never let me go (2010)

daha çok fransa'da tüketilen kaz ciğeri ezmesi, yani patede ana madde olan ciğerin daha lezzetli olabilmesi için kazın yetiştirilmesinde uygulanan yöntemler vardır. sadece ciğeri için beslenen kazlar, belli bir dönemden sonra özel kümeslerde tutulur ve neredeyse hiç hareket etmemesi sağlanır. bu dönemde hayvana aşırı ve zorla beslendirme yapılır. amaç ciğerin büyüklüğünü ve lezzetini arttırmaktır.

sofralarımıza kaz ciğeri erişmediği için uç bir örnek oldu tabi. o zaman tavuklardan bahsedelim. tavuk üretim çiftliklerinde yumurtalarından henüz çıkan civcivler cinsiyetlerine göre ikiye ayrılır. erkek civcivler gaz odalarında telef edilirken, üretimi sağlayacak olan dişi civcivlerin kümeste birbirlerine zarar vermemesi için gagaları kesilir. ve zor şartlar altında, hızlı büyümeleri için ilaç verilerek yetiştirilir. sonuç ise soframıza gelen, tavuk görünümü olan ama lezzeti olmayan beyaz et.

kazuo ishiguro'nun günümüz klasikleri arasında gösterilen romanından sinemaya taşınan "never let me go"yu izlerken aklıma bir an bu örnekler geldi. ne alaka denilebilir? ancak sorgulanırsa, belli bir amaç için bir canlının yaşamını sonlandırmak bu örneklerin ortak paydası olduğu görülebilir. film, belirli bir yaşa geldikten sonra organ bağışı yapması amacıyla dünyaya getirilen klon insanların dramını konu almakta ve hayli disiplinli bir yetiştirme yurdunda 3 arkadaş olan kathy, ruth ve tommy üçgeninde geçmekte. sınırları dışına çıkıldığında başına korkunç şeyler geleceği korkusuyla yetiştirilen, belirli bir dönemden sonra organ bağışı yapması zorunluluğu olan bu klonların tek bir hedefi vardır; organ bağışlarından sonra hayatta kalabilmek. ancak bu klonların çoğu ilk organ bağışında ameliyat masasında kalmaktadır, tabi yetiştiricilerinin diliyle "misyonunu tamamlamak"tadır.

film üzerine yapılan genel yorumlar filmin, kitabın gölgesinde kaldığı yönünde. kitabı okumadığım için sadece film üzerine konuşabilirim. "never let me go" dram dozajı oldukça yüksek ve içine kapanık bir film, ancak derdini anlatırken de duygu sömürüsüne kesinlikle girmiyor. derdini de finale sıkıştırılan kısa konuşmayla özetliyor. filme adını veren, jane monheit'in seslendirdiği şarkı neredeyse "bin