röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
0 com

unspoken magazine


günümüzde online dergilerin, basılı dergilerin yerini aldığı oldukça aşikar. bunun en başarılı örneği ilk sayısı ile herkesin beğenesini kazanmış olan unspoken dergisi. biz de boş durmadık ve unspoken dergisinin genel yayın yönetmeni uğur çokiçli ile beraber keyifli bir söyleşi yaptık.


unspoken dergisini yayınlamaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

öncelikle en büyük tutkusu dergicilik olan biriyim. böyle bir işin içine girmeden önce çok fazla toplantı yaptık. her şeyi enine boyuna konuşup, en ince detayına kadar planlayıp öyle çıktık yola. çok çalışmak ve istikrar da eklenince işin içine böyle tatmin edici bir sonuç çıktı ortaya. modayı baz alarak bir çok farklı konuyu ele alabilen bir dergi unspoken. okuyucunun ufkunu açan ilham veren bir dergi olmasını hedefledik.


unspoken dergisinden önce amatör veya profesyonel olarak yaptığınız işlerden söz edebilir misiniz?

daha önce moda fotoğrafları çekiyordum. bir şekilde yine modanın içindeydim. her zaman daha fazlasının varolduğuna inanan biri olduğum için de çıtayı hep yükselttim. bu zamana kadar yaptıklarım benim için büyük avantaj oldu çünkü bir dergide yapılan her iş hakkında oldukça fikir sahibi olmamı sağladı. yapılan sayfa tasarımlarından çekilen fotoğrafa, yazılardan reklama kadar bilinçli bir şekilde yönetmemi sağladı.


unspoken dergisinin amacı, genel anlamda nedir? gelecek sayılarda ne gibi yenilikler veya farklılıklar olacak?

unspoken öncelikle yaratıcı bir dergi. online bir dergi olduğu için de geniş kitlelere ulaşmamız çok daha kolay oluyor tabii ki. bunun yanında ücretsiz yayınlanan bir dergi olduğundan, okuyucular her ay yeni sayılarımızı ve arşivlediğimiz eski sayılarımızı diledikleri gibi okuyabilecekler. ilk sayımızı yayınlayalı çok kısa bir süre olmasına rağmen inanılmaz olumlu geri dönüşler alıyorum. bunların yanı sıra gelecek sayılarda erkek modasını da unspoken'a dahil edeceğiz. bu konuda da gerçekten çok farklı fikirlerimiz var.


unspoken magazine nasıl bir süreçte ortaya çıktı? bu süreçte kimlerle çalıştınız ve ne gibi aşamalardan geçtiniz?

yaratıcı insanlardan oluşan bir ekip kurmaya özen gösterdim. üzerime oldukça fazla bir yük binmiş olsa da aşık olduğum mesleği yaptığımdan dolayı herkesi bu kadar tatmin eden bir derginin ortaya çıkmış olması da sürpriz olmadı. unspoken ocak sayımız için murat dalkılıç'la çok ses getirecek bir çalışmanın yanı sıra hatice gökçe sayfaları da çok ilgi çekecek diyebilirim.


internet üzerinden çıkarılmış bir dergi olmasına ve şu an için sadece tek sayısı bulunmasına rağmen unspoken magazine oldukça başarılı, bir o kadar da profesyonel bir dergi gibi dikkat çekiyor. bu durumu sıkı çalışmanızla bağdaştırırsak neler söyleyebilirsiniz?

istikrar diyebilirim. ben başarının istikrarla direkt bağlantılı olduğuna inanıyorum. bir süre çalışıp sonra dinlenmek bana göre değil. başarı denen şey, mola vermeyi kabul etmiyor. her daim üretmek, çalışmak ve istikrarı korumak gerekiyor. unspoken'da bu temellerin üzerine kurulu bir dergi olduğu için bu kadar kolay kabul edildi. tabii bu sadece başlangıç. henüz hiçbir şey görmediniz...
0 com

god is an astronaut: konsere doğru

her ne kadar kendileri etiketlere pek takılmasalar da post-rock'ın önemli gruplarından biri olarak görülen god is an astronaut, önümüzdeki hafta ülkemizde 3 konserlik bir tura çıkacak. geçtiğimiz sene yayınlanan son albümleri "age of the fifth sun"ın turnesi kapsamında gerçekleşecek olan konserlerin organizasyonu mood-pro'ya ait. 9 mart'ta istanbul (romeo juliet), 10 mart'ta izmir (noxx) ve 11 mart'ta ankara'da (312 concept) sahne alacak olan gruba konserlere kısa bir süre kala sorularımı yönelttim.

merhaba niels, son konseriniz geçtiğimiz cuma st. petersburg'daydı. ülkemizdeki konserlere kadar kısa bir aranız var. bu arayı nasıl değerlendireceksiniz?

prova yaparak geçireceğiz. davulcumuz lloyd müziğe bir ara verecek ve türkiye'deki konserler de bizimle beraber son konserleri olacak. nisan ayından itibaren konserlerde davulun başında michael fenton yer alacak.

2000'lerin başında irlanda'daki müzik piyasasının ölü oluşu sizi neredeyse müzikten kopma noktasına getirmiş. ardından 2002'de başlayan god is an astronaut macerası 9 yılı ve 5 albümü geride bıraktı. peki tam bir kopma noktasındayken sizi bu maceraya sürükleyen ve bu yola inandıran şeyler nelerdi?

aslında müzik piyasası hala aynı sayılır. sadece irlanda sınırları içerisinde başarılı bir müzisyen olmanız oldukça zor. biz her zaman olaya küresel açıdan yaklaştık ve müziğimizi dünyadaki her yere yolladık. ilk albümümüz bizim için müzik piyasasına bir vedaydı. 90'larda çoğu vaktimizi hiçbir başarı getirmeyen, değişik türde albümler yaparak harcamıştık ve dürüst olmak gerekirse bu durumdan pek memnun değildik. ilk albümümüzü taviz vermeden hazırladık ve bu müziksel açıdan gurur duyabileceğimiz bir şeydi. albümden hiçbir beklentimiz yoktu ancak albüm, kulaktan kulağa yayılarak yavaş yavaş insanların ilgisini topladı ve sonunda bize dünya çapında başarı getiren ikinci albümümüz "all is violent, all is bright"ı yapmaya karar verdik.

bugün çoğu kişi müziğinizi post-rock, space rock olarak etiketliyor. sizin etiketleri pek takmadığınızı biliyorum. müziğinizin içinde de çoğu türden unsurlar var, örneğin ilk kayıtlarınızda genelde rastlanılmayan hip hop beatleri yer alıyordu. peki yeni şarkıları yazarken soundunu neye göre belirliyorsunuz?

biz sadece şarkılarımıza uygun olabilecek en iyi tür ve soundları kullanarak müzik yapıyoruz. ve gerçekten de albümü yapmaya başlamadan önce hangi unsurları kullanırsak avantajlı oluruz diye düşünmüyoruz. bileşenlerin çoğu stüdyoda şarkıları kaydederken doğal bir şekilde ortaya çıkıyor.

ilk albümünüzü yayınlarken albümden pek beklentiniz olmadığını okumuştum. albümün adının da "the end of the beginning" oluşu bunu yansıtıyor gibi, özellikle seçilmiş bir isim miydi?

evet, o albüm ya bir son ya da yeni bir başlangıçtı. albüm isminin o andaki durumumuzu özetlediğini düşündük.

peki isminizin yayılmasına neden olan "all is violet, all is bright" sonrası albümlerden beklentileriniz neler oldu?

evet, çoğu insan "all is violet, all is bright" albümünün yayınlanmasından sonra bizden haberdar oldu. last.fm gibi sitelere baktığımızda albümünün popüler olduğunu farketmemiz de bizim için bir sürprizdi. beklentilerimiz ve değerlerimiz ise halen aynı, hala sevdiğimiz şarkıları yazıyoruz ve işe başladığımızdaki gibi şimdi de farklı bir şeyler yapmak için üzerimizde baskı yok.

"age of the fifth sun" albümüne kadar her albümde farklı tonlar ağırlıktaydı. bu albümünüzde ise sound olarak belirli bir konsept yok. daha çok bir harman söz konusu gibi. bu albümde belli bir sound konseptinden neden vazgeçtiniz?

bu tam olarak doğru değil. "age of the fifth sun" esasen elektronik bir albüm, ve diğer tüm albümlerimiz gibi sound konseptinden ziyade iyi şarkılara, melodilere odaklanan bir albüm.

yaptığınız müzik filmlerde kullanılmaya müsait. ileriki dönemde soundtrack hazırlamak gibi bir düşünceniz var mı?

belki. şarkılarımız çoğu bağımsız filmde kullanıldı. hatta amerika'da "the walking dead" dizisinin tanıtımında da yer aldı. gelecekte de film müziği yapma olayına açık olacağız.

en sevdiğim albümler arasında yer alan, balmorhea'nın sizin albümünüze gönderme yaptığını düşündüğüm "all is wild, all is silent" albümünü dinlediniz mi?

hayır, gruptan ve albümden haberdar değilim. ancak dinlemek için çaba sarfedeceğim.

peki konserlerde setlistte ağırlığı hangi parçalara veriyorsunuz? elektronik mi yoksa organik mi?

her ikisi de. canlı çaldığımız tüm şarkıları 4 kişilik bir grubun çalabileceği şekilde yeniden düzenliyoruz.

konserlerde kullandığınız görüntüleri neye göre seçiyorsunuz?

görseller eşsiz bir atmosfer yaratmak ve şarkıların kıymetini arttırmak için var. yeni konserlerimiz ise tamamen görsel konseptlerin karışımından oluşuyor. ancak konserin tümünde de görseller yok, görsel şovumuz hem ışıklar, hem de efektlerin karışımından ibaret.

türkiye'deki konserlerde görsel şovlar da olacak mı?

evet, oradaki konserlerimizde de görsel şov olacak.

