerinden matt dillon ile kendisine sebepsiz bir antipati beslediğim marisa tomei ve çirkin vücutlu fakat sempatik oyuncu lili taylor yer alıyor.

"chinaski'nin hayatından bir dönem.. fabrikalarda 2. sınıf işlerde çalışarak içki ve atyarışı parasını çıkarmaya çalıştığı, kadınlarından biri olan jan ile yaşadığı inişli çıkışlı aşk ve seks hikayesini konu ediniyor."

romana tamamiyle bağlı kalınmasa da, çoğu sahneler ve diyaloglar tam kafamda canlandırmaya çalıştığım gibiydi. özellikle bazı sahnelerde sesine hayran olduğum kristin asbjørnsen ablamızın giriş yapıp i wish to weep ve slow day gibi sanat harikası iki şarkıyı seslendirmesi, filmin içinde kaybolmamı sağladı adeta. doğrusunu söylemek gerekirse iki gündür çabalıyorum bu film yorumu için, ya söyleyecek çok şey var kelimeleri toparlayamıyorum, ya da gerçekten anlatamıyorum düşüncelerimi. önce kitap, sonra film. kesinlikle izlenmeli.

1 com

new york'ta tim burton sergisi

tim burton'ın daha önce hiç sergilenmeyen resim, çizim, taslak, kukla, maket ve fotoğrafları, new york'taki modern sanat müzesi'nde yönetmenin hayranları ile buluşacak. vincent, beetlejuice, batman, edward scissorhands, ed wood, big fish, corpse bride, the nightmare before christmas, sleepy hollow, mars attacks!, charlie and the chocolate factory ve sweeney todd: the demon barber of fleet street gibi birçok başarılı ve yaratıcı filme imzasını atmış değerli yönetmenin sergisini 22 kasım 2009 - 26 nisan 2010 tarihleri arasında gezmek mümkün.

0 com

florence + the machine deluxe set hazırladı

son zamanların en çok dikkat çeken gruplarından florence + the machine, debut albümü "lungs"'ı yanına 3 disk daha ilave edip satışa sunuyor. florence welch'in başını çektiği grubun 30 kasım'da çıkaracağı setin içeriği şöyle; coverlar, remixlerden oluşan bir disk, abbey road'da verilen konserden canlı parçaların bulunduğu bir disk ve 7 temmuz'da londra'da verdikleri konserin görüntülerinden oluşan dvd. yakın zamanda herkesin diline dolanacak grubu tanımak için güzel fırsat, tabi parası olana.
0 com

björk moomins için şarkı yazdı

daha önce lars von trier'in "dancer in the dark" ve eşi matthew barney'nin "drawing restraint 9" filmleri için soundtrack albüm hazırlayan björk bu sefer de hayranı olduğu "moomins" çizgi filmine sjón ile beraber kafa kafaya verip yeni bir şarkı yazdı. ve şarkıya "the comet song" adını verdi. finli yazar ve illustrasyonist tove jansson'un yarattığı ve 80'lerde meşhur olan "the moomins", finlandiyalı çocuk filmleri yapan firma filmkompaniet tarafından "moomins and the comet chase" adı altında filmleştiriliyor. filmin gelecek yaz gösterime girmesi bekleniyor.
0 com

blindfold: "hayat yolunda savrulan bir cevizkabuğu"

blindfold, bir önceki yazımda bahsettiğim gibi londra'da yaşayan izlandalı bir grup. kendi adlarını taşıyan ilk albümlerini 2005'te yayınladılar. yeni albümleri "faking dreams" ise mart ayında satışa çıktı. grubun vokalisti biggi'ye ampop dönemlerini pas geçip sadece yeni grubu üzerine sorularımızı yönelttik ve kendisi de tüm samimiyetiyle cevapladı.

