albüm yorumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
albüm yorumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 com

balmorhea - "candor / clamor"

otobüs yolculuklarıyla aram pek iyi değil. bir koltuğa oturup 7-8 saat boyunca süklüm püklüm gitmek, bana göre berber koltuğunda oturmaktan bile çok daha can sıkıcı. [nedense 3 saat süren ayvalık - izmir yolunda bile son yarım saat buhranlar geçirip, otobüste anırmak geliyor içimden. gülmeyin, çok ciddiyim] bir de yanınıza sizden daha iri bir insan evladının oturup koltukta sizin payınızdan çalması veya uyurken rahat durmayarak sizi tepmesi bu sıkıntıyı arttıracak cinsten önemli detaylar. sigarayla aram pek olmadığından molada - eğer açlıktan ölmüyorsam - otobüsten inmem, yolculuklarda da pek uyuyamam. şu sıralar alışkanlık haline getirdiğim izmir - ankara - izmir yolunda kararlar son dakikaya dayandığından uçak bileti pahalıya geliyor. otobüs seçeneğini de bu nedenlerden dolayı elediğimden geriye tren opsiyonu kaldı. örtülü kuşetliden bir yer edinip en azından bu yol eziyetini daha uzun süreli olsa da yata yata gitme fikri bir anda cezbetti beni ve tcdd'den gidiş dönüş bileti kapmış bulundum.

geçen perşembe günü yaşadığım hayal kırıklıklarını cebime koyarak evden çıktığımda saat 17'yi göstermekteydi ve 17:50'de alsancak garı'ndan kalkacak olan treni yakalamamak için herhangi bir engel yoktu. tabi ki yağmur sonrası trafik sendromunu göz önüne almazsak. ben diyeyim alsancak devlet hastanesi siz deyin sevinç pastanesi durağına geldiğimde saatlerin 17:42'yi göstermesi ve trafiğin tıkalı olması çanların aleyhime çalmasına neden oluyordu. bir sonraki durakta trafikte çakılı kalan otobüsten ani bir kararla inmem ve bir elimde bavulla gara doğru var olan gücümle depara kalkmam, arada gücümün kesilip soluklanma ihtiyacı hissetmem, tekrar depara kalkmam ve garın tam karşısına geldiğimde trenin kalkış düdüğünü duymam... bunlar 5 dakika içerisinde olup biten şeyler. daha kısa olansa bir anda arabaların önüne atlayıp gara girmem, trenin harekete başlamış olduğunu görmem, "en arka kapıdan atlamaya çalış" tavsiyesine uyarak kapıyla aynı hizada bir süre koşmam, kapıdan sahibini asla bilemeyeceğim bir ele tutunmam ve onun beni çekmesine izin vermeme rağmen trene doğru hamle yapmaya cesaret edememem... anladım ki benden hobo olmazmış arkadaş. hele bir aksiyon filmi oyuncusu, asla!

artık yolcuğuluma bir sonraki trenle devam etmek, otobüsle 8 saat için katlanamadığım yola yine benzer koşullarda bu sefer 15 saat dayanmak zorundaydım. ceza çekermiş gibi. ilk pulmanın ilk koltuğuna kurulduğumda kaçacak bir halim olmadığından zevk almaya bakacaktım. hemen mp3 oynatıcıma el attım. günlerdir aranıp durduğum ve sonunda edindiğim balmorhea'nın yeni ep'si "candor / clamor"u gün içerisinde dinlememiş, yol için ayırmıştım. isabet olmuş, günümü kurtardı. sene başında kışın soğuğunu insana hissettirir cinsten albümü "constellations"u yayınlayan grup sonbahar / kış dönemini de boş geçmedi. mevsim muhabbetini araya sokmamın nedeni boş değil elbet. "constellations" ne kadar kışı çağrıştırıyorsa, önceki albüm "all is wild, all is silent" da bir o kadar sonbaharın tadını barındırıyor içerisinde. bu, iki parça ve onların remixlerinden oluşan ep de her iki albümden izler taşıyor, yani tam mevsim geçişine ait bir kayıt olmuş. operavari vokalleriyle soğuk ve karanlık bir havaya hakim olan "candor"un aksine adına yaraşır şekilde patırtılı olan "clamor" perküsyonlar ve yaylılarla şekilleniyor. ki söz konusu tezatı ep kapağında da yakalayabiliriz. şarkılara prefuse 73 ve benoit pioulard tarafından yapılan remixler de en az orijinalleri kadar dikkat çekici ve dinlenesi.