2007'deki barışa rock festivalinde çalmıştınız ve bu sizin yer aldığınız büyük festivallerden biriydi. bu nedenle istanbul'un sizin için ayrı bir yeri var sanırım. yanılıyor muyum?

evet, o türkiye'deki ilk konserimizdi. o zaman ücretsiz olarak festivalde çalmaya karar verdik ve bu kesinlikle daha çok tanınmamıza yardımcı oldu. ve o konser hepimiz için kesinlikle özel bir andı.

son olarak buraya gelmeden önce giaa dinleyicilerine iletmek istediğiniz bir şey var mı? izmir'de görüşmek üzere!

elbette, izmir'deki tüm fanlarımıza bütün albümlerimizden beklenen şarkıları çalmayı dört gözle bekliyoruz. ve her zaman olduğu gibi duygularımızı özgürce ifade edeceğiz!

röportaj: k.a.
şubat 2011
0 com

this is the kit: bristol'dan paris'e

this is the kit, paris'te yaşayan bir ingiliz müzisyen olan kate stables'in müzikal projesi. aslında kendisi hakkında tekrar uzun uzun bahsetmeye gerek yok. blogun düzenli okuyucuları stables'i yaz sonunda albümüne yaptığım kritikten ve paylaştığım videolarından hatırlayacaklardır. o tarihten bu yana kendisiyle bir röportaj gerçekleştirmek imkanlar dahilindeydi fakat benim keyfimi ancak bulabilmem ve yeniden röportaj olaylarına eğilebilmem yılın son günlerine denk geldi. hem böylece kendisinin albümü yayınlanmış ve belli bir konuma erişmiş oldu. yolladığım sorulara jet hızıyla gelen cevaplar ise şöyle.

merhaba kate, yılbaşı gecesi için planların neler?

havai fişek gösterisini izleyebileceğim yüksekçe bir yer bulmayı umuyorum.

okuyucularımızın çoğu belki de ilk kez this is the kit adını duyacaklar. bize biraz kendinden ve bu müzikal projenden bahsedebilir misin?

bir bakalım.. winchester'da büyüdüm ve emily adında bir ikiz kızkardeşim var. bir şeyler yazmaya ve söylemeye ortaokuldayken başladım. 20'li yaşlarımın başnda bristol'e taşındık ve orada rachael dadd ile beraber whalebone polly'i kurduk. bisikletleri ve buharlı trenleri severim.

müziğini neden "this is the kit" adı altında yapmayı tercih ediyorsun?

müzik yapmaya başladığım zamanlar bunun kendi adımdan daha belirsiz olmasını istemiştim, değişebilen bir dış görünüş gibi. bunun yanında enstrumental çalışma yapmaktan zevk alıyordum ve bunun üzerine çalışıyordum. müziğimi de bir solo proje veya grup çalışması olduğuna bakmaksızın kendi adım yerine bir başka isim altında yapmak hoşuma gitti. ayrıca biraz meçhul olmayı seviyorum.

peki ileride bu projenin grup haline gelme durumu var mı?

aslında bugünlerde bir grup olduğumuzu söyleyebilirim. konserden konsere aramıza uygun olan kim olursa katılıyor. genel olarak sahnede yalnız çalmayı tercih etmiyorum.

yeni albümünün "wriggle out the restless" 2 ay önce yayınlandı. yeni albümüne gelen tepkiler ne durumda?

gördüğüm ve duyduğum kadarıyla insanların albümden memnun olduklarını söyleyebilirim. şarkılarım radyolarda da çalınıyor. yani şanslı sayılırız.

yeni albümünde ilkine göre daha fazla enstruman kulanılmış ve bu durumda müziğinde çeşitlilik yaratmış. albümde sana destek olan arkadaşlarının albüme katkısı sadece enstruman çalma anlamında mı oldu? yoksa kendi fikirlerini de müziğine taşıdılar mı?

kesinlikle, onlar bu projeye yüksek kalitede yetenekleriyle beraber kendi fikirlerini de taşıdılar. diğer müzisyenlerle bir araya gelip albüm yapmak harika bir şey. çünkü albüm, insanların karakterleriyle beraber değişikliklere uğruyor. diğer müzisyenlerin katılımıyla bu sürecin zenginleşmesi bir elde edilen sonuçtan daha fazlası sayılır.

bir önceki soruda bahsettiğim gibi albümün soundu hakkında tek bir çizgiden bahsedemeyiz. albümü blogumda yorumlarken "earthquake" için bir trip hop denemesi demiştim. sanırım bu noktada jim barr'ın etkisi de bulunuyor. yanılıyor muyum?

jim kayıtlar esnasında şarkı üzerinde çalışmıştı ancak onun şarkıyı daha trip hop soundunda yapıp yapmadığını bilmiyorum. o kesinlikle şarkının kaydında çok iyi bir iş çıkardı ve diğer müzisyenler de şarkıyı oluştururken elinden geleni yaptı. örneğin neil smith'in gitar performansı çok iyiydi.

"wriggle out the restless" da öncekine göre daha iddialı bir albüm olarak gözüküyor. bu albümden beklentilerin neler?

albümlerimden özel sayılabilecek beklentilere sahip olduğumu sanmıyorum. sadece insanların albümümü beğenmesini umuyorum. bu da bizi ve bağlı olduğum müzik şirketini iflasa sürüklememiş olur.

ilk albümün "krulle bol"un prodüksiyonunu john parish yapmış. nasıl ayarladınız bu olayı?

john parish benim birkaç konserimi izlemişti ve ortak olan müzisyen arkadaşlarımız var. bana kendisiyle beraber bir albüm üzerine çalışmak isteyip istemediğimi sordu. daha sonra beraber italya'ya gittik ve albümü orada iki günde kaydettik. o çok yetenekli bir adam. zeki, insan ilişkilerinde son derece becerikli ve zarif biri. ayrıca zevkli bir kulağa sahip ve insana zaman kaybettirmeyecek kararlar almaya biliyor. john ile beraber albüm üzerine çalışırken ondan çok şey öğrendik.

john parish gibi önemli bir müzik adamıyla çalışmış olmanın heyecan verici olduğu kadar müzikal anlamda katkıları da olmuştur mutlaka. yanılıyor muyum?

aslında bu konuda bir önceki soruyu cevaplarken bazı şeyleri belirtmiştim. yine de bir şeyler ekleyeyim. kendisinin albümüme zarif, sevilir bir hava getirdiğini düşünüyorum. albümün kaydını yapan marco ile o, doğru yeri, soundu ve kaydı yaparken malzemenin tam olarak nasıl kullanılacağını çok iyi biliyor. albümün çoğu canlı kaydedildi ve çok çalmaya da gerek kalmadı. ayrıca john kayıtlarda biraz davul çaldı ve bu çok hoştu.

last.fm istatistiklerine göre en fazla dinlenen şarkılarından biri olan "two wooden spoons" paris'e taşındığın günlerde yazdığın bir parçaymış. bristol'den paris'e taşınman müzikal olarak sana "yeni bir nefes" aldırdı diyebilir miyiz?

genel olarak yer değiştirmek, farklı yerlerde bulunmak bana yazacak bir şeyler bulmakta yardımcı oluyor. "two wooden spoons"ı yazdığım zaman, henüz yeni bir yere gelmiştim ve çok fazla boş zamanım vardı. ancak paris'teki şimdiki yaşantım, çok fazla yazmama izin vermiyor ve bu çok sinir bozucu bir durum. sanırım bu da benim müzik üzerine daha fazla odaklanmayı, daha iyi kararlar almayı ve tercihlerde bulunmayı öğrendiğim anlamına geliyor. son olarak müziğe yeni bir nefes veren ana şeyin sadece temiz havanın kendisi olduğunu düşünüyorum.

youtube'ta şarkılarınıza ait home videoların bulunuyor. blogumda da favori şarkılarımdan olan "birchwood beaker" ve "moon"un videolarını paylaşmış ve bu videoların şarkılarındaki samimiyeti tamamladığımı belirtmiştim. yeni albümden şarkılara bu tür videolar çekmeyi düşünüyor musunuz? ayrıca videolardaki ufaklık çok şirin.

evet, devam edeceğiz. home videolardan başka video yaratacak bir bütçemiz yok. ayrıca video yapmak öğretici bir aktivite. beyninizi yeni yollar üzerinde çalışmasını sağlayarak, yaratıcı olmanızı sağlıyor. öğrenecek bir şeyler olduğu sürece bu işe devam edeceğiz.

son olarak 2010'un en iyi albümlerini seçmeni istesem...

2010'da yayınlanan ve en fazla dinlediğim albümler şu insanlara ait:

* francois and the atlas mountains
* zun zun egui
* eliote and the ritournelles
* the liftmen
* morningstar

sorularım bu kadardı. röportaj için teşekkürler ve yeni albümünle sana iyi şanslar. umarım seni bir gün türkiye'de izleme fırsatı yakalarız.

çok teşekkürler. iyi bir sohbetti. ve evet, türkiye'ye gelmeyi çok isteriz.

röportaj: k.a.
ocak'11
0 com

franka de mille: "duyguların müziğe yansıması"

son birkaç senedir last.fm'in gediklisi olsam da myspace mecrasına hiç bulaşmamıştım. ancak geçtiğimiz senenin sonlarına doğru myspace'e iliştim blog mevzuları için. myspace kullanıcısı olanlar elbette aşinadır yeni beliren sanatçıların arkadaşlık isteği yollayarak müziklerini yaymasına. ben yeni yeni yararlanmaya başladım bu özellikten ve çok da güzel işlere denk geldim. franka de mille bu güzel işlere imza atan isimlerden birisi. kanada orijinli olan ve londra'da yaşayan franka, uzun zamandır üzerinde çalıştığı debut albümünü yeni yayınlamış. aşağıda verdiği cevapları okuduğunuzda oldukça içten bir sanatçı olduğunu göreceksiniz, şarkılarında da bu samimiyet fazlasıyla hissedilebiliyor. lafı fazla uzatmadan buyrun röportaja.

merhaba franka, blogumuzun okuyucularının çoğu ismini ilk defa duymuş olacaklar. onlara biraz kendini tanıtabilir misin lütfen?

ben londra'da yaşayan şarkıcı, şarkı yazarı ve besteciyim. müziğim için yaşıyorum. müzik benim için bir tutku ve bana umut veren bir şey. müzik olmadan yaşayamam.

geçtiğimiz sonbaharda debut albümün "bridge the roads"u yayınladın. albümün yapımının uzun bir süre aldığını biliyorum. albümdeki şarkılar da bu titiz çalışmaların ürünü ve dinlenmeye değerler. bize biraz albümün yapım aşamasından ve albümden bahsedebilir misin? müziğini dinleyecek olan okuyucularımız nelerle karşılaşacaklar?

aralık ayında bir ön-satış gerçekleştirdik. uzun zamandır albümün yayınlanmasını bekleyen ve albümü satın almak isteyen insanlardan çok sayıda mailler almaya başladım. albümü bu yıl videolarla birlikte yayınlayacağız.

evet, "bridge the roads" yapması uzun zaman alan bir albümdü. bestelerimde çeşitlilik olmasından hoşlanıyorum ve mümkün olduğunca zenginleştirmek için üzerinde çalışıyorum. ayrıca detayların üzerinde fazla duruyorum. beraber çalıştığım müzisyenler ve kayıtların mümkün olduğunca en iyisi olmasını istiyorum.

klasik müzikten çok fazla esinleniyorum ve keman, çello gibi yaylı çalgılarla çalışmaktan çok hoşlanıyorum. ayrıca şarkılarımı yazarken kullandığım çok fazla müzikal esin kaynağım var çünkü çok farklı kültürlerin içerisinde yetiştim. örneğin, "birds" adlı şarkımda peru pan flütü ile beraber bodhran adı verilen bir tür irlanda davulunu kullandım. "so long"da da ud, mandolin ve bolivya charangosu ile keman ve çellonun klasik soundunu birleştirdim. olabildiğince müzikal derinlikle beraber duygusal derinliği olan şarkılar yaratmak istedim. ayrıca enstrumanları, bestelerimde yansıttığım duyguları anlatacak sembolik üslupta kullandım. mesela "so long"taki çello ağlamayı tasvir ederken, keman ise ölümü beyan ediyor.

peki bu albümden beklentilerin neler?