öncelikle internet üzerinde hakkınızda çok fazla bilgi yer almıyor. myspace ve çeşitli bloglar üzerinden bilgi edinebildim. gizemli olmayı mı tercih ediyorsunuz? yoksa birer gizli kahraman falan mısınız?

hehehe müziğimizin biraz gizemli olmasına rağmen biz oldukça sıradan insanlarız.

bu satırları okuyacak olanların çoğu hakkınızda bilgi sahibi olmayabilir, belki de blindfold adını ilk kez duymuş olacaklar. sıkıcı bir soru olduğunu biliyorum ancak biraz grup hakkında okurlarımıza bilgi verebilir misiniz?

blindfold, londra'da yaşayan bir izlandalı grup. şu ana dek yayınlanmış 2 albümümüz bulunuyor. aslında blindfold benim solo projemdi ve bu projede çeşitli sanat ortaklıkları ve kısa filmler için müzikler yapıyordum.

yeni albümünüz "faking dreams" kısa bir süre önce yayınlandı. şu sıralar nelerle uğraşıyorsunuz?

şu günlerde konserlere kısa bir ara verdik. londra'ya taşındığımızdan beri fazlasıyla konser verdik. açıkçası aynı parçaları tekrar tekrar çalmak dayanılmaz hale geldi :) ancak dinlenmek için verdiğimiz bu kısa aradan sonra yine konserlere devam edeceğiz. bu konserlerin yabancı ülkelerde olacağını umuyorum.

peki ne kadar süredir londra'dasınız?

yaklaşık 2.5 yıldır londra'dayız.

müziğinize bakıldığında hem izlanda'nın hem de ingiltere'nin etkilerini içerisinde barındırıyor. şarkılarda izlanda'nın ambient müziği ile britanya'nın rock soundu birbirini çok güzel tamamlıyor. peki blindfold olarak yola çıkarken böyle bir sentez yapmak kafanızda var mıydı? yoksa londra'da yaşayan izlandalılar olarak müziğinizde doğal bir gelişim mi oldu?

teşekkürler! "faking dreams"'de hiç synthesizer kullanmadık. elektro gitar ve kullandığımız pedallarla sanki keyboarddan ve synth'ten çıkmışçasına bir sound yarattık. şunu gururla söyleyebilirim ki blindfold yeterli deneyime sahip bir grup ve sytnhs listemizin en üstünde yer almıyor. buna rağmen debut albümümüzde juno 60 analog synth'i bolca kullanmıştım.

"faking dreams"'te yer alan bazı parçalar insanı gülümsetebilirken bazıları ise kalbini acıtabilecek depresiflikte. özellikle parçalar geçtikçe melankoli daha da artıyor gibi. bizi neden böyle karmaşık duygulara sürüklüyorsunuz (:

albümdeki tüm şarkılar birbirinden farklı sayılır. farklı duygulara ve anlamlara sahipler. kimseyi incitmek veya kalbini kırmak gibi maksadımız yok ancak insanların müziğimizi farklı şekillerde algılıyor olmasından oldukça memnunum.

"faking dreams" için övgüyle bahsedilen konulardan birisi de liriklerinizin oldukça sağlam olduğu ve dinleyeni etkisi altına alıyor olması. albümdeki sözler sanki birisine yazılmış gibi? arkasındaki hikaye nedir?

çok teşekkürler! "faking dreams"'te yer alan sözler oldukça kişisel. sözleri yazarken hissettiklerimi olduğu gibi aktardığım zaman insanlara hayatım hakkında ipuçları verdiğimi düşünüyorum. evden uzakta olmanın, aileyi ve arkadaşları arkada bırakmanın verdiği karışık duygular var sözlerimin arka planında. diğer yandan da bazı şarkılarımız ortak şeylere dayalı; uykusuz geceler, kargaşalar, pişmanlıklar, umutlar ve rüyalar.

müziğiniz için post rock etiketini de yapıştırmışlar ancak albümünüz daha çok ambient-akustik janrında. outro olarak görebileceğimiz oldukça uzun parça dışında... siz ne diyorsunuz bu işe? etiketlere takılıyo musunuz?