0 com

this is the kit - "wriggle out the restless"

this is the kit, kate stables'in 5 senedir yürüttüğü solo projesi. şu sıralar paris'te yaşayan bir ingiliz olan stables, this is the kit projesinin yanı sıra yakın arkadaşı rachael dadd ile beraber whalebone polly ve jesse vernon ile beraber morning star gruplarında da marifetini sergiliyor. whalebone polly'de akustik folk müzik yapan stables'in 2008 yılında this is the kit adı altında yayınladığı ilk albümü "krulle bol"da da yakın çizgide şarkılara sahip. "krulle bol"'un bir başka dikkat çeken özelliği ise prodüksiyonunun john parish tarafından yapılmış oluşu. daha çok pj harvey ile çalışmalarından tanıdığımız, sparklehorse, tracy chapman gibi önemli isimlerin prodüktörlüğünü yapan parish'in genç bir müzisyenin ilk albümüne el atıyor oluşu oldukça heyecan verici. bir önceki postta home videosunu izleyebileceğiniz "irchwood beaker" ve "two wooden spoons" parçalarıyla dikkat çeken ilk albüm, kendi ülkesinin dışında japonya'da ve fransa'da basıldı ve ilgi gördü. albüm sonrası the national, jose gonzales, vetiver gibi isimlerle konserler verdi. ayrıca glastonbury festival'in akustik sahnesinde de çalma fırsatı yakaladı. geçtiğimiz sene whalebone polly için "taproot and sill" ep'sini kaydeden kate stables son zamanlarda kendi projesi üzerinde yoğunlaştı ve 18 ekim'de dreamboat records etiketiyle yayınlanacak yeni albümü "wriggle out the restless"'ı hazırladı.

this is the kit'in debut albümü "krulle bol"a baktığımızda kate stables'ın kulakları okşayan, hafif vokalinin yanında soundu belirleyen enstrumanlar gitar ve banjoydu. ikinci albüme kulak verdiğimizde ise enstrumanlardaki çeşitlilik ilk başta göze çarpıyor. stables'in gitar ve banjosuna trompet, klarnet, keman, keyboard, piyano gibi enstrumanlar katılmış ve this is the kit'in müziğini biraz farklı bir çizgiye taşırken soundu da daha üst seviyeye çıkarmış. bu noktada stables'e eşlik eden arkadaşlarından da bahsetmekte fayda var; portishead'te bas gitar çalan jim barr, fence'den rozi plain ve francois marry, daimi yol arkadaşları jesse vernon ve rachael dadd.

albümün açılış parçası "sometimes the sea" banjo tınılarıyla açılıyor ve diğer enstrumanların da katılımıyla derinliğe sahip oluyor. this is the kit'in evrilen müziğine dair ipuçları veren bir parça ve başlangıç için güzel bir seçim. "easy pickings", "trick you", "the turnip" ve "white ash cut" her ne kadar yan estrumanlarla zenginleştirilse de banjonun ön planda olduğu ve stables'in harika sesiyle değer kazanan parçalar. folk müziğin kalıplarına sahip ve debut albümün uzantıları olarak görülebilir. "sleeping bag"e de aynı çerçeveden bakmak mümkün sadece akustik gitar burada farkı yaratmakta. klarnetle açılan ve gitarın tompetle beraber stables'in sesine eşlik ettiği "waterproof" ile ardından gelen "spinny" albümde öne çıkan parçalar arasında. özellikle "spinny"de stables'in vokal performansı zirveye çıkıyor resmen. gelelim albümde en çok dikkat çeken parçalardan biri olan "see here"a. genel olarak soft bir havaya hakim olan albümde daha sert tonlara sahip bu parçadaki elektro gitar ve trompet kullanımıyla stables'in sesiyle harika bir uyum yakalanmış. ki aynı uyuma bir downtempo / triphop denemesi sayılabilecek "earthquake"te de rastlamak mümkün. bu iki harika parçada kate stables'ın sınırlarının dışına jim barr [portishead] tarafından itildiğini tahmin ediyorum. eğer this is the kit sonraki yapıtlarında farklı bir yöne kayacaksa "earthquake" bu noktada güzel bir örnek olabilir. albümü kapatan "moon" ise "see here" ve "earthquake" gibi farklılık taşıyan parçalardan biri. değişken tempoya sahip bu parça aynı zamanda albümden çıkacak ilk single için de seçildi. şarkıyı this is the kit'in myspace sayfasından dinlemeniz mümkün.