öncelikle, insanların yaptıklarımı beğenmesini ve albümün kişisel doğasından zevk almalarını umuyorum. şarkılarımın her biri benim bir parçam ve bu müziğe bağlı olan insanlar için çok fazla şey ifade ediyor. ayrıca dünyayı turlamak ve ikinci albümümü kaydetmek istiyorum.

ikinci olarak ise önemli vakıfları desteklememi sağlayacak finansal bir başarı elde etmek istiyorum. bu hayatta bir farklılık yapmak istiyorum.

mesajlaşmalarımızda şarkı sözlerini kendi yaşantılarından yola çıkarak yazdığını belirtmiştin. bu haliyle de "bridge the roads", oldukça samimi ve bir o kadar da kişisel bir albüm. peki franka de mille gelecekte de müziğini kişisel bir dokuda mı bizlere sunmaya devam edecek?

evet, öyle olacak. ikinci albümümdeki şarkıları yazmayı henüz bitirdim ve şarkılarım hala çok kişisel, benimle ilişkisi olan insanlar, pişmanlıklar, mazeretler, savunmalar hakkında. bir başka perspektiften şarkı yazıp söylemeyi düşünemiyorum.

kız kardeşine yazdığın "gare du nord"da şanson etkileri hissedilebiliyor. farklı zamanlarda farklı coğrafyalarda bulunman müziğini de etkilemiş olmalı. yanılıyor muyum?

kesinlikle! bu parçayı paris'te yaşayan kızkardeşim için yazmıştım. ve şarkının fransa'ya özgü bir yanı olmasını çok istemiştim. akordiyon kullanarak bu duyguyu çok güzel yansıttım. bu, ayrı kaldığımız zamanki o hüzünlü anı yansıtıyor. şarkının sözleri ise söz konusu ayrılığı anlatıyor. hüzünlü bir şarkı olmasına rağmen, şarkının bitimindeki kemanlı jig (bir tür dans müziği) ise umut mesajımı ilan ediyor. bu da bir itiraf.

esinlendiğin isimlere baktığında genel olarak ozan kültürünün etkisi altında kaldığını görüyorum. peki bu esintileri kendi sanatına ne derece yansıtabiliyorsun?

çok fazla sanatçıdan esinleniyorum. müziksel olarak kafa tutmalarımı ve bitkin duygularımı esin kaynaklarımın çalışmalarından aldım ancak kendimi sürekli yenilemeye ve kendi tarzımı yaratmaya dikkat ediyorum.

şu anda bağımsız bir sanatçı olarak çalışıyorsun, yakın dönemde bir plak şirketine bağlı olmayı planlıyor musun? bu konuda herhangi bir gelişme var mı?

evet, bu konu üzerinde çalışmakta olan bir menajerim var. yakında bu konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi olacağız. daha fazla destek almak istiyorum ancak yaratıcılığımı da muhafaza etmem gerekiyor.

müziğinde en çarpıcı noktalardan biri de sesin. ve sesinin rengini genel olarak patti smith'e benzetiyorum. patti smith, müziği olduğu kadar kalemi de kuvvetli bir sanatçı. ve kendisini manevi anne olarak görüyorsun, seni bu kadar etkileyen noktaları neler?

bu çok büyük bir övgü, çok teşekkürler! patti smith'e kesinlikle tapıyorum.

o, entelektüel, kültürlü, duygusal olarak cesur ve sözünden dönmeyen güçlü bir kadın. kadın olarak pozitif esinlenmelere sahip olmaya, rol modeli olarak arzulanmaya ihtiyacımız var, eğer bu gibi şeylere kişisel yaşantımızda sahip değilsek onları başka bir yerlerde ararız. patti smith' e gerek kadın, gerekse bir sanatçı olarak her zaman hayran olmuşumdur. o, beni güçlü olmam ve kendim olmam için cesaretlendiriyor. ayrıca o nasıl bir sestir. telefon rehberini bile okusa büyülenebilirim!

ayrıca senin bir woody allen fanı olduğunu biliyorum. kendisi son dönemde bildiğin üzere londra'da da filmler çevirmeye başladı. hatta bu yıl gösterime girecek olan "you will meet a tall dark stranger" londra'da çekildi. peki sen kendisinin hangi filmlerinden daha çok hoşlanıyorsun?

woody allen filmlerini çok seviyorum. hayatında, kadınlardan esinlendiğini düşünüyorum. ve filmlerini esinlendiği bu kadınlara göre kategorilendirebilirsiniz: "diane keaton dönemi", "mia farrow dönemi" ve "soon yi dönemi".

"diane keaton dönemi"nde "annie hall", "manhattan" ve "interiors"u çok seviyorum. ayrıca "mia farrow dönemi"nde "crimes and misdemeanours" ve "alice"i çok beğeniyorum. ancak benim favorim "purple rose of cairo". bu çok nüktedan ve düşünceleri kamçılayan, inanılmaz ve aynı zamanda gerçek olan bir film. dahiyane!

woody allen ayrıca yaptıklarıyla bir sanatçının örnek alacağı bir isim. nevrozu ve cefayı sanatına çok iyi yansıtıyor. bu da filmlerini izledikten sonra elde edilenleri çok daha önemli kılıyor.

sorularımı yanıtladığın için çok teşekkür ederim. umarım debut albümünle daha çok kişinin dikkatini çeker ve istediğin noktaya ulaşırsın. eklemek istediğin bir şey var mı?

iyi dileklerin için ve ayrıca bana zaman ayırıp bu güzel soruları hazırladığın için çok teşekkür ederim. blogun için zaman ayırmak benim için bir zevkti. turdayken türkiye'ye kesinlikle geleceğim ve bunun için sabırsızlanıyorum. çok güzel bir ülkeniz var ve sizleri çok seviyorum!!!

www.frankademille.com
www.myspace.com/frankademille

sorular: k.a.
ocak 2010
0 com

icelandic wonderbrass: "artık kendi ayakları üzerinde"

canımız ciğerimiz björk, 2007'de "volta" albümünü kaydederken yanına kendilerine wonderbrass adını veren ve 10 hatundan oluşan bir grup aldı. albümün kayıtlarından sonra çıktığı ve 2008'in 3 ağustos'unda da istanbul'a uğradığı bu turnede björk'e wonderbrass kızları eşlik etti. myspace'te profiller arası dolanırken gruptan erla axelsdóttir'a rastladığımda attığım ilk mesaj kendilerini çok kıskandığımdan ibaretti. düşünsenize björk ile dünyayı turlamak, harika bir şey olmalı. o da cevabında bu turdan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. sonrasında ise grup hakkında biraz daha fazla şey öğrenmek için röportaj talep ettim, kendisi de isteğimi kırmadı ve zaman ayırarak sorularımı cevaplandırdı.

merhaba erla, kendini okuyucularımıza tanıtabilir misin?

merhaba, ben erla axelsdóttir ve fransız kornosu (french horn) çalıyorum. björk ile beraber 1.5 yıldır dünyayı turlayan wonderbrass'ın üyesiyim. şu sıralar izlanda sanat akademisi'nde beste/derleme bölümünde okuyorum.

icelandic wonderbrass, björk tarafından kurulan bir grup. peki bu kuruluş aşaması hakkında bizi biraz aydınlatır mısın? björk sizlerle nasıl temasa geçti?

björk öncelikle izlanda senfoni orkestrası'nın üyeleriyle "volta" albümü için pirinçli çalgılarla beatler kaydetmişti. sonrasında bu çalgıları ona turu boyunca eşlik edecek kızların çalmasını istediğini farketmiş. orkestra üyelerinden pirinçli çalgıları çalabilecek kızların telefonlarını istemiş. daha sonra asistanı bizleri aradı, eğer kendisinin yeni albümünde ve 1.5 yıl sürecek turnesinde björk ile beraber çalmak isteyip istemediğimizi sordu ve bizleri provalara davet etti.

grupta yer alanlardan beşimiz (ben, björk, særún, sigrún ve sigrún) uzun yıllardır arkadaşız. ayrıca gruptan harpa ile bergrún birbirlerini daha önceden tanıyorlar, her ikisi de reykjarnes'ten geliyor. aslında önceden tanışmasak da birbirimizi tanıyor gibiyiz. çünkü izlanda'daki bayan pirinç çalgıcıları çok da fazla değil.

björk ile beraber albüm hazırlamak ve daha sonra dünya turnesine çıkmak rüya gibi bir şey olmalı. peki tüm bu macera bir müzisyen olarak sana neler kattı?

sahne performansı hakkında çok şey öğrendik. oldukça kalabalık bir seyirci topluluğu önünde nasıl hareket edilmesi gerektiğini öğrendik.

havaalanlarında beklerken, otobüslerde seyahat ederken ve soundcheckleri beklerken çok fazla zaman geçirdik. dolayısıyla sabırlı olmayı öğrendik. ayrıca evden bu kadar zaman uzak kalmak da sahip olduğumuz şeylerin değerini anlamamızı sağladı.

2003 yılı başından 2008'e kadar sürede tuttuğun bir blogun olduğunu gördüm. hatta blogun volta tour'un ilk senesinde gittiğin yerlerdeki izlenimlerinden de bahsetmişsin. bloga devam etmediğin için istanbul hakkındaki izlenimlerini okuyamadık. istanbul hakkında izlenimlerin neler? şehri gezme fırsatınız olmuş muydu?

şehri biraz turlama ve istanbul'un ancak bir kısmını görme fırsatımız oldu. çünkü istanbul'da 2 gün kaldık ve bu süre içerisinde de sadece turistlerin yapabileceği şeyleri yaptık, istanbul'da adeta birer süper turist gibiydik. ileriki zamanda bir defa daha bu şehre gelmek ve istanbul'un turistik olmayan taraflarını da görmek eğlenceli olur gibime geliyor. hatırladığım kadarıyla, gezdiğimiz mekanlar avrupa ve asya kültürlerinin karışımları gibi gözüküyor. çünkü istanbul hem asya hem de avrupa'da topraklara sahip.

wonderbrass, sadece "volta" için bir proje miydi? yoksa björk'ün yeni albümlerinde de yer alacak mısınız?

björk'ün gelecekte ne yapacağını asla bilemezsiniz. ancak biz "volta" albümünün bir parçasıydık. björk olmadan da müzik yapmak için biraraya geliyoruz.

o halde icelandic wonderbrass olarak bir albüm yayınlama düşünceniz var mı?

bunun üzerine gerçekten de çok düşünüyoruz ve bir gün gerçekleştirmek istiyoruz. şu ana kadar birkaç parça kaydettik ancak daha gideceğimiz çok yol var. bu nedenle de gelecek myspace sayfamızı takip edin lütfen.

wonderbrass haricinde başka müzikal projelerin var mı?

evet, ben ve gruptan sigrún jónsdóttir'in beraber çaldığımız grup var ve adı da vé. grup olarak ilk şarkımızı henüz bitirdik ve şarkının çok yakında myspace sayfamızda olacağını umuyorum. lütfen myspace.com/this.is.ve linkini kontrol edin.

www.myspace.com/icelandicwonderbrass
www.facebook.com/pages/the-icelandic-wonderbrass

sorular: k.a.
ocak 2010
0 com

seabear: "bir müzisyenin rüyası"

seabear, son dönemlerde izlanda'dan çıkan ve çok dikkat çeken gruplardan biri. ilk olarak sindri már sigfússon'un solo projesi olarak yola çıkan grup daha sonra yeni elemanların katılımıyla büyüdü ve 7 kişilik bir grup haline geldi. debut albümleri "the ghost that carried us away" genel olarak sindri'nin yazdığı şarkılardan oluşuyordu. mart ayında çıkacak olan yeni albümleri "we built fire"da ise ilk defa grubun soundunu dinliyor olacağız. geçtiğimiz cuma akşamı izlanda'da múm ile beraber sahne alan grubun beyni olan sindri'yi bu geçiş döneminde yakaladım ve sorularımı yönelttim.

merhaba sindri, bu röportajı yanıtlamadan önce neler yaptın?

akşamdan kalma olarak uyandım. kız arkadaşım, kızım ve bazı arkadaşlarımızla beraber öğle yemeği yedik. ardından hep beraber ailemin evine pizza yemeye gittik. her pazar orada toplanıp akşam yemeği için pizza yapıyoruz ve yiyoruz.

sin fang bous adı altında bu sene çıkardığın debut albümde tüm enstrumanları tek başına çaldın. seabear da tek başına başladığın bir projeydi. tüm enstrumanları çalabiliyorken, seabear'ı grup haline getirme kararı almandaki nedenler neler?

tüm enstrumanları çok iyi çalamıyorum. ve bir grupla müzik yapmak oldukça farklı bir şey. böyle olunca da müzik tüm bu filtrelerden geçiyor. ayrıca aynı iş üzerinde diğer insanlarla çalışmak oldukça eğlenceli ve yapmaya değer oluyor.

