dead set
başlamasını sabırsızlıkla beklediğim "the walking dead", ilk sezonunun yarısını çoktan geride bıraktı bile. her hafta pazartesiyi "dexter" ile beraber iple çektirten dizinin özellikle ekşisözlük'te izleyen yazarları iki gruba bölmesini ilginç buluyorum. ilginç olan, neredeyse beyazperdeye çıktı çıkalı kemik bir olay örgüsünden yararlanan zombie filmlerinin (bunlara son dönemin infected türü filmlerini de ekleyebiliriz) haliyle içerdiği klişeler üzerinden eleştiriliyor oluşu. evet, "the walking dead" için klişe barındırmıyor gibi bir savunma yapmak saçma olur. sadece bir zombie yapımından beklentilerin ne olduğu üzerinde durmak gerek. benim için zombie filmleri eğlencedir, klişelere pek takılmam, yürüyen ölülerin gazabından kurtulmaya çalışanların mücadelesinden, kurtulamayanların ise vücutlarının deşilmesinden zevk alırım. sağolsun "the walking dead" her hafta bu konuda imdadıma yetişiyor.
ingilizlerin 2008 tarihli mini dizisi "dead set", yine "the walking dead" başlığı altında rastladığım bir yapım. bizde "biri bizi gözetliyor" olarak yayınlanan programın orijinali olan "big brother" evini odağına alan dizi, ağır bir tempoyla açılsa da zombie salgınının patlak vermesiyle kendisinden beklenen hareketliliğe erişiyor. konusunu özet geçecek olursak; programın eleme gecesinde şehri zombieler basar ve big brother evinin içinde izole bir hayat yaşayan yarışmacılar haricinde stüdyo çalışanı kelly, uyuz yapımcı ve şehrin dışında olan bitenden habersiz kelly'nin sevgilisi hayatta kalır. bu farklı karakterlere sahip grubun mücadelesi sadece zombielere karşı değildir, kendi aralarında da mücadele etmeleri gerekir.
daha çok zıt karakterler arasında çatışmalar üzerine kurulu olan, gerek stüdyoda gerekse şehirde tv yayınlarının kesik olmasına rağmen sırf kelly ile sevgilisi buluşsun diye tv'de tek kamera üzerinden big brother yayını olması gibi mantık zorlamalarını içeren yapım beni tatmin etmeye yetti. eğer hala el atmadıysanız iki pazartesi arası ara sıcak niyetine tüketilebilir.