etiketlere, türlere ve müziğin tanımlarına pek takılmıyorum. ancak demek istediğin tanımın dreamy, atmosferik rock olduğunu sanıyorum. biz sadece müzik yapmanın tadını çıkarıyoruz ve etiketlendirmeyi insanlara bırakıyoruz :)

net üzerinde dolanırken yeni albümünüz hakkında sigur ros ve radiohead benzetmeleri var. tamam, her ikisi de oldukça saygıyı hakeden gruplar ancak çoğu müzisyen veya grup bir başka gruba benzetilmekten pek haz almaz. diğer yandan ise bu gruplar müziğinizi daha önceden dinlememiş insanlara referans olup, sizin şarkılarınıza kulak vermelerini sağlayabiliyor. sizin bu konuya hangi yönden bakıyorsunuz?

radiohead ve sigur ros oldukça özel gruplar. ve onlarla aynı müzikal kategoriye konmak oldukça gurur verici. ben büyük bir radiohead fanıydım ve onlar bana hala çok ilham veriyorlar. ses ve melodilerle deneysel işler yapmayı seven ciddi müzisyenler ve bu bizim ortak özelliğimiz. tabii onlardan esinlenirken, tam olarak onların yaptığı işi yapmadan ve direkt etkileri altında kalmadan kendi özgün işimizi ortaya koymalıyız.

izlanda neredeyse avrupa'nın dışında bulunan ve izole olmuş gibi görünen bir ülke. peki ülkenizin bulunduğu bu izole konum sanatçıları müzik yapım sürecinde nasıl etkiliyor? artıları, eksileri neler?

aslında "faking dreams"'in çoğu ingiltere'de yazıldı ve kaydedildi. bu yüzden de coğrafi etkilerin olduğunu söyleyemem :)

bununla birlikte izlandalı köklerimiz müziğimizi ve soundumuzu doğal olarak etkiliyor. orijinimizin, müziği nasıl yazdığımız ve onu nasıl ifade ettiğimiz üzerindeki etkilerini yadsıyamayız. izlanda çok dinamik bir doğaya, havaya ve insanlara sahip, bu da bir şekilde yolunu bulup müziğe ışık tutuyor :)

sigur ros, "heima"'da izlandalılara konser vermenin garip olduğunu çünkü onların oldukça eleştirel olduğunu söylüyor. blindfold da fırsat buldukça izlanda'da konser veriyor. peki oradaki müzikseverlerin müziğinize karşı olan yaklaşımı nasıl?

aslında blindfold, sadece izlanda'da dışında çalma fırsatı yakaladı. ancak izlandalı dinleyicilerin oldukça zorlu olduğunun farkındayım. yine de sizin şarkılarınızı bilirlerse delirebilirler :)

hep merak ettiğimiz birşey var. izlanda nüfus olarak pek kalabalık değil ancak dünya müziğine şu ana kadar çok sayıda sanatçı ve grup sundu, sunmaya da devam ediyor. ve ortaya koyulan ürünler de gayet kaliteli. nedir bu işin sırrı?

izlanda'nın soğuk havasından kaynaklanıyor. müzik, halkın çoğunluğu için bir iç mekan hobisi ve bu nedenle çoğu insan müzik yapıyor, çünkü başka yapabilecekleri bir şey yok. bu yüzden de çoğu insanın müzik yapıyor olmasındaki temel sebebin izolasyon olduğunu kabul ediyorum.

sorularım bu kadar. umarım bu albümle beklediğiniz başarıyı yakalarsınız ve ileride bir gün türkiye'ye konser için uğrarsınız. eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? takk!

teşekkürler çokça (burayı türkçe yazmaya çalışmış) :) en yakın zamanda türkiye'ye gelip orada çalmak istiyoruz.