önümüzdeki aylarda çıkaracağın yeni albüm "we built fire"da soundun daha fazla rock olacağını açıkladın. sounddaki bu değişikliğin ardında grubun kalabalıklaşması olduğunu düşünüyorum, yanılıyor muyum?

evet çok doğru. ayrıca turneden sonra pek çok şey değişti.

peki bize biraz yeni albümünüz "we built fire"dan bahsedebilir misin?

tabi ki. bana göre yeni albümümüz biraz daha fazla rock sounduna ve yoğun düzenlemelere sahip. ancak bir albüm üzerinde çok fazla çalıştığın zaman, bir nevi bu şarkıları senin gibi milyon kere dinlememiş insanların gözünden şarkıların nasıl olacağı hakkında bakış açını kaybediyorsun.

yeni albümdeki şarkıların yazımında herkesin katkısı var mı?

şarkıları prova aşamasında ve turdayken hep beraber yazdık.

sin fang bous, bu sonbaharda mum'un açılış grubu olarak usa turnesinde yer aldı. yanılmıyorsam bu amerika'daki ilk turnendi .insanların müziğine tepkileri nasıldı?

çok iyi olduğunu söyleyebilirim. bu tur gerçekten çok hoşuma gitti.

nick cave'in berber koltuğuna oturmaktan pek hoşlanmadığını okumuştum. benim için de o koltuk oldukça sıkıcı. aynı şekilde hastane yatağı da. bir dönem hastanede yatmak zorunda kaldığını biliyorum. ilk albümdeki "hospital bed" o günlere ithafen yazılmış bir şarkı mı?

bu şarkıyı çok uzun zaman önce yazmıştım. dediğin gibi benim hastanedeki deneyimlerime dayanarak yazdığım bir şarkı. hastanede bir dönem yattım ve ardından birkaç yıl boyunca doktorları düzenli olarak gördüm. tüm bu deneyimler de "hospital bed"de yazıya döküldü.

bir röportajında okuduğuma göre müziğe pek erken başlamamışsın. hatta seabear'ın debut albümünün ilk şarkısının ("good morning scarecrow") girişinde kullandığınız çocukluğunuza dair kayıtlarda "ben şarkı söyleyemem" diyormuşsun. şu anda da iki farklı projenin sahibisin ve pek çok dinleyenin var. nasıl oldu tüm bu gelişme?

çok çalıştım ve hiç pes etmedim. hala daha çok çalışıyorum ve bazı günler iş dışında hiç bir şey yapmıyorum diyebilirim. ancak müzisyen olmak benim için büyük bir rüyaydı. ve şuna inanıyorum ki eğer hayal ederseniz bunu gerçekleştirebilirsiniz. sadece çok çalışın ve işlerin iyi gitmediği zamanlarda bile pes etmeyin.

geçtiğimiz aylarda reykjavik'te bir resim sergisi açmışsın. seabear, sin fang bous, görsel sanatlar ve resim. bu kadar projelerin hepsine birden nasıl zaman bulabiliyorsun?

akşamları zamanımı çizim ve resme ayırıyorum ve bundan çok hoşlanıyorum

senin bir tom waits fanı olduğunu duymuştum. peki bir tom waits parçasını coverlamak istesen hangisi olurdu?

aslında tom waits coverı yapmayı şu ana kadar hiç düşünmedim. çok özel bir stili ve sesi var ve bence onun şarkıları coverlamak manasız olur. yine de bir seçim yapacak olsam "alice"i seçerdim.

izlanda müzik piyasası bence çok özel bir piyasa. bu küçük ülkeden pek çok güzel müzik yapan sanatçılar ve gruplar dünya müziğine açılıyor. ülkemizde de izlandik müziği seven insanlar var. peki sizi bu kadar özel kılan, insanların dikkatini size çeken şeyler neler?

pek emin değilim. buradaki müzik piyasası gerçekten de çok iyi. insanların birbirinden esinlenmesi bunun nedenlerinden biri olabilir.

2009 yılının en güzel 5 albümünü seçmeni istesem...

1. fever ray - fever ray
2. dirty projectors - bitte orca
3. grizzly bear - veckatimest
4. anthony and the johnsons - the crying light
5. animal collective - merriweather post pavilion

yeni albümünüzde başarılar diliyorum. umarım albümün ardından ülkemize de gelirsiniz. röportaj için çok teşekkürler.

iyi dileklerin için sana çok teşekkür ediyorum. ayrıca türkiye'de konser vermeyi ben de istiyorum.

www.myspace.com/seabear

sorular: k.a.
aralık 2009
0 com

kristin asbjørnsen: "melodiler arası bir seyyah"

sanıyorum çoğumuz kristin asbjørnsen ismiyle bent hamer'ın 2005 tarihli filmi "factotum" sayesinde tanıştık. bukowski ile ilgili yapılan filmlerin arasında ayrı bir yere koyduğum "factotum"'u özel kılan noktalardan biri de filmin soundtrackiydi. bukowski'nin şiirlerinden yola çıkarak filme müziğiyle katkıda bulunan kristin asbjørnsen ve grubu dadafon, o tarihten bu yana hep ilgimi çekti. daha önce bir başka projede röportaj yapmak için temasa geçtiğim asbjørnsen ile rötarlı olarak söyleşebildik. kendi adıma çok keyif aldığım bir röportaj oldu, umarım siz de beğenirsiniz.

merhaba kristin, nasılsın? bugün neler yaptın?

çok iyiyim, teşekkürler. bu gece berlin'den sağ salim dönüş yaptım. dün advent töreninin (christmas'tan 4 hafta öncesi yapılan kutlamalar - koray) bir parçası olarak brandenburger tor'da çalmıştım. bugün ise yeni yıldaki konserlerimi organize etmekle meşgulüm. bu konserler fransa, almanya ve umarım istanbul'da olacak.

peki, röportaja yeni albümünüzle başlayalım. "wayfaring stranger", gospel ve afro müziğin etkileri hissedilen başarılı bir albümdü. bu albümünüzde yine aynı müziğin etkilerini görmek mümkün. ayrıca bazı parçalarda kuzey afrika ve orta doğu müziğinden esintileri de hissedebiliyorum (örneğin "afloat"). coğrafyalar arası yolculuk eden yabancı kimliğiniz devam ediyor, yanılıyor muyum?

müziğimde çok farklı elementler duyduğun için çok memnunum. insanlar benim müziğime çok farklı açılardan yaklaşıyorlar. benim için durum, yapabileceğim en iyi müziği yapmaya çalışmaktan ibaret. müzisyenlerim de ben de pek çok değişik müzik türünden ilham alıyoruz.

yeni albümümde şarkıları piyano ile yaptım ve albüm daha fazla ozan geleneğine bağlı kaldım. ancak senin de albümde hissettiğin gibi çeşitli akımlar bulunuyor. albümdeki düzenlemeler daha önceki çalıştığım ruhani materyallerden esinlenerek hazırlandı. bu materyallere referans olarak da uzun zamandır beraber çalıştığım tord gustavsen ile önceki çalışmalarım olan factotum soundtracki ve dadafon'u gösterebilirim.

"the night shines like the day" önceki albüme göre çok daha fazla melodi barındırıyor ve daha çok jazz temelleri üzerine kurulu. bu yapının oluşmasında albümde tuzu olan müzisyenlerin payı ne kadar?

şarkıları piyanom ile yaptım. ancak müzik, kendi içerisinde gelişerek çok belirgin bir grup sounduna sahip oldu. mesela ngoni/konting'in (bir batı afrika gitar enstrumanı) sesini doğrudan duyabiliyorum ha keza yıllardır benim için oldukça önemli olan müzisyenlerin yarattığı soundu da. müziğimin bu kadar güzel olmasına katkıda bulunan müzisyen arkadaşlarıma çok minnettarım. albümün soundunun daha fazla veya daha az jazz olmasını üzerinde çalışırken hiç düşünmemiştim, önemli olan nokta şarkıları destekleyecek en iyi yolu araştırmaktı. düzenlemeler ve yeni yaklaşımlar keşfetmek üzerinde hepimiz fazlasıyla çalıştık. sonunda da şarkılar, müzisyenler arasında neşeli etkileşimle beraber güzel tonlara ve zengin bir dokuya sahip oldu.

şarkıların doğduğu haldeki gibi basitliği ve sıcak samimiyetini koruması oldukça önemliydi. ancak aynı zamanda şarkılarımın dans edilebilir ve duygulu bir şekilde akıyor olmasını da istedim.

ayrıca size "moment" adlı parçada norveç müziğinin önemli isimlerinden nils petter molvaer eşlik etmiş. bu, sizin adınıza oldukça keyifli ve önemli olmalı?

ben nils petter'in müziği yorumlamasına ve müziğe olan yaklaşımına aşırı derecede düşkünüm. onun soundu beni çok etkiliyor. "moment" için beraber çalışırken trompetinin şarkıya olan katkısını ve şarkıyı ne kadar harika bir hale getirdiğini duydum. bu çalışmanın bir parçası olmak istediği için çok mutluyum.

yeni şarkılar yazmaya başladınız mı?

şu sıralar “the night shines like the day” albümümün turnesinin ortasındayım. gelecek yıl repartuarımı karıştıracağım, ilahileri kendi şarkılarımla birleştireceğim. yeni şarkılar üzerinde yavaşça çalışıyorum, bu nedenle de yeni albümümün çıkması zaman alacak.

önceki çalışmalarınızda walt whitman, charles bukowski ve çeşitli norveçli yazarların şiirlerini kullandınız. "the night shines like the day" albümünüzde ise tüm sözler size ait. harika müziğinizi tamamlayan sözleri yazarken nelerden ilham alıyorsunuz?

“the night shines like the day”, tüm liriklerini benim yazdığım ilk albümüm. söz yazma aşaması zorlu ancak verimli bir süreçti. müzikle şarkılar arasında call and response tekniğini denedim. bazen bu birkaç sözcükle başladı ve sonra piyanonun başında otururken melodiler ve armoniler yaratırken bir anda lirikler yazmaya başladım. çok yaratıcı bir diyalog oldu. albümüm umudun yolculuğu, hayatın dönüşen ve kuşatan anlarından ibaret. ve sözler aşkın kuvvetli etkilerini taşımakta.

batı afrika ve de özellikle mali müziğinden hoşlandığınızı ve şarkılarında bu coğrafyadan esintiler sunduğunuzu biliyorum. norveç'e oldukça uzak olan bu bölgenin müziğinde sizi çeken şeyler neler? örneğin ben ali farka toure'nin ry cooder ile beraber yaptığı "talking timbuktu" albümünü çok seviyorum. albümdeki ezgilerin toure'nin sesiyle olan uyumu bence mükemmel.

evet, "talking timbuktu" gerçekten de mükemmel bir albüm. ve insanları mali müziğine çeken bir albüm.

beni mali müziğine çeken ise malili şarkıcılardı. bundan 10 yıl önce, norveç'te bir festivalde kandia kouyate'yi keşfettim ve bir an önce mali'ye gitmem gerektiğini anladım. o konserden 2 ay sonra tek başıma mali'ye gittim. ve daha sonra orada 5 sefer daha bulundum. mali, çok farklı müzik türlerine ve çok farklı şarkı söyleme yaklaşımlarına sahip bir ülke. ayrıca mali'nin zengin dokuya ve insanı mantra türü moda sokabilecek motivasyona sahip müziğini çok seviyorum. ngoni ise favori enstrumanım.

nymark collective ile beraber bessie smith şarkılarını seslendirmiştiniz. 2 sene önce konserler verdiniz ve bu konserler bir albüm haline geldi. peki bu konser fikri nereden doğdu?

molde uluslararası jazz festivali, 2005 yılında nymark collective ve beni bessie smith üzerine özel bir proje için davet etmişti. 2 yıl sonrasında ise beraber birkaç konser verdik ve bunları kaydettik. canlı kayıtlara sahip olduğumuz için çok mutluyduk. daha sonra da bu kayıtlardan bir albüm yapmaya karar verdik. bu şarkılara ve orkestraya gerçekten de çok düşkünüm.

peki ileriki dönemde sizin müzikal yaşamınıza yön veren isimlerden olan ruth reese anısına benzer bir proje yapmayı düşünüyor musunuz?

büyük sanatçı ruth reese'den bana çok fazla ilahi sayfaları miras kaldı. onunla 20 yıl öncesinde buluşmak benim için oldukça önemliydi. “wayfaring stranger – a spiritual songbook” albümümde eski afro-amerikan ilahileri kendim yorumlayarak bu mirası sonuçlandırdım. sanıyorum günün birinde yeni bir ilahi albümü daha kaydedeceğim, şu anda da konserlerimde yeni ilahileri çalıyorum.

önceki gruplarınızdan kvitretten jazz sounduna, dadafon ise jazz, rock ve folk öğelerini harmanlayan bir sounda sahipti. ayrıca bir diğer grubunuz krøyt'un müziği ise ambient havasındaydı. şu anda ise çoğu müzikten ilham alan bir soundunuz var. dinlediğiniz şeyler çok farklı türde olmalı?

evet, çok farklı müzikler dinliyorum. kilisede gospel müzik, ilahi söyleyerek ve çoğu ozanı dinleyerek büyüdüm. daha sonra çağdaş jazz üzerine eğitim aldım ve son yıllarda ise çok fazla batı afrika müziği dinlemekteyim. şu günlerde ise omo sangare ve nahawia doumbia dinliyorum.

son birkaç yıldır dadafon'dan haber alamıyoruz. dadafon'la çalışmaya devam etmeyeceksiniz sanırım?

şu sıralar tamamen solo kariyerime odaklanmış durumdayım. ancak bazı konserlerimde 2 dadafon şarkısı söylüyorum. şu anda gitaristim olan jostein ansnes aynı zamanda dadafon'un da bir parçasıydı ve ikimiz beraber çoğu dadafon parçasını yaptık. ikimiz de dadafon soundu ve enerjisini yeni projelerimde de devam ettirdiğimizi hissediyoruz.

sizinle ilgili dikkatimi çeken bir diğer nokta ise kilise ve katedrallerde konser veriyor olmanız. bu deneyimlerden bize biraz bahsedebilir misiniz?

çeşitli yerlerde konser vermeyi çok seviyorum. ilahi gibi materyalleri davet edildiğim küçük kilise, katedral, jazz kulüpleri, rock festivalleri gibi çeşitli yerlerde icra etmek gerçekten de harika. kiliseleri, kutsallığı, tarihe sahip oluşu ve çok yıllık yaşam bilgeliğine sahip oluşu nedeniyle seviyorum. ayrıca hayatı ifade eden seyahat şarkılarımın bu ortamlarda daha çok işlediğini düşünüyorum. benim ana projem her zaman kutsal bir yerde müzik yapmak.

"factotum" öncesinde bukowski ile pek içli dışlı olmadığınızı okudum. bu proje ortaya çıktığında bukowski'nin çoğu şiirini okumuşsunuz. peki aralarından "slow day" ile "i wish to weep"'i seçme nedenleriniz neler?

bukowski ile yolum, bent hamer'ın bana okumam için yolladığı şiirlerle kesişti. onu okumaya “what matter most is how well you walk true the fire” ("ateşin içinden ne denli iyi yürüdüğündür mesele" - bukowski'nin türkçeye "kimse bilmez ne çektiğimi" adı altında çevrilen kitabında yer almaktadır - koray) şiiriyle başladım. ve içerisinde bana kişisel olarak doğrudan nüfuz eden kısımlar buldum. şiirlerle uğraşmaya başladığımda ise şiirin beni etkilemesi ayrıca müzikal hale kolay gelebilmesi gerekiyordu. çoğu bukowski şiiri kolayca müziğe oturtulacak yapıda değil. bu nedenle de kısa cümlelere sahip olduğundan ve müzikal olarak beni hemen etkilediğinden bu ikisini tercih ettim. böylece kendi stilimi ve yorumumu soundtrack'e dahil etmiş oldum.

bent hamer, filmi için soundtracki kimin hazırlayacağını planlarken sesinizin 'kadın' tom waits ile janis joplin gibi olduğunu, chinaski'ninki gibi samimiyete ve atmosfere sahip olduğunu düşünmüş ve "işte bu" demiş. siz de ortaya harika bir iş çıkarttınız ve filmi güzel müziklerinizle süslediniz. ayrıca soundtrack albüm ile ben dahil çoğu dinleyiciyi kendinize çektiğinize inanıyorum. sizin açınızdan "factotum soundtrack" nasıl bir etki yarattı?

bent hamer'a beni bu soundtracki yapmam için fırsat verdiğinden çok çok minnettarım. bundan öncesinde hiç soundtrack albüm hazırlamamıştım ve bu, her ikimiz için de çok büyük bir riskti. şu anda ise pek çok insandan, müziğimi factotum ile keşfettiklerine dair tepkiler alıyorum ve bu bana çok şey ifade ediyor. uzun yıllardır müzik yapıyorum ve 15 tane yayınlanmış albüme sahibim ancak "factotum" bu çalışmalar içerisinde özel bir yere sahip oldu. ve en önemlisi "factotum"'u yaparkenki müzikal süreç, kendi müzikal yolculuğumda çok önemli. ilahilerle olan çalışmalarıma ve kendi şarkılarıma ilham verdi. kısacası "factotum"'u yapmak beni olgunlaştıran bir süreçti.

peki hamer'ın tom waits ile janis joplin yorumuna katılıyor musunuz? bu iki isimle aranız nasıl?

bent hamer'ın ne demek istediğini çok iyi anlıyorum ve bunun çok güzel bir kompliman olduğunu düşünüyorum. bu büyük sanatçılar, benim ne tür bir dünyaya ait olduğum duygusunu insanlara kolaylıkla gösterebilecek isimler. elbette her ikisini de sıklıkla dinliyorum ancak çoğunlukla batı afrikalı müzisyenleri dinlemekteyim.

film için müzik hazırlamanın zor bir iş olduğunu düşünüyorum. ancak siz bu zorluğu başarıyla atlattınız. peki ilerisi için bir soundtrack teklifi alırsanız bunu değerlendirir misiniz?

"factotum" için müzik yazmak benim için gerçekten de zorluydu. ancak bu süreçten çok fazla şey öğrendim. bu gerçekten ilham verici bir süreçti. kendimi genel olarak bir şarkı yazarı ve şarkıcı olarak görüyorum ancak günün birinde bir filme ekleyebileceğim hoş şeyler olduğunu hissettiğim zaman yine bir soundtrack yapabilirim.

bana nisan ayında bir festival kapsamında istanbul’da çalma olasılığından bahsetmiştiniz. gerek dadafon ile gerekse tek başınıza avrupa’nın pek çok yerinde konser verdiniz ancak sizi burada henüz izleyemedik. umarım aksilik olmaz, gelirsiniz ve şarkılarınızı beraber söyleriz.

nisan'da istanbul'a gelmeyi çok istiyorum. ruhani şarkılarım ve müzisyenlerimle beraber bunu dört gözle bekliyorum ;) söz konusu konser planı şu günlerde kesinleşecek ve seni bu konuyla ilgili haberdar edeceğim. daha önce hiç istanbul'a gelmedim ve duyduğum kadarıyla istanbul harika şehirlerden birisiymiş!

www.kristinsong.com
www.myspace.com/kristinasbjornsen

sorular: k.a.
aralık 2009
0 com

bugge wesseltoft: "sesin güzelliğine erişmek"

geçtiğimiz haftalarda beady belle ile norveç jazzının son dönemlerinden ve gelişiminden dem vurmuştuk. bu sefer de sorularımızı o piyasanın üstadlarından olan bugge wesseltoft'a yöneltelim istedik. öğünç kardeşim röportajı ayarladı, beraber pişirdik siz de afiyetle yiyiniz.

merhaba bugge, son zamanlarda neler yapıyorsun?


son iki yıldır solo piano ve laptop performansı üzerine çalışmaktayım. ayrıca 2007'de "im" ve bu yıl içerisinde de "playing" albümümü yayınladım.

ilk olarak yeni projeniz gubemusic'ten bahsedelim. gubemusic, anladığım kadarıyla dinleyicilerle etkileşimde olan ve çeşitli coğrafyalardan jazz, deneysel müzik gibi janrlardaki eserleri bu türün dinleyicilerine sunan bir site. yanılıyor muyum?

haklısın. gubemusic, yüksek kalitede müzik ve ses dosyaları ile öneriler üzerine kurulu bir websitesi. bu proje ile jazz, deneysel müzik, dünya müziği ve klasik müzik hakkında evrensel bir ağ kurmaya çalışıyoruz.

yeni albümünüz "playing"'in adını ilk duyduğumda yeniden new conception of jazz kapsamında bir albüm çıkaracağınızı düşünmüştüm. ancak albümü dinlediğimde ilk albümdeki gibi minimal bir soundla karşılaştım. "playing"'e bakarak köklere döndüğünüzü düşünebilir miyiz?

"playing" ve "im" albümlerim piyanonun o harika sesine birer saygı albümüdür. uzun yıllardır uğraştığım groove yönelimli müzikten sonra sesin güzelliğine yoğunlaşmak istedim. bana göre piyano mükemmel bir enstruman.

new conception of jazz olayından solo kariyerinize ağırlık vermenizin nedenini akustik piyanoya dönüş yapmak istemeniz olarak biliyorum. peki bundan sonra jazza yeni konsept sunmayacak mısınız?

gelecekte tekrar grup projelerinde bulunacağım. hatta şimdiden birkaç planım var.

son albümünüz "playing"'in kapağına bir matematikçi gözüyle baktığımda kesişen kümeler görüyorum. peki yaşadığımız hayatla sizin müziğinizin kesiştiği noktalar neler?

müziğimin yaşamı yansıttığını ve onu açıkladığını umuyorum. bence müzik hayatın bir parçası ve müziğin günlük yaşama önemli bir şekilde katkısı olmalı. ayrıca müzik kültürler ve dinler arasında aşkı ve iletişimi taşıyor ki bunu çok seviyorum!

avrupalı jazz eleştirmenleri senın nu-jazz'a yeni bir soluk getirdiğini, özellikle avrupa jazzının gidişatını değiştirdiğini dile getiriyolar. benim merak ettiğim, senin müziğe başlarken böyle büyük hedeflerin var mıydı? yoksa sadece yenilikçi bi müzisyen olarak mı anılmak niyetindeydin?

benim hep iyi, ciddi ve sürekli ileriye dönük olarak anılan bir müzisyen olmak gibi bir rüyam vardır. jazzın gidişatını değiştirdiğime katılmıyorum ancak jazza farklılık getiren hareketin bir parçası olduğumu biliyorum. bu hareketin içerisindeki insanlar nils petter molvaer, diğer norveçli dostlarım, erik truffaz ve diğer fransız arkadaşlarım, türkiye'den ilhan erşahin, mercan dede, baba zula ve diğerleri. hepimizin ortak olarak yaptığı şey müziği canlı bir şekilde harmanlayarak müziğe yeni yönler vermek.

"new conception of jazz" albümünün ardından eleştirmenler seni miles davis ve diğer ikonlarla karşılaştırmaya başladılar. hemen hemen bütün jazz dergilerinde senden söz edilir oldu. bütün avrupa'da konserlere çıktın. bu albüm ve turne sonrası insanların senden beklentilerinin artması şarkı yazımında seni negatif yönde etkiledi mi? yenilikçi olmak adına köklerini kaybedebileceğin duygusuna kapıldın mı?

çok şükür ki hala müziğimi ve müzik vizyonumu hiç durmadan geliştirmeye çalışıyorum. her zaman düşündüğümden daha fazla üne sahibim ve gerçekten de bu meseleye pek takılıyor değilim. kendimi bir müzisyen ve sanatçı olarak geliştirmeye çalışmak müzikal hayatımdaki ana maddeler.

norveçli müzisyenlerin özgün yapıtlar vermelerınde senin bir itici güç hatta model olduğun bir gerçek. senin açtığın yoldan cesaret alarak birçok isim müziklerinde daha rahat hareket alanı buldu. peki müziğe başlarken seni bu derece deneysel olmaya iten etkenler nelerdi?

yeni norveçli müzisyenlerin model alacağı pek çok isim var. bu da norveç müziğinin nesilden nesile sürekli gelişmesine neden oluyor. bence bu oldukça önemli bir nokta. benim müziğimi yaparken deneysel olma nedenim ise müzikte yeni ve taze bir şeyler yaratmak isteğim.

peki geçtiğimiz ay röportaj yaptığımız beady belle norveç jazzıyla ilgili olarak jazz unsurları üzerinde oynayabilme rahatlıkları olduğunu, bunun da müziğe değişik bir hava katttığını söyledi. sen plak şirketi sahibisin aynı zamanda. demolarını sana yollayan yeni gruplarda bu rahatlığı görüyor musun?

kişisel olarak hep yeni şeyler denemeyi arzuluyorum. tabi bunu yaparken de müziğin geçmişini bilmeniz, müzikal zekanız ve tekniğiniz olmalı. gerekli olan ise tüm bunların kombinasyonu.

müzik yaşamınızda yapmış olduğunuz çalışmalarda jazza yeni bir boyut getirmeye çalıştınız ve bunda da başarılı oldunuz. peki geleceğin jazzı hakkında öngörüleriniz neler?

kişisel fikrim, şu ana kadar sadece genel olarak elektronik jazzın ve müziğin başlangıcını gördüm. bu, yepyeni ve gelişmeye açık bir müzik. şimdiden ben de dahil çoğu sanatçının canlı döngülerle ve müziğin diğer canlı müzik odaklı manevralarıyla çalıştığını görüyorum. bu çok heyecanlandırıcı!

bugge, bugüne kadar birçok isimle çalıştın, ortadoğu müziğine de ilgini hiç saklamadın. arif sağ, belkıs akkale gibi türk müzisyenlerini sevdiğini de röportajlarında dile getirdin. günün birinde herhangi bir türk folk sanatçısıyla bir şeyler yapmayı planlıyor musun?

bunu gerçekten de umuyorum. orta asya müziğini çok seviyorum. çok derin, ihtiraslı ve güzel müzik. bunu gerçekleştirirsek şu anda batı'da eksik olan kültür ve tarihi rahatça hissedebiliriz.

şarkı yazarlığı, canlı performanslar, plak şirketi sahipliği ve prodüktörlük... müziğin çeşitli alanlarında aktif şekilde bulunmaktasın. peki senin en rahat ve en stresli olduğun alan bunlardan hangisi?

en keyifli yanı insanlara konser vermek. ayrıca seyahat etmek, yeni yerler görmek ve yeni insanlarla tanışmak. en stresli yanları ise havaalanları ve kağıt üzerindeki çalışmalar.

sorularımızı cevapladığın için çok teşekkürler bugge. eklemek istediğin bir şey var mı?

müzik aşkı ve anlayışı taşıyan evrensel bir dildir.

http://www.gubemusic.com
http://www.myspace.com/buggewesseltoft

sorular: öğünç inan & k.a.
kasım 2009
0 com

blindfold: "hayat yolunda savrulan bir cevizkabuğu"

blindfold, bir önceki yazımda bahsettiğim gibi londra'da yaşayan izlandalı bir grup. kendi adlarını taşıyan ilk albümlerini 2005'te yayınladılar. yeni albümleri "faking dreams" ise mart ayında satışa çıktı. grubun vokalisti biggi'ye ampop dönemlerini pas geçip sadece yeni grubu üzerine sorularımızı yönelttik ve kendisi de tüm samimiyetiyle cevapladı.

öncelikle internet üzerinde hakkınızda çok fazla bilgi yer almıyor. myspace ve çeşitli bloglar üzerinden bilgi edinebildim. gizemli olmayı mı tercih ediyorsunuz? yoksa birer gizli kahraman falan mısınız?

hehehe müziğimizin biraz gizemli olmasına rağmen biz oldukça sıradan insanlarız.

bu satırları okuyacak olanların çoğu hakkınızda bilgi sahibi olmayabilir, belki de blindfold adını ilk kez duymuş olacaklar. sıkıcı bir soru olduğunu biliyorum ancak biraz grup hakkında okurlarımıza bilgi verebilir misiniz?

blindfold, londra'da yaşayan bir izlandalı grup. şu ana dek yayınlanmış 2 albümümüz bulunuyor. aslında blindfold benim solo projemdi ve bu projede çeşitli sanat ortaklıkları ve kısa filmler için müzikler yapıyordum.

yeni albümünüz "faking dreams" kısa bir süre önce yayınlandı. şu sıralar nelerle uğraşıyorsunuz?

şu günlerde konserlere kısa bir ara verdik. londra'ya taşındığımızdan beri fazlasıyla konser verdik. açıkçası aynı parçaları tekrar tekrar çalmak dayanılmaz hale geldi :) ancak dinlenmek için verdiğimiz bu kısa aradan sonra yine konserlere devam edeceğiz. bu konserlerin yabancı ülkelerde olacağını umuyorum.

peki ne kadar süredir londra'dasınız?

yaklaşık 2.5 yıldır londra'dayız.

müziğinize bakıldığında hem izlanda'nın hem de ingiltere'nin etkilerini içerisinde barındırıyor. şarkılarda izlanda'nın ambient müziği ile britanya'nın rock soundu birbirini çok güzel tamamlıyor. peki blindfold olarak yola çıkarken böyle bir sentez yapmak kafanızda var mıydı? yoksa londra'da yaşayan izlandalılar olarak müziğinizde doğal bir gelişim mi oldu?

teşekkürler! "faking dreams"'de hiç synthesizer kullanmadık. elektro gitar ve kullandığımız pedallarla sanki keyboarddan ve synth'ten çıkmışçasına bir sound yarattık. şunu gururla söyleyebilirim ki blindfold yeterli deneyime sahip bir grup ve sytnhs listemizin en üstünde yer almıyor. buna rağmen debut albümümüzde juno 60 analog synth'i bolca kullanmıştım.

"faking dreams"'te yer alan bazı parçalar insanı gülümsetebilirken bazıları ise kalbini acıtabilecek depresiflikte. özellikle parçalar geçtikçe melankoli daha da artıyor gibi. bizi neden böyle karmaşık duygulara sürüklüyorsunuz (:

albümdeki tüm şarkılar birbirinden farklı sayılır. farklı duygulara ve anlamlara sahipler. kimseyi incitmek veya kalbini kırmak gibi maksadımız yok ancak insanların müziğimizi farklı şekillerde algılıyor olmasından oldukça memnunum.

"faking dreams" için övgüyle bahsedilen konulardan birisi de liriklerinizin oldukça sağlam olduğu ve dinleyeni etkisi altına alıyor olması. albümdeki sözler sanki birisine yazılmış gibi? arkasındaki hikaye nedir?

çok teşekkürler! "faking dreams"'te yer alan sözler oldukça kişisel. sözleri yazarken hissettiklerimi olduğu gibi aktardığım zaman insanlara hayatım hakkında ipuçları verdiğimi düşünüyorum. evden uzakta olmanın, aileyi ve arkadaşları arkada bırakmanın verdiği karışık duygular var sözlerimin arka planında. diğer yandan da bazı şarkılarımız ortak şeylere dayalı; uykusuz geceler, kargaşalar, pişmanlıklar, umutlar ve rüyalar.

müziğiniz için post rock etiketini de yapıştırmışlar ancak albümünüz daha çok ambient-akustik janrında. outro olarak görebileceğimiz oldukça uzun parça dışında... siz ne diyorsunuz bu işe? etiketlere takılıyo musunuz?

etiketlere, türlere ve müziğin tanımlarına pek takılmıyorum. ancak demek istediğin tanımın dreamy, atmosferik rock olduğunu sanıyorum. biz sadece müzik yapmanın tadını çıkarıyoruz ve etiketlendirmeyi insanlara bırakıyoruz :)

net üzerinde dolanırken yeni albümünüz hakkında sigur ros ve radiohead benzetmeleri var. tamam, her ikisi de oldukça saygıyı hakeden gruplar ancak çoğu müzisyen veya grup bir başka gruba benzetilmekten pek haz almaz. diğer yandan ise bu gruplar müziğinizi daha önceden dinlememiş insanlara referans olup, sizin şarkılarınıza kulak vermelerini sağlayabiliyor. sizin bu konuya hangi yönden bakıyorsunuz?

radiohead ve sigur ros oldukça özel gruplar. ve onlarla aynı müzikal kategoriye konmak oldukça gurur verici. ben büyük bir radiohead fanıydım ve onlar bana hala çok ilham veriyorlar. ses ve melodilerle deneysel işler yapmayı seven ciddi müzisyenler ve bu bizim ortak özelliğimiz. tabii onlardan esinlenirken, tam olarak onların yaptığı işi yapmadan ve direkt etkileri altında kalmadan kendi özgün işimizi ortaya koymalıyız.

izlanda neredeyse avrupa'nın dışında bulunan ve izole olmuş gibi görünen bir ülke. peki ülkenizin bulunduğu bu izole konum sanatçıları müzik yapım sürecinde nasıl etkiliyor? artıları, eksileri neler?

aslında "faking dreams"'in çoğu ingiltere'de yazıldı ve kaydedildi. bu yüzden de coğrafi etkilerin olduğunu söyleyemem :)

bununla birlikte izlandalı köklerimiz müziğimizi ve soundumuzu doğal olarak etkiliyor. orijinimizin, müziği nasıl yazdığımız ve onu nasıl ifade ettiğimiz üzerindeki etkilerini yadsıyamayız. izlanda çok dinamik bir doğaya, havaya ve insanlara sahip, bu da bir şekilde yolunu bulup müziğe ışık tutuyor :)

sigur ros, "heima"'da izlandalılara konser vermenin garip olduğunu çünkü onların oldukça eleştirel olduğunu söylüyor. blindfold da fırsat buldukça izlanda'da konser veriyor. peki oradaki müzikseverlerin müziğinize karşı olan yaklaşımı nasıl?

aslında blindfold, sadece izlanda'da dışında çalma fırsatı yakaladı. ancak izlandalı dinleyicilerin oldukça zorlu olduğunun farkındayım. yine de sizin şarkılarınızı bilirlerse delirebilirler :)

hep merak ettiğimiz birşey var. izlanda nüfus olarak pek kalabalık değil ancak dünya müziğine şu ana kadar çok sayıda sanatçı ve grup sundu, sunmaya da devam ediyor. ve ortaya koyulan ürünler de gayet kaliteli. nedir bu işin sırrı?

izlanda'nın soğuk havasından kaynaklanıyor. müzik, halkın çoğunluğu için bir iç mekan hobisi ve bu nedenle çoğu insan müzik yapıyor, çünkü başka yapabilecekleri bir şey yok. bu yüzden de çoğu insanın müzik yapıyor olmasındaki temel sebebin izolasyon olduğunu kabul ediyorum.

sorularım bu kadar. umarım bu albümle beklediğiniz başarıyı yakalarsınız ve ileride bir gün türkiye'ye konser için uğrarsınız. eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? takk!

teşekkürler çokça (burayı türkçe yazmaya çalışmış) :) en yakın zamanda türkiye'ye gelip orada çalmak istiyoruz.

sorular: k.a. & öğünç inan
kasım 2009
0 com

beady belle: demodeliğin sesi!

beady belle ile bir röportaj gerçekleştirdiğimizi geçtiğimiz günlerde duyurmuştum. grupla geçtiğimiz ayın başında temasa geçmiştik ancak vokalistleri beate'nin ikinci cocuğunu dünyaya getirmesi nedeniyle röportaj biraz aksadı. yeni albümü yaratma telaşındaki grubun vokalisti beate loğusadayken sorularımızı cevapladı.

merhabalar, hayat sizin için nasıl gidiyor? bugün neler yaptın?

çok iyiyim, teşekkürler :) bugün yeni beady belle albümü üzerinde çalışıyordum. yeni şarkılar ve sözleri yazmakla uğraştım.

ajandanıza baktığımda mayıs ayından bu yana konser vermediğinizi görüyorum. bu boşluk yeni albüm için verilen bir ara mı? nasıl değerlendirdiniz?

evet, doğru. beady belle'in yeni albümü yolda. gelecek sonbaharda yayınlanacak.

peki, yeni albüm hakkında bizi biraz bilgilendirebilir misiniz?

kayıt stüdyosuna ocak sonuna rezervasyonumuzu yaptırdık, yani biraz daha zaman olduğu için aslında bahsedebileceğim çok fazla bir şey yok. bugünlerde şarkıların üzerinde çalışıyorum. şarkıları kaydettikten sonra editing safhasına geçeceğiz. ocak ayında stüdyoda müzisyenlerle çalışmaya başladığımızda albüm hakkında daha fazla şey bileceğim. ancak şunu diyebilirim ki; albümlerimiz mixlenen güne kadar sürekli bir gelişim içerisindedir. sonrasında zaten geri dönüş olmaz. böylece aslında albümün soundunun nasıl olacağı hakkında dinleyicilere gidene kadar pek fazla birşey bilmiyorum. bu süreçte sürekli ileriye dönük olarak çalışıyorum. oldukça emek gerektiren bir şey ancak bunu seviyorum!

önceki çalışmalarınızda olduğu gibi misafir sanatçılara yeni kayıtlarınızda da rastlayacak mıyız? eğer böyle bir düşünce varsa isimleri bizimle paylaşabilir misiniz?

şu anda yeni albümümüzde kimin misafir sanatçı olacağı konusunda herhangi bir planımız yok. bu, süreç için çok erken bir durum, albüm üzerinde çalışırken düşüncelerimiz değişebilir.

"cewbeagappic" albümünüzün adı albümü tanımlayan çeşitli şifrelerden oluşuyordu. peki "belvedere"'in şifreleri neler?

"belvedere", güzel manzara anlamına geliyor. belvedere, ayrıca güzel manzaranın keyfine varabilmek amacıyla inşa edilen mimari yapı anlamına geliyor, balkon gibi. "belvedere" albümümüzden beri, önceki üç albüme göre, yeni bir müziksel manzaraya sahibiz. ve bu manzara öncekilere göre farklı ve güzel :) bu yüzden albümün adını "belvedere" koymak güzel fikir gibi geldi.

son albümünüz "belvedere" önceki albümlere göre daha az elektronik unsurlara sahip. bununla ilgili olarak da "öze döndüğünüzü" ifade etmişsiniz. peki bu formu beady belle'nin bundan sonraki albümlerinizde de görecek miyiz? yoksa biraz da orta yaş etkisiyle gelen sakinleşme evresi olarak mı kabul etmeliyiz?

elektronik elementler kullanmak artık pek taze ve yeni bir şey değil. ve eskisi gibi müziğimizi yaparken elektronik öğeler kullanmak bana pek ilham verici gelmiyor. ancak fikirler zamanla değişebilir hatta yeni albümümüzde elektronik unsurlara yeniden yer verebiliriz. ben, canlı çalınan estrumanlar ile programlanmış elektronik soundun iyi bir karışımını bulmak istiyorum. stüdyodayken de müzisyenlerle birarada bunu gerçekleştirmek benim çalışma tarzım. eğer iyi müzisyenler beraber çalışırsa bu gerçekleşiyor. ve bu büyüyü de meydana çıkarmak bizim için çok önemli. bu düşünceyi de "belvedere"'den sonra yeni albüme de taşımayı düşünüyorum. ancak söylediğim gibi, elektronik öğeler yeni albümde olabilir de. fakat kayıtlar bitene kadar ne olacağını asla bilemem.

ilk albümünüz "home"'u kaydederken aklınızdan geçen neydi? beklentileriniz nelerdi? herhalde albüm sonrasında dünyanın birçok yerinde konser vermeyi beklemiyordunuz?

açıkçası hayır, bu kadarını beklemiyordum :) "home"'dan önce norveç'te pek çok projede çalışmıştım, ve sadece bu ülkede turlamıştım. "home"'un bize tüm dünyanın kapılarını açması hoş bir sürprizdi.

peki albümler üzerinde çalışırken seni hangisi daha çok uğraştırıyor, söz yazımı mı yoksa melodi yazımı mı?

lirikleri yazarken daha çok uğraşıyorum. hatta lirikler üzerinde bazen haftalarca, aylarca çalışabiliyorum. çünkü ingilizce ana dilim değil. yani müziğin doğal akıcılığı kadar kolay olmuyor, kelimeler üzerinde çok uğraşıyorum.

jan garbarek, bugge wesseltoft, beady belle, nymark collective.. dışardan bakıldığında jazz içerisinde farklı yönlerde müzik yapan isimler. new orleans gibi ortak kültüre sahip bir coğrafya değilsiniz ancak norveç jazzıyla ilgili temellerden bahsedersek, neler olabilir?

sanırım ortak olabilecek tek noktamız yanlış seçimi yapmaya cesaretimiz olması ve bu riski göze alabilmemiz. demek istediğim, geleneksel yapının dışına bir adım attığınızda yeni şeylerle karşılaşırsınız. bence demode olmak çok önemli. eğer sürekli modaya uygun olmaya çalışırsanız ve doğru şeyleri yaparsanız yeni bir şeyle karşılaşamazsınız.

norveç oldukça küçük bir ülke ve jazzı amerika'da yaptıkları gibi biz icat etmedik. bu yüzden de jazzı biraz kurcalamakla pek bir şey kaybetmeyiz. böylece soundu amerikan olmayan bir havaya sokuyoruz. bu da belki norveç jazzının soundunu yansıtıyor.

beady belle'in pek çok türden etkilenen bir müziği var. peki beady belle'i besleyen kaynaklar neler?

ben soul, funk ve jazz müzik dinleyerek büyüdüm. özellikle afrikalı ve amerikalı sanatçıları dinliyordum. müzik okumaya başladığımda ise kulaklarımı biraz açtım ve beyaz sanatçıları dinlemeye başladım :) avantgarde, elektronik, noise gibi müziklere takıldım. eğer çok farklı türde müzik dinlerseniz ve kulaklarınızı iyi açarsanız öğreneceğiniz ve esinleneceğiniz pek çok şey olur. çok farklı müzik türleri dinliyorum ancak rock müzikle pek içli dışlı olduğum söylenemez, sanırım bu tek dinlemediğim tür.

her albümünüzden sonra türkiye'ye uğramayı ihmal etmiyorsunuz. istanbul, nerdeyse sizin için özel yerlerden biri gibi. burdaki konserlerinizi izleyenlerin yorumları oldukça güzel. peki sizin türk dinleyicileri hakkındaki izlenimleriniz neler?

istanbul'da çalmayı çok seviyorum ve orada olmayı da. istanbul fantastik bir şehir. oradaki insanları, yemekleri, atmosferi çok seviyorum. istanbul'daki izleyicilerimiz oldukça iyiler. fakat biraz gürültülüler de, çok fazla konuşuyorlar. şaka bir yana onların şarkılarımıza katıldıklarını düşünüyorum, tepkileri ve bizi alkışlamaları çok hoş. istanbul seyircisine çalarken oldukça harika anlar yaşıyoruz.

belki duymuşsunuzdur, myspace ve lastfm'e erişim ülkemizde engellendi. müyap telif hakları gerekçesiyle iki siteyi de kapattırdı. her iki site de profosyonel müzisyenlerin yanı sıra amatör isimlerin işlerini duyurmalarına yardımcı oluyordu. kurumun kendi sanatçılarının ürünlerini korumak adına aldırdığı bu saçma kararı nasıl yorumluyorsunuz?

bundan haberim yoktu. korkarım oradaki özel durumları çok fazla bilemediğim için pek fazla bir şey söyleyemeyeceğim. ancak genel olarak müzik haklarını korumak oldukça önemli. internet üzerinde, yaşamını müzik yaparak idame ettiren sanatçıların ürettiklerini çalmaya meyilli pek çok kişi var. ve bu durum müziği yapan kişileri zor bir duruma sokuyor. insanlar bu durumun gelecekte müzik üzerine oluşturacağı sonuçlarını bilmeliler. eğer profesyonel müzisyenler ve besteciler müzikten kazanılan gelirin az olması sebebiyle farklı işler bulmaya zorlanırsa müzik yapmak için sadece amatörler kalır. bu da müziğin sahip olacağı soundu etkiler. bu nedenle insanlar bir seçim yapmak durumuda; eğer profosyonel sounda sahip bir müzik istiyorlarsa bunun için ödeme yapmalılar ve sonra şarkıları netten indirmeliler. bu daha çok zaman alır ve ücretsiz değildir.

ancak myspace ile olan durumu bilmiyorum. myspace'in farklı artistleri tanımak, onların neler yaptığını dinlemek ve sonra beğendiklerimin albümlerini satın almak için iyi bir yer olduğunu düşünüyorum. bence myspace harika bir şey!

sorularımızı cevapladığınız için teşekkürler. umarım sizi en kısa zamanda yine türkiye'de görürüz. ayrıca sizi yaşadığımız şehir, izmir'de de izlemeyi çok isteriz. son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

türkiye'ye yeniden gelmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. daha önce hiç izmir'de bulunmadım, bu nedenle bu kez özellikle heyecan verici olacak!

röportaj: k.a. & öğünç inan
ekim 2009
0 com

balkan beat box: evrime kaldığı yerden devam

yeni yaptığımız röportajlar ancak elimize geçerken ve türkçe'leştirilmeyi beklerken eskileri ısıtıp burada kullanmak istedim. balkan beat box, balkan başta olmak üzere akdeniz soundunu beatleri bir arada harmanlayan bir grup. 2005 yılında kendi adlarını taşıyan ilk albümden sonra 2007'de "nu med"'i çıkardılar. istanbul'a da uğrayıp konser verdiler. onları ikinci albümlerinden sonra amerika turnesi sonrasında yakalamıştık. buyurun röportaja...

merhaba ori, istersen röportaja amerika’da çıktığınız tur hakkında konuşarak başlayalım. turun nasıl geçtiği hakkında bize bilgi verebilir misin?

amerika turu bizim için oldukça harika geçti. new york, los angeles ve san fransisco’da sold out konserler verdik. amerika bizi bu konuda şaşırtmaya devam ediyor diyebilirim. amerikan seyircisi bbb’nin müziğine ve canlı şovlarına hala aç.

dünyada bir şeyler değişiyor ve biz de kendi adımıza evrim geçiriyoruz. ve bu tamamıyla dinleyicilerden kaynaklanıyor, medyadan değil. bu da gösteriyor ki, insanların ihtiyaçları nelerin olduğunu belli ediyor. biliyorsun amerika pek çok göçmenin bulunduğu bir kıta ve hala kendisini keşfetmeye çalışıyor. biz new york city’ye göçmenlerin müzikal hikayesine dair bir şeyler verdik ve şimdi diğer şehirler de bunu takip ediyor ve dinliyor.

mayıs ayında yeni albümünüz “nu med”i piyasaya sürdünüz. debut albümünüz gibi oldukça bir albüm olmuş. albümle ilgili gelişmeler ne durumda peki? her şey beklediğiniz gibi mi gelişiyor?

evet, çoğu yerden duyduğumuz şeyler işlerin yolunda olduğunu gösteriyor. ve bu bize enerji veriyor. ayrıca dünyanın çoğu yerinde şarkılarımızın yankılanması bizi mutlu ediyor.

önceki yıllarda, balkan müziği amerika ve diğer batı ülkelerinde goran bregovic ve emir kusturica’nın çalışmaları sayesinde tanınıyordu. ayrıca fanfare ciocarlia, kocani orkestar gibi gruplarda bu gelişmede büyük rol aldılar. son dönemde bbb, gogol bordello, kultur shock gibi gruplar balkan müziği ile punk, elektronik elementleri birleştirerek yeni birsound elde ettiler. ve şu günlerde balkan müziği yeniden gündemde. bu süreç hakkında neler diyebilirsin? sence her şey yolunda mı? müzik endüstrisi için yeni bir yol açılıyor diyebilir miyiz?

müzik endüstrisine rağmen iyi bir yol olduğunu düşünüyorum. çünkü bize yardım etmek için hiçbir şey yapmadılar. onlar sadece kendi iyi düşüncelerinin peşindeler. 3 yılımı gogol bordello ile geçirdim ve bu 3 yıl boyunca tur yapıp insanları açık fikirli hale getirmeye çalıştık. ve bunu kendi başımıza yapmaya çalıştık. ardından tamir muskat ile beraber bbb projesini başlattığımızda kendi yaratıcı fikirlerimizi uygulamak için elverişli bir ortam vardı. bu sadece müzikal diriliş değil, eskileri canlandırmak yerine eskilerin üzerine bir şeyler koyup ileriye yönelik çalışmalar yaptık. bizim müziğimiz politika içeriyor ve bunun yanı sıra çeşitli kültürlerden ve bu kültürlerden gelen insanlardan bir şeyler barındırıyor. ve soundumuz elektronik, punk, hip hop ve dubtan oluşuyor.

peki balkan ritmleri oldukça hızlı ve karmaşık. neye bağlıyorsun bunu?

belki balkan dağları açıklıyor olabilir bunu. karmaşık ve bölücü… asya’ya yakın olanlar ve çingeneler bunu müziğine oldukça iyi taşıyor. ama bizim müziğimiz içerisinde ayrıca akdeniz, arap öğelerini de barındırıyor. albümün adını “nu med” koymaktaki amacımızda buydu zaten. akdeniz’e dayalı müzikal kökler ve o yörenin hızının birleşimi. yani balkan müziği ile akdeniz müziğinin bir kombinasyonu diyebilirim.

az önce de belirttiğim gibi balkan müziğinde yeni bir vizyon yarattınız. peki tutucu balkan müzisyenlerden gelen tepkiler ne yönde? olumsuz bir şeyle karşılaştınız mı?

tanıştığımız, beraber tura çıktığımız pek çok kişi oldu oradan, boban, kocani gibi.. onlar bizim müziğimizi sevdi ve bunları bu ustalardan duymak bizi çok mutlu etti.

biliyorsun türkiye, balkanlara yakın bir ülke ve oraların ezgileri ülkemizde de çok seviliyor. ve bu dalda muammer ketencoğlu, selim sesler, burhan öçal gibi büyük isimler var. lafı şuraya getirmek istiyorum, herhangi bir türk müzisyenle beraber çalışma fırsatınız oldu mu?
şu ana kadar böyle bir fırsatımız olmadı ama bunu gerçekten de çok isterim. daha önce burhan öçal ile tanışma fırsatım oldu ve onunla beraber bir şeyler yapmayı umuyorum. ayrıca şunu da belirtmeliyim ki, selim sesler ve onun gibi sevdiğim insanların sololarının bana yaşattığı heyecandan daha fazla bir şey yaşayacağımı düşünmüyorum.

belki bu konuyu konuşmaktan sıkılmış olabilirsin ancak türk dinleyicilerinin konuyla ilgili bilgisi olmayabilir. bu nedenle, gogol bordello ile ayrılığın arkasında neler yattığını sana sormak istiyorum..

az önce de söylediğim gibi gogol ile 3 harika sene geçirdim. 2001 ve 2004 yılları arasında insanların kalplerini kazandık, bazen boş salonlara çalmış olsak da amerika ve avrupa’da pek çok insana bu müziği sevdirdik. ama ben daha farklı ve yaratıcı şeylerle uğraşmak istiyordum. tamir muskat ile beraber stüdyoda yaptığımız taze ve yaratıcı şeylerden sonra bu işle daha fazla uğraşmak gerektiğini düşündük.

gogol’un başarılarına gerçekten çok seviniyorum ve aynı başarıları bbb ile beraber yaşayacağımızı düşünüyorum. her iki grup da farklı bölgeleri farklı yollardan keşfe çıkmış durumda. bu yaratıcılık ve farklılık için tanrıya şükrediyorum.

peki yeni gogol albümü “super taranta”yı dinleme fırsatın oldu mu?

hayır, henüz değil..

senin ayrıca solo projelerin de var. ama şu sıralar sanırım sadece bbb ile meşgulsün. müzikal kariyerine sadece bbb ile devam etmeyi mi düşünüyorsun? yoksa ileride gene solo projelerin olacak mı?

tamir muskat, tomer yosef ve benim ayrı ayrı solo projelerimiz var ve turlardan fırsat buldukça bunlarla ilgilenmeye çalışıyoruz. tomer’in ayrıca israil’de yürüttüğü projeler var. tamir, film üretmeye ve filmlerle uğraşmaya çalışıyor. aynı şekilde ben de uğraşıyorum. ama hepimiz %90 bbb üzerine yoğunlaşıyoruz. ve bu bizi mutlu ediyor.

sizin politik görüşünüze göz attığımız zaman haritadaki sınırlardan pek hoşlanmadığınızı görüyoruz. bu görüşünüzü bir takım eylemlerle de gerçeğe döküyorsunuz. örneğin israil konserinizde sahneye filistinli sanatçıları davet ettiniz. peki sana göre israil ve filistin arasında yıllardan beri süregelen problem nedir?

bu konuda gerçekten mutlu olduğumuzu söyleyemem. insanların artık kimin ne kadar suçlu olduğunu görmesini istiyoruz. israil, avrupa ve amerika’da çaldığımız zaman izleyiciler bizi sahnede filistinli sanatçılarla birlikte gördüğü zaman bu saçmalık akıllarına geliyor ve biz bunu değiştirmeye çalışıyoruz. tamamen inatçı ve ahmakça bir savaş. buna karşı bizde kararlı olarak turluyoruz ve görüşümüzü müziğimize yansıtarak haykırıyoruz. bu konuya dikkat çekmeye çalışıyoruz.

konserlerinizde parçalarınızı olduğu gibi mi çalıyorsunuz yoksa doğaçlamalara yer veriyor musunuz?

arajmanları değiştirmeye açık bir grubuz. yani konserden konsere değişiklikler yapabiliyoruz. müziğimiz ve şovumuz tamamen kendini geliştiriyor ve yeniliyor.

röportaj: öğünç inan - k.a.
ekim'07