otobüs yolculuklarıyla aram pek iyi değil. bir koltuğa oturup 7-8 saat boyunca süklüm püklüm gitmek, bana göre berber koltuğunda oturmaktan bile çok daha can sıkıcı. [nedense 3 saat süren ayvalık - izmir yolunda bile son yarım saat buhranlar geçirip, otobüste anırmak geliyor içimden. gülmeyin, çok ciddiyim] bir de yanınıza sizden daha iri bir insan evladının oturup koltukta sizin payınızdan çalması veya uyurken rahat durmayarak sizi tepmesi bu sıkıntıyı arttıracak cinsten önemli detaylar. sigarayla aram pek olmadığından molada - eğer açlıktan ölmüyorsam - otobüsten inmem, yolculuklarda da pek uyuyamam. şu sıralar alışkanlık haline getirdiğim izmir - ankara - izmir yolunda kararlar son dakikaya dayandığından uçak bileti pahalıya geliyor. otobüs seçeneğini de bu nedenlerden dolayı elediğimden geriye tren opsiyonu kaldı. örtülü kuşetliden bir yer edinip en azından bu yol eziyetini daha uzun süreli olsa da yata yata gitme fikri bir anda cezbetti beni ve tcdd'den gidiş dönüş bileti kapmış bulundum.
geçen perşembe günü yaşadığım hayal kırıklıklarını cebime koyarak evden çıktığımda saat 17'yi göstermekteydi ve 17:50'de alsancak garı'ndan kalkacak olan treni yakalamamak için herhangi bir engel yoktu. tabi ki yağmur sonrası trafik sendromunu göz önüne almazsak. ben diyeyim alsancak devlet hastanesi siz deyin sevinç pastanesi durağına geldiğimde saatlerin 17:42'yi göstermesi ve trafiğin tıkalı olması çanların aleyhime çalmasına neden oluyordu. bir sonraki durakta trafikte çakılı kalan otobüsten ani bir kararla inmem ve bir elimde bavulla gara doğru var olan gücümle depara kalkmam, arada gücümün kesilip soluklanma ihtiyacı hissetmem, tekrar depara kalkmam ve garın tam karşısına geldiğimde trenin kalkış düdüğünü duymam... bunlar 5 dakika içerisinde olup biten şeyler. daha kısa olansa bir anda arabaların önüne atlayıp gara girmem, trenin harekete başlamış olduğunu görmem, "en arka kapıdan atlamaya çalış" tavsiyesine uyarak kapıyla aynı hizada bir süre koşmam, kapıdan sahibini asla bilemeyeceğim bir ele tutunmam ve onun beni çekmesine izin vermeme rağmen trene doğru hamle yapmaya cesaret edememem... anladım ki benden
hobo olmazmış arkadaş. hele bir aksiyon filmi oyuncusu, asla!
artık yolcuğuluma bir sonraki trenle devam etmek, otobüsle 8 saat için katlanamadığım yola yine benzer koşullarda bu sefer 15 saat dayanmak zorundaydım. ceza çekermiş gibi. ilk pulmanın ilk koltuğuna kurulduğumda kaçacak bir halim olmadığından zevk almaya bakacaktım. hemen mp3 oynatıcıma el attım. günlerdir aranıp durduğum ve sonunda edindiğim balmorhea'nın yeni ep'si "candor / clamor"u gün içerisinde dinlememiş, yol için ayırmıştım. isabet olmuş, günümü kurtardı. sene başında kışın soğuğunu insana hissettirir cinsten albümü "constellations"u yayınlayan grup sonbahar / kış dönemini de boş geçmedi. mevsim muhabbetini araya sokmamın nedeni boş değil elbet. "constellations" ne kadar kışı çağrıştırıyorsa, önceki albüm "all is wild, all is silent" da bir o kadar sonbaharın tadını barındırıyor içerisinde. bu, iki parça ve onların remixlerinden oluşan ep de her iki albümden izler taşıyor, yani tam mevsim geçişine ait bir kayıt olmuş. operavari vokalleriyle soğuk ve karanlık bir havaya hakim olan "candor"un aksine adına yaraşır şekilde patırtılı olan "clamor" perküsyonlar ve yaylılarla şekilleniyor. ki söz konusu tezatı ep kapağında da yakalayabiliriz. şarkılara prefuse 73 ve benoit pioulard tarafından yapılan remixler de en az orijinalleri kadar dikkat çekici ve dinlenesi.