hafif bir sounda sahip this is the kit'in yeni albümü "wriggle out the restless", 18 ekim'de dreamboat records etiketiyle satışa çıkacak. güz günlerinde insanı dinlendirebilecek, yoldaysa ona eşlik edebilecek türden bir albüm bu. daha önce dinlemediğiniz yeni bir sesi keşfetmek için de güzel bir fırsat.

tracklist:
01. sometimes the sea
02. easy pickings
03. see here
04. waterproof
05. spinny
06. trick you
07. the turnip
08. white ash cut
09. earquake
10. sleeping bag
11. moon

http://www.thisisthekit.co.uk | myspace | facebook | last.fm

http://www.dreamboatrecords.co.uk
0 com

pazar günü müziği

çoğu kişi pazar gününü sevmez, pazartesiye bağlandığı için. benim için durum farklı, seviyorum bu günü. geç uyanma fırsatı, keyifli sabah kahvaltıları, taşıdığı piknik potansiyeli, evin içinde veya dışarda aylakça takılma lüksü olabilir bana bu güne karşı sempati duymamı sağlayan. belki de senelerce pazar günü çalıştığımdan bu günün keyfine hasret kalmışlığım da bir başka neden olabilir. günün keyfini arttıracak önemli noktalardan birisi de elbette müzik. bu noktada kings of convenience, seabear, múm gibi gruplar ilaç niyetine benim için.

tesadüfün iğne deliği, bu sabah bloglarda takılırken rastladığım the greenland choir de bu ihtiyaca cevap verebilecek türden şarkılar yapan bir grup. saydığım üç gruba da yakın bir çizgide; oldukça sakin vokaller ve buna eşlik eden gitar tonları, piyano, glockenspiel ve melodikadan yayılan melodiler. kısacası insana huzur verebilecek her şey. the greenland choir'in şu ana kadar yayınladığı tek kayıt 2 sene önce çıkardığı 6 parçadan oluşan "we shall indeed turn dizzy then..." ep'si. devamı şu ana kadar neden gelmemiş merak konusu. last.fm, facebook üzerindeki profillerine bakılacak olursa da iyi zevke sahip müzikseverler tarafından keşfedilmeyi bekliyor gibiler. altta richard hunter tarafından çekilen klibi izlemeniz mümkün. ep'de de yer alan "the neptune song part ii"'nin klibinde sevimli bir panda kendi salonunda gidemediği uzayı yaratıyor ve kendi kendine eğleniyor. şarkıya yakışır şirinlikte bir klip. ingiliz grubun diğer şarkılarına kulak vermek içinse myspace adresi bir tık ötenizde: http://www.myspace.com/thegreenlandchoir



2 com

ólafur arnalds - "dyad 1909"

izlanda'nın yetiştirdiği ve son dönemde en çok dikkat çeken sanatçılar arasında yer alan ólafur arnalds yükselmeye devam ediyor. sene içerisinde 7 güne birer şarkı konseptiyle yola çıkarak "found songs"u hazırlayan ve masalsı şarkılarıyla kulaklarımızı okşayan arnalds, seneyi kapatmadan önce yayınladığı soundtrack albümüyle de bu yükselişini sağlam temeller üzerine koyarak perçinliyor.