sorular: k.a. & öğünç inan
kasım 2009
0 com

blindfold - "faking dreams"

blindfold, izlandalı müzisyen biggi hilmarsson'un yeni icraati. kendisinin ismini daha önce çeşitli projelerinden duymuş olmanız mümkün. örneğin ambient ile pop müzik elementlerini harmanladığı ve adını da bu harmandan yola çıkarak ampop olarak koyduğu grubu duymuş olabilirsiniz. kendisi ayrıca worm is green, bela gibi gruplarda yer almış. yine izlandalı müzisyen olan stafraenn hakon'un iki albümüne katkıda bulunmuş. ayrıca nike, ikea, kia, toyota gibi önemli markaların reklamlarının müziğine imza atmış.

blindfold üzerine internet üzerindeki yorumlar genelde müziğin sigur rós ve radiohead'e benzediği yönünde. grubun vokalisti biggi'nin bazı parçalarda ses renginin bazı kısımlarda jónsi (sigur rós), thom yorke (radiohead)'i andırıyor olması nedeniyle bu yorum yapılmış sanırım. eğer albümü ele alırsak bu yoruma tam anlamıyla katıldığımı söyleyemem. birkaç senedir londra'da yaşayan grup elemanları ister istemez müziklerine ingiliz havası katacaktır. izlanda kökenli oluşları da haliyle müziklerine yansıyacaktır. bu durumda "faking dreams"'in ne radiohead'e ne de sigur rós'a benzediğini söylemek zor. o halde şöyle diyelim, albüm britanya rock'ı ile izlanda'nın ambient soundunun etkileşimini yansıtıyor. o halde etiketlerimizi indie, ambient olarak belirleyebiliriz.

işte tam bu havayı da tracklistte 2. sırada bulunan ve albümde en çok beğendiğim parçalardan olan "sad face"'te görüyoruz. her iki ülkenin müziğinden esintileri, bu parçada hissetmek ve bu esintilerin yakaladığı uyuma kendinizi kaptırmanız mümkün. yine ardından gelen, albüme adını veren parçada da bahsettiğim uyumu biggi vokal oyunlarıyla süslüyor. bir diğer favorim olan "fit you" ise melankolik havasıyla insanı yakalıyor. albümün havasını en iyi yansıtan parçalardan birisi de "don't think it's a sin" yine öne çıkanlardan. "faking dreams" genele göre uzun olan ve post rock kalıplarına sahip "reverse"'e gelene kadar iyice melankolik bir yapıya bürünüyor ve kapanıyor.

grup son günlerde yeni bir kayıtla gündemde. leonard cohen'in en bilindik parçalarından "famous blue raincoat"'u yorumladılar ve 10 aralık'ta satışa sürecekler. söz konusu yorumu myspace sayfalarında dinleyebildim. kendi stillerini şarkıya yansıtmayı denemişler ve bence başarılı olmuşlar. şarkının doğasında olan melankolik hava blindfold'un müziğiyle hoş bir uyum sağlamış.

ayrıca kendileriyle yaptığımız röportajı yarın sitemizde okuyabilirsiniz.

http://www.myspace.com/theblindfold
0 com

"sonbahar"a bir ödül de hollanda'dan

yönetmenliğini özcan alper'in yaptığı 2008 tarihli "sonbahar", hollanda'nın leeuwarden şehrinde bu sene 11-15 kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilen "31. noordelijk film festivali"nde "en iyi film ödülü"nü kazandı. avrupa'nın birçok ülkesinden yönetmenlerin ilk veya ikinci uzun metrajlı filmlerinin yarıştığı festivalde ödülü kucaklayan özcan alper, "altın matador"a ve 10 bin euro'luk birincilik ödülüne layık görüldü.

festivalin yarışma jürisinde ise izlanda film merkezi yöneticisi laufey gudjonsdottir, variety dergisi ve cineuropa.org'dan film yazarı boyd of hoeij, hollandalı görsel sanatçı kie ellens, yönetmen david verbeek ve polonya'dan torun film festivali yöneticisi kafka jawaroska yer aldı.
0 com

3ü 1 arada

3d furyası kaldığı yerden devam ediyor. sene içerisinde u2'nun 3d konserini izlemiştik, ardından bu ayın başında michael jackson'ın "this is it"'i gösterime girdi. "this is it"'in tüm dünyada toplam 200 milyon $ kar getirmesi yapımcıların gözlerinde yeşil dolarlar oluşmasını sağladı. yakın zaman içerisinde bu türde yapımlarla sık karşılaşacak gibiyiz.

bu tür yapımlardan bir diğeri olan "larger than life in 3d" gelecek ayın ortasında seyircilerle buluşacak. 3 süper grup; dave matthews band, ben harper and relentles7 ve gogol bordello'nun austin city limits festivalindeki konser görüntülerinden oluşan film 3d formatta gösterime girecek. gogol bordello daha önce ülkemizi ziyaret etti ve ben de kendilerini sahnede izleyip, süper eğlenmiştim. ben harper da geldi ancak uzun zaman oldu. dave matthews band zaten okyanusun bu tarafına pek sık geçmiyor, gelse de ülkemize ne zaman gelir bilinmez. üç ismi bir arada izlemek için güzel bir fırsat. ancak ülkemizde gösterime girer mi bilinmez. belki filmin sitesinden istekte bulunursak şansımız olur.
0 com

"mavi senfoni"ye rekor fiyat

dünyanın 64 müzesinde eserlerinin yer aldığı ressam burhan doğançay'ın başyapıtı "mavi senfoni", 2 milyon 200 bin türk lirası'na satıldı. antik a.ş. tarafından düzenlenen ve olgaç artam'ın yönettiği "çağdaş sanat eserleri" müzayedesinde rekor bir fiyatla alıcı bulan ve türk sanatının en önemli örneklerinden biri olarak gösterilen "mavi senfoni", 1987 yılında burhan doğançay tarafından tuval üzerine karışık teknikle yapıldı. eser şimdilerde türk sanat piyasasının en değerli eseri olmaya bile aday.
0 com

irina palm (2007)

yönetmen sam garbarski'nin philippe blasband ve martin herron ile senaryosunu yazdığı ve 57. uluslararası berlin film festivalinde ödül sahibi olan irina palm'ın başrollerinde marianne faithfull, miki manojlovic, kevin bishop, siobhan hewlett, dorka gryllus, jenny agutter, corey burke, meg wynn owen ve susan hitch gibi isimler yer alıyor.

50'li yaşlarında olan maggie, torununu ölümcül hastalığından kurtarmak için iş ararken çıkıyor karşımıza. "ne iş olsa yaparım" mantığından giden maggie, kendisini çok geçmeden kapısında "'hostes' aranıyor" yazan bir seks kulübünde buluyor ve tam anlamıyla olmasa da sadece ellerini çalıştırdığı bir fahişelik işine bulaşıyor. haftada 600 $ gibi karlı bir rakamla işe başlıyor ve nerdeyse şehirdeki erkeklerin yarısını patronunun çok beğendiği narin elleriyle tatmin ediyor.

hayatında sadece kocasıyla birlikte olan bir kadın için gerçekten zor bir işte bulaşıyor maggie. tüm bu olaylar yaşanırken oğlundan ve meraklı arkadaşlarından saklamaya çalıştığı işinin hakkını vererek yapıyor ve daha çok kazanmak için kendisine bir isim buluyor: "irina palm".

işini büyük başarıyla yapan irina palm'ın hayran sayısının artması, maggie'nin olağan hayatını hiçbir şekilde etkilemiyor, evde yine aynı maggie; düzenli ve tertipli. fakat maggie yaptığı işten kesinlikle utanç duymamasının eşliğinde parayı denkleştirmeye çalışırken fazla vakti kalmadığını anlıyor ve kulübün patronundan 6000 $ borç istiyor. 10 haftalık bir çalışma düzeni karşılığında parayı alan maggie, torununun ameliyatı için gerekli olan miktarı denkleştirdikten sonra huzura kavuşuyor. fakat parayı bu kadar çabuk bulmasına şaşıran oğlunun sorgulamalarına maruz kalarak..

bu kadar klasik bir hikayeden, bu kadar dokunaklı ve başarılı bir film nasıl çıktı, orası üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. fakat "irina palm" gerçekten son yılların en başarılı dramları arasında yer almayı hakeden bir film. marianne faithfull muhteşem oyunculuğu ile rolünün hakkını verirken, acıyı, mutluluğu, doğru bildiğimiz yanlışları, yanlış bildiğimiz doğruları görmemizi sağlıyor. izlenmeli.

1 com

hayır, hiç hoşuma gitmedi!

aylin aslım ismi ile tanışmam 10 seneden daha fazladır sanırım. o dönem takipçisi olduğum non serviam'da içinden kopup gelenleri yazıyordu. bu kırılgan, melankolik kadının yazılarından sonra albüm çıkaracağı haberi çıktığında pek sevinmiştim! sıkı okuyucusu olduğum dergiden çıkan bu kadını sanki bir tanıdıkmışçasına sahiplendiğimi, şarkılarını heyecanla beklediğimi hatırlıyorum. yanılmıyorsam 2000'in sonlarına doğru çıktı "gelgit" albümü ve kasedi hemen edindim. şimdiye göre fazlasıyla metalkafa olduğum o dönemde elektronik pop janrında sayılabilecek bu albümü tekrar tekrar, seve seve dinlediğimi biliyorum. albümü kaliteli ve sürekli dinlenir kılan sadece müziği değil, aylin aslım'ın dergiden alışkın olduğumuz stildeki lirikleriydi. aynı yıl üniversitemdeki bahar şenliklerine konsere geldiğinde o sahnede şarkılarını söylerken onu ilk defa dinleyenlerin çoğunlukta olduğu seyirciler arasında şarkılara eşlik eden azınlıktan birisiydim. şimdi herkes adını da biliyor, şarkılarını da...

daha sonra ortadan kayboldu bu güzel kadın. ben de metal kafasından çıkıp daha soft şeylere, jazza sardırmıştım. uzun aradan sonra "gülyabani" ile geri dönüş yaptığında ilk albümünden bambaşka yerdeydi aylin aslım. albümün çıktığı günlerde, öğünç'ün yanına antalya'ya yaptığım yolculukta radyoda çalan "ben kalender meşrebim"'i söyleyenin günler sonra aylin aslım olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. albümü dinlediğim zaman bende hiç bir iz bırakmamıştı. ilk albümdeki kaliteden çok çok uzaktaydı. artık o kadın şehrime defalarca konser vermeye geliyor, benimse hiç umrumda olmuyordu.

sabah vakti myspace'te takılırken anasayfada yeni klip yayınladığını farkettim. merak edip izlemeye koyuldum "hoşuna gitmedi mi?"'nin klibini. sözlerdeki basitlikten ziyade sound gözüme çarptı. punk tavırlara sahip rock'n roll. vokalinde bayan olmasıyla kafam the licks ekini bir yere savuran juliette lewis'e gitti. hadi olur dedim, ancak myspace profil fotosundaki juliette lewis triplerini görünce pes ettim. aylin aslım, benim gözümde ilk albümde çıtayı en yüksekte tutan ve kaliteyle beraber çıtayı da gitgide düşüren, sıradan bir isim oldu. şu ana dek sahip olduğu üç albümü de farklı soundlara nasıl koyduğunu ise anlayamıyorum. gerçi bu ülkede sevgili değiştirince pop yapmayı bırakıp rock'a geçiş yapanları da görmüştük...
0 com

dead meat (2004)

2004’te çekilmiş irlanda yapımı bir zombie filmi dead meat. yönetmenliğini conor mcmahon yapmış, oyuncularsa yerel tayfadan imdb’den göz attığım kadarıyla. kurgu olarak klasik zombie filmlerinin kurgusuna sahip; başlarda yolda gizemli bir yabancıya rastlanır, şahsın zombie olduğu anlaşılır. zombie saldırısıyla giriş yapılır. ardından söz konusu durumun virüsten kaynaklandığı haberleri yayılır televizyon ve radyolardan, kimsenin evden çıkmaması istenir, bir grup insan da zombielere karşı hayatta kalmaya çalışır, sonlara doğru bu gruptaki canlı sayısı birer birer azalır. ve son birkaç canlı kalınca devreye silahlı kuvvetler girer ve zombie istilasını püskürtmeye çalışır, geriye kalan canlılar ise karantina bölgesine yollanır son sahnede. tamamen düz bir zombie filmi kurgusu aynen böyle işliyor.

zombie dili ve edebiyatının genel geçer kurallarına göre biraz farklılık yok değil filmde. filmin başlarında er kişinin yaşayan ölüye dönüşüp hatunu kovaladığı sahnelerde bir zombieden beklenmeyecek kadar hızlı hareket etmesi, hatunun kendini korumak için yaptığı müdahalelere zekice karşılık vermesi ve kafasının kopartılmadan ölmesi. ayrıca bastonlu bir zombienin neredeyse koşarak avını takip etmesi, homurtular yerine darbe yediğinde çığlık atan zombie ve gece ayakta uyuyan zombie topluluğu.

ışık, renk kullanımları ve çok da başarılı olmayan oyunculukları ile filmden daha çok dizi izlermiş gibi bir hava hakim. makyajlar ve gore öğeler açısından geçer not alır. ancak genel olarak baktığımızda zombie sineması kapsamında sıradan bir yapıt "dead meat".

(1.5 sene önce böyle karalamışım, ufak değişikliklerle yeri gelmişken koyayım dedim bloga)
0 com

conor mcmahon'ın yeni filmi "disturbed"

conor mcmahon kimdir diye düşünebilirsiniz, doğaldır. kendisi bir önceki filmi "dead meat"'te başımıza gece ayakta uyuyan zombieleri musallat etmişti. 5 sene aradan sonra yeni filmi "disturbed" ile dehşet saçacakmış bu sefer.

torture horror türündeki filmin konusu ise şöyle; clyde ve jed sürekli beraber takılan, filmler üzerine geyik yapan çok yakın iki arkadaştır. ortak bir hobileri daha vardır; genç kızları kaçırıp onlara işkence edip öldürmek ve bu sahneleri kamerayla kaydetmek. son kurbanları olan sarah, arabasından bu ikili tarafından kaçırılıp, bir bekar evinde alıkonulduğunda başına geleceklerden habersizdir. ikili sarah'ı nasıl öldüreceklerinin planını ince ayrıntılarına kadar yaparken ona tek bir şans verirler; kaçmak. sarah'ın yardımına ise hiç beklenmeyen bir şey koşar. ışık halinde beliren, clyde ve jed için şeytani planı olan bir hayalet.

"dead meat" ile pek umut vermeyen irlandalı yönetmen mcmahon'ın yeni filmi "disturbed" için yapılan eleştiriler pek olumlu gözükmüyor. vasatı aşamayan bir mcmahon filmiyle daha karşı karşıyayız sanırım.
0 com

"büyük oyun" hindistan'da

dünya prömiyerini montreal film festivali'nde yaptığını daha önceden yazdığımız atıl inaç'ın "büyük oyun"u, 11 aralık 2009 tarihinde başlayacak olan hindistan kerala film festivali'nin açılış filmi olacak. 6000 izleyicinin katılımı ile gerçekleşecek olan festivalin iddialı filmleri arasında yer edinen "büyük oyun", ülkemiz sinemalarında 2 nisan 2010 tarihinde gösterime girecek.
0 com

jennifer's body (2009)

türk filmlerinin pazarlama taktiklerinden birisidir; setten birileri film çekimleri esnasında çektiği fotoğrafları basına yansıtır, basın da eline geçmiş bu hazır malzemeyi iştahla kullanır. hem basın "boyalı" kısmını doldurur hem de film gösterime girmeden birkaç ay önce promosyonunu yapmış olur. bu danışıklı dövüşten her iki taraf da kendi payını alır yani. eleştirdiğimiz bu durum "jennifer's body" için de geçerli. hatırlarsınız yaz aylarında filmde rol alan megan fox'un üstsüz fotoğrafları hürriyet'in seksi fotoğrafları için tıklayınız köşesinde bile yer almıştı. film tüm kozunu neredeyse megan fox'un üzerinden oynadı. kaçımız megan fox'un göğüsleri yerine filmin konusuyla ilgilendik, itiraf edin! filmin patlayacağı belliydi ve patladı! 23 ekim'de ülkemizde gösterime giren filmin gişe bilgilerine bakıldığında durum daha net ortaya çıkıyor. sinematurk'ün 6 kasım tarihli verilerine göre filmin seyirci sayısında ilk haftaya göre %43 düşüş yaşanmış, toplam 7.558 izleyici çekmiş. açıkçası bu filmin üstlerinde "iki dil bir bavul"'u görmek beni çok sevindirdi (toplam 16.078 seyirci).

filmin konusuna değineyim. bir amerikan kolejinde okuyan needy ile jennifer küçük yaşlardan beri yakın arkadaştırlar. okulun en güzel kızı jennifer doğal olarak her yerde tüm dikkatleri üzerine çekmektedir. kasabaya gelen low shoulder'ın konserine giden ikili konser mekanında yangın çıkmasıyla kendilerini zar zur dışarı atar. jennifer'ın iş attığı grubun vokalisti jennifer'ı minibüse davet eder. daveti kabul eden jennifer grup elemanlarıyla gizemli bir yolculuğa çıkar. grup elemanlarına bakire olduğunu söyleyen jennifer, satanist ayine kurban gider. ancak bakire olmadığından şeytan onun bedenine kaçmıştır. jennifer, okula döner ve erkekleri kendisine kurban olarak seçer.

hikayenin nasıl da sıkış olduğunu farkettiniz değil mi? halbuki senaryoyu kim yazmış; diablo cody. ilk senaryosu "juno" ile oscar heykelciğini kapan adam. insan şaşırmıyor değil, neymiş efendim korku filmleri kendisinin favorisiymiş. bu filmden sonra biraz uzak durmasında fayda var! insanı bilinmeyen korkutur düşüncesinden yola çıkarsak, benim diyen korku filmi içerisinde bir parça gizem barındırmalı. film, needy'nin hapishanede olduğunu göstererek kartlarını en baştan açıyor ve biraz mantık yürütme becerisi olan seyirci ilk 15 dakikada filmi çözebiliyor. geri kalan süre mi? boşa geçen vakit. tek beklemediğim nokta piyasa rock sounduna sahip tırt grubun satanist çıkmasıydı. lan bari bir black metal grubu koysaydınız, daha inandırıcı olsun. ama öyle de yapınca hedef göstermek gibi olcak, ne diyeyim bilemedim.

ben ilk başta jennifer'ın vampir olduğunu sandım, tuttuğunu uçuruyor oraya buraya, boyna yöneliyor filan. sonra zombievari tavırlara girdi, karın deşmeler, bağırsak yemeler filan. hatta needy'nin evine geldiğinde ağzından kaset bandı çıkarttığını sandım meğer kan kusuyormuş zavallım.

korku ve gerilim etiketlerine sahip film her iki türün de klişelerini, bildik örgüsünü içerisinde taşıyor. komedi etiketi de "böyle bir rezil çektik, hani korkmazsanız gülün bari" mantığıyla konulmuş olmalı. filmi tek kelimeyle ifade edecek olsam fiyasko derim. 1.5 saatlik zaman kaybına tahammülünüz varsa izleyin. ha bir de megan fox'un göğüslerini görücem diye bekleyenler varsa şimdiden avuçlarını yalamaya başlayabilirler.