arnalds, bu yola baş koyarken amacını, normalde klasik müzik dinlemeyen insanlara bu tür müziği sevidirmek olarak belirlemiş. klasik müziğe kapalı biri olmasam da arnalds'ın amacı doğrultusunda son derece iyi işler yaptığını söyleyebilirim. kendisinin, şu ana kadar olan 3 senelik zaman dilimine sığdırmış olduğu "eulogy for evolution" albümü ve "variations of static", "found songs" eplerinde çizmiş olduğu standart bir çizgisi var ve bu çizgide ilerlerken her kayıtta ardına kattığı dinleyen sayısı giderek artmakta. yani arnalds amacı doğrultusunda emin adımlarla ilerliyor.

"dyad 1909", ingiliz kareograf wayne mcgregor'un yeni gösterisi için hazırlanan bir soundtrack albüm. her ne kadar soundtrack albüm olsa da kariyerinde önemli yere sahip olabilecek bir noktada. neden mi? öncelikle albümün içeriği eski şarkılarının elden geçirilmiş hallerinden ve yeni çalışmalarından oluşuyor. debut albümü "eulogy for evolution"ta bulunan ve kendisine yakıştırılan post-rock etiketini tamamlayabilecek "3704_3837" şarkısı öncesinde devreye giren "3326" bu albümde de değiştirilmeden yer almış. geçtiğimiz sene çıkarttığı ep "variations of static"'ten "við vorum smá..." ve "lokaðu augunum"a "dyad 1909" için ayrı bir versiyon yazmış. albümdeki esas sürprizler ise yeni şarkıları "brotsjór" ve albümü çıkarmadan kısa bir süre önce paylaşıma sunduğu "til enda". az önce arnalds'ın standartlaşmış bir çizgisi olduğundan bahsetmiştim. arnalds, "dyad 1909" ile bu çizgisinin dışarısına çıkmış ve müziğine elektronik tınılar katmış. hali hazırda piyanosunun yaylılarla olan uyumuna bu elektronik beatler katılınca müzik bambaşka ve de çok leziz bir hal almış. eğer arnalds, kafasına elektronikseverleri de klasik müziğe aşina yapmayı da taktıysa hiç şüphesiz bunu da gerçekleştirecektir. facebook ve twitter hesabından sürekli olarak ileti geçen ve uzun süredir yeni albüm kayıtlarında olduğunu belirten arnalds, belki de bu iki şarkıyla bize gelecek albümüyle ilgili ipucu veriyor olabilir. yani sadece şu iki şarkıdan yola çıkarsak "dyad 1909" kendisinin kariyerinde bir ara basamak değerinde görülebilir.
0 com

blindfold - "faking dreams"

blindfold, izlandalı müzisyen biggi hilmarsson'un yeni icraati. kendisinin ismini daha önce çeşitli projelerinden duymuş olmanız mümkün. örneğin ambient ile pop müzik elementlerini harmanladığı ve adını da bu harmandan yola çıkarak ampop olarak koyduğu grubu duymuş olabilirsiniz. kendisi ayrıca worm is green, bela gibi gruplarda yer almış. yine izlandalı müzisyen olan stafraenn hakon'un iki albümüne katkıda bulunmuş. ayrıca nike, ikea, kia, toyota gibi önemli markaların reklamlarının müziğine imza atmış.

blindfold üzerine internet üzerindeki yorumlar genelde müziğin sigur rós ve radiohead'e benzediği yönünde. grubun vokalisti biggi'nin bazı parçalarda ses renginin bazı kısımlarda jónsi (sigur rós), thom yorke (radiohead)'i andırıyor olması nedeniyle bu yorum yapılmış sanırım. eğer albümü ele alırsak bu yoruma tam anlamıyla katıldığımı söyleyemem. birkaç senedir londra'da yaşayan grup elemanları ister istemez müziklerine ingiliz havası katacaktır. izlanda kökenli oluşları da haliyle müziklerine yansıyacaktır. bu durumda "faking dreams"'in ne radiohead'e ne de sigur rós'a benzediğini söylemek zor. o halde şöyle diyelim, albüm britanya rock'ı ile izlanda'nın ambient soundunun etkileşimini yansıtıyor. o halde etiketlerimizi indie, ambient olarak belirleyebiliriz.

işte tam bu havayı da tracklistte 2. sırada bulunan ve albümde en çok beğendiğim parçalardan olan "sad face"'te görüyoruz. her iki ülkenin müziğinden esintileri, bu parçada hissetmek ve bu esintilerin yakaladığı uyuma kendinizi kaptırmanız mümkün. yine ardından gelen, albüme adını veren parçada da bahsettiğim uyumu biggi vokal oyunlarıyla süslüyor. bir diğer favorim olan "fit you" ise melankolik havasıyla insanı yakalıyor. albümün havasını en iyi yansıtan parçalardan birisi de "don't think it's a sin" yine öne çıkanlardan. "faking dreams" genele göre uzun olan ve post rock kalıplarına sahip "reverse"'e gelene kadar iyice melankolik bir yapıya bürünüyor ve kapanıyor.

grup son günlerde yeni bir kayıtla gündemde. leonard cohen'in en bilindik parçalarından "famous blue raincoat"'u yorumladılar ve 10 aralık'ta satışa sürecekler. söz konusu yorumu myspace sayfalarında dinleyebildim. kendi stillerini şarkıya yansıtmayı denemişler ve bence başarılı olmuşlar. şarkının doğasında olan melankolik hava blindfold'un müziğiyle hoş bir uyum sağlamış.

ayrıca kendileriyle yaptığımız röportajı yarın sitemizde okuyabilirsiniz.

http://www.myspace.com/theblindfold
0 com

editors - "in this light and on this evening"

1999 yılı, paradise lost hayranları için farklı bir anlam taşıyordu. kariyerine doom/death metal grubu olarak başlayan grup, 10 yıl önce "host" albümünü dinleyenleriyle paylaşmıştı. "host"'tan 2 yıl önce yayınladıkları "one second" aslında gelişmelerin habercisiydi. albüm, eski soundlarından izler taşısa da şarkılarda synth belli bir yer kaplamaya başlamıştı. bir kesim albümü beğenerek dinledi ancak yeniliğe kapalı olan diğer kesim bu synth muhabbetinden pek hoşlanmadı. paradise lost'un müziklerini yazan adam greg mackintosh'un synth ve elektronik müzikle haşır neşir oluşu, grubu daha da keskin bir viraj olan "host"'a sürükledi. "one second" sonrası bu yeni albümü kasetçalarına/cd çalarına koyan herkesi bir sürpriz bekliyordu; paradise lost, içerisinde neredeyse yok denebilecek kadar az gitar olan bir albüm yapmıştı. herkes için şaşırtıcıydı bu durum. yeni sound, bir metal grubundan ziyade fazlasıyla depeche mode'u andıran synth-pop idi. doğal olarak da nick holmes'un vokali eskisine göre pırıl pırıldı. paradise lost'un kariyerinde farklı bir adım olan ve büyük bir risk taşıyan albüm hem dinleyicilerden hem de basından ters tepki aldı. aldıkları bu risk ise onları kendi istedikleri nokta yerine dinleyenlerinin belirlediği noktaya çevirdi. 2 yıl sonra gelen "believe in nothing"'te eski zamanlara dönüşün izleri görüldü.

son bir kaç gündür editors'un 12 ekim'de çıkacak albümü "in this light and on this evening"'i dinliyorum. albüm, bana paradise lost'un "host" zamanlarını çağrıştırdı ve böyle bir giriş yapma gereği duydum. ilk iki albümü (özellikle de ilk albüm "the back room") seven bir bünye olarak editors'un yeni albüm çıkaracağı haberi bende heyecan yaratmıştı (bkz: editors'ten yeni albüm). geçtiğimiz haftalarda albümden ilk single olan "papillon" raflarda yerini aldı ve klibi müzik kanallarında gösterilmeye başladı (bkz: editors - "papillon"). ayvalık'tan döndüğümde klibi izlememle şaşırmam bir oldu. editors, ortaya depeche mode'vari elektronik altyapıya sahip bir parça koymuş. joy division'un ardılı olarak görülen ve okyanus ötesinde ikame eden dark indie grubu interpol ile karşılaştırılan grup, bir önceki albümünde tohumlarını atmaya başladığı synth'e dayalı müziğini bu sefer bambaşka bir boyuta getirmiş. evet, "in this light and on this evening" içerisinde gitar barındırmayan bir albüm.

burada bir paragraf açalım. önemli müzik dergilerinden iyi puanlar alan ve mercury ödülüne aday gösterilen debut albüm "the back room" ve çıkışından sonra ingiltere listelerinde 1 numaraya yerleşen, platin plak kazanan ve sadece çıktığı yıl olan 2007 içerisinde dünyada 600.000 kopyadan daha fazla satan "an end has a start" sonrası grubun hayatında önemli değişiklikler yaşandı. birminghamlı dörtlüden basçı russell leech ve gitarist chris urbanowicz new york'ta yaşamaya başladı. vokalist tom smith baba oldu. tüm bu değişiklikler editors'ün kariyerinde yaptığı bu değişimi tetikledi. bu yeni yolda ise belki de en büyük pay sahibi kayıtları yapan prodüktör flood oldu. ayrıca smith'in birmingham'dan londra'ya taşınması ve 4 yıldır burada yaşaması da değişimdeki bir başka faktör. londra'nın editors'un lirikleri ve müziği üzerindeki etkisinden bahsediliyor.

albüme adını veren açılış parçasında smith'in efektle pekiştirilmiş vokalinin yanı sıra karanlık hatlara sahip olan sounda tanık oluyoruz. devamında gelen "bricks and mortar", post punk izlerini taşıyan bir parça. kolay hatırlanabilen ve sıkça tekrar melodisiyle insanı kendisine alıştırıyor. albümden ilk olarak öne sürülen parça "papillon" ise ilk bakışta şaşırtmıştı. soundu ve smith'in dave gahan'a yakın tonlamarıyla depeche mode'umtrak bir parça. ancak dinledikçe kendisini sevdiriyor, bir de üzerine "it kicks like a sleep twitch" nakaratıyla beyinde yer ediyor ve bir süre sonra insanda şarkıyı durup dururken yeniden dinleme ihtiyacı hissettiriyor. ardından gelen "you don't love" ise 80'leri andıran havasıyla albümde öne çıkan parçalardan bir diğeri. post punk etkileşimli "the big exit" ile yeniden etkisini gösteren editors'un karanlık yüzü albümün sonuna kadar hissedilebiliyor. smith ve tayfası sonlara doğru tempoyu düşürüyor ve "walk the fleet road" ile albümü nihayetlendiriyor.

editors, yeni bir yola saptığı bu albümünde vatandaşları paradise lost'a göre daha şanslı. paradise lost'un dinleyici tabanı metal severlerdi. editors'ün dinleyicileri ise bu değişime daha çok adapte olabilecek düzeyde. ancak bu durum da kendilerine hiç olumsuz tepki getirmeyeceği anlamına gelmiyor. albümü şimdiden dinleyen bir kısım editors-sever durumdan hoşnut olmadığını belirtiyor. kendi adıma konuşmak gerekirse; gitar yüküne sahip çok sevdiğim ilk iki albümden sonra "in this light and on this evening"'te beklentilerimden farklı bir albüm buldum. ancak dinledikçe içerisinde kendime göre bir şeyler yakalamam beni albüme yakınlaştırdı. eminim, benim gibi ilk şoku atlatanlar da albüme fırsat verdikçe bu kazanımı gerçekleştireceklerdir.
0 com

alanis morissette - "flavors of entanglement"

alanis morissette’in 4 sene aradan sonra 10 haziran’da çıkardığı 7. stüdyo albümünün adı, “flavors of entanglement”. yine maverick records etiketiyle piyasaya çıkacak olan albüm çoktan nete düşmüş durumda.

her albümünde farklılık yaratmaya çalışan kanadalı güzelimiz bu albümünde elektronik unsurları katmış müziğine. şarkıları tek tek ele alayım. albümün açılış parçası olan “city of the planet” doğu müziğine has vurmalı lar ile başlıyor. genelde alanis’in kullandığı şarkı formatına sahip, nakarat kısma gelince tempo kazanıyor, aynen bir önceki albüm “so-called chaos”‘un açılış parçası “eight easy steps” gibi. parçanın son kısımlarında elektronica ile yaylıların harmanlanışı björk’ün kullanmayı pek sevdiği sounda yakın duruyor. ikinci parça “underneat”, alanis’in bu albümde bize sunduğu sound hakkında fikirler yansıtıyor. alt tarafı yerleştirilmiş loop üzerinden akıp gidiyor parça. albümün hoş çalışmalarından bir tanesi. ardından aynı özelliğe sahip “straitjack” geliyor. madonnavari bir parça olmuş bu, baya hoş. “versions of violence” da aynı şekilde beat ve looplara sahip bir parça. beşinci parça “not as we” ile alanis bizi eskilere götürüyor, o alışık olduğumuz sounduna. alanis’in o eşsiz sesine piyano eşlik etmiş, albümün genelinin dışında kalan özel bir parça olmuş. hemen ardından gelen “in praise of the vulnerable man” yine önceki albümlerine yakın bir havada olan parça, soft pop. yedinci parça aynı zamanda albümde en çok hoşuma giden parçalardan biri olan “moratorium”, yine orta tempoda akıp gidiyor. ardından gelen “torch” da aynı yapıda. “gigle again for no reason” la hareketlenen tempo “tapes” ile düşüyor. albümün son parçası “incomplete” de alanis’in önceki çalışmalarına yakın duruyor.

sonuç olarak, alanisseverlerin ilk dinlemede belki sevmeyeceği bir havaya sahip olan albüm olmuş. bir defa dinleyip bir kenara bırakmak olmaz bu albümü, tekrar tekrar dinlemek gerek.
0 com

scarlett johansson - “anywhere i lay my head”

burçin hazır scarlett johansson'un ilk albümünden sözü açmışken ben de 13 mayıs 2008'de "anywhere i lay my head" için karaladığım yazıyı bloga koyayım dedim. buyurunuz...

güzeller güzeli scarlett johansson’ın tom waits parçalarını yorumladığı “anywhere i lay my head” 20 mayıs’ta raflarda olacak. net ortamına ise geçen hafta düştü bile, cumartesi gününden beri dinlemekteyim.

scar jo, bu albüm için tamamen kendi zevklerini yansıttığını söylemiş ve lindsay lohan ile paris hilton’a taş atmadan duramamış. “bu albüm tamamıyla benim yaşam tarzımı yansıtıyor. eğer şöhret peşinde koşan biri olsaydım “ghost world”, “lost in translation” gibi filmler yerine teen-slasherlarda rol alırdım. bu albüm yerineyse sakız bir pop albümü yapabilirdim” demiş spin’e verdiği röportajda.

dave sitek’in prodüktörlüğünü yaptığı albüm 11 parçadan oluşuyor, bunlardan 10 tanesi tom waits’in biri ise scar jo’nun yazımında katkıda bulunduğu “song for jo”. sound olarak shoegaze elementlerini barındıran çalışmada yeah yeah yeahs’ten nick zinner gitarıyla eşlik etmiş scar’a. ver bir başka sürpriz isim ise david bowie. “falling down” ve “fannin’ street” parçalarında back vokallerde yer almış.

parçalara şöyle bir göz atarsak, scar’ın parça seçimini neye göre yaptığını merak etmiyor değilim. tom waits’in biraz kıyıda köşede kalmış çalışmaları var bu albümde. enstrumental “fawn” ile açılıyor. hemen ardından scarlet’in vokaliyle buluştuğumuz “town with no cheer” giriyor. albümün genelinde hissedeceğimiz sound bu parçayla başlıyor. davul ve alto saksafonların ön planda çanların arka planda olduğu bir sounda sahip albüm. ardından gelen “falling down”da da aynı hava rahatlıkla hissediliyor. albüme adını veren “anywhere i lay my head”deki beat feci şekilde, dust brothers’ın hazırladığı “fight club soundtrack” albümündeki 5. parça “corporate world”e (yanılmıyorsam bu parça filmde ikea’nın mobilyalarının anlatıcının dairesinde şekillendiği sahnede çalıyordu) benziyor. albümde en çok sevdiğim parça “i wish i was in new orleans” oldu. diğer parçalara göre ninnimsi bir havası var sound itibarıyla. hemen ardından gelen “i don’t want to grow up” siouxsie and the bansheesvari bir parça olmuş, post punk havasında.

genel olarak başarılı bir albüm olduğunu söyleyemem. orijinallerine göre farklı olmuş coverlar. tom waits şarkılarını bayan sesiyle dinlemek çekici kılabilir bu albümü. onun dışında çok fazla bir artısı yok bence.

0 com

nick cave and the bad seeds - "dig!!! lazarus dig!!!"

geçtiğimiz senenin ocak ayının başında nette dolanırken bir anda nick cave’in sitesinde buldum ve yeni albüm müjdesini o anda aldım. zaten kafa dumanlı, zamanlaması süper oldu dedim albüm için, dinler dinler kendimden geçerim.. 3 mart’a kadar nasıl bekleyeceğim derken, şubat ayının son haftasında albüm internete düştü.

blixa bargeld’in ayrılışından sonraki ikinci albümdü bu. ilk olanı “abattoir blues & lyre of orpheus”da sound “nocturama”nın devamı gibiydi ve açıkçası blixa’nın ayrılışının sounda bence direkt bir etkisi olmamıştı. “get ready for love”, “there she goes, my beautiful world” gibi hızlı ve leziz hitlerin yanında ikinci cd’de yer alan “breathless”, “babe, you turn me on”, “easy money” gibi slow ve vurucu parçalar beni bu albüme yakın tutmuştu. 2004′te çıkan bu albümden sonra aradaki zamanda 2 soundtrack hazırladı nick baba, biri, senaryosunu da yazdığı, “the proposition” diğeri ise “the assassination of jesse james”. daha sonra dadaşlarıyla hayvanat bahçesinde dolanırken “ya biz zaten grup gibi takılıyoruz, benim adım ön planda olmayan bi proje yapalım, adı da grinderman olsun” deyip, aynı adı taşıyan albüm çıkardılar geçtiğimiz sene. garage rock tadındaki bu albüm beni başlarda pek sarmasa da dinledikçe hastası oldum.

albümü heyecanla indirdikten sonra anında dinlemeye başladım. albüme adını veren “dig lazarus dig”i zaten resmi sitelerinde dinleye dinleye hatmetmiştim. ikinci parça “today’s lesson”a geçtiğimde ise hayal kırıklığına uğradım. şimdi buraya bir parantez daha açalım; nick cave ne yapsa dinlerim, öksürse bile. yani buradaki hayal kırıklığı albümün kötü olmasından filan kaynaklanmıyor (ki kötü demek ne haddime), sadece bir nick cave & the bad seeds albümünde karşılaşmayı tahmin etmediğim bir sound diyelim. nedir bu sound derseniz, garage rock. aynen grinderman’deki gibi. zaten dinlerken yeni grinderman albümünü dinlemiş gibi oluyorum. “today’s lesson”ın girişini fena halde “depth charge ethel”e benzetmem, 4. parça olan “night of the lotus eaters” ile “grinderman”in akışındaki yakınlık bana bu hissi veren. bir de kapanış parçası olan “more news from nowhere” havası itibarıyla, eskilerden, “oh deanna”yı hatırlatıyor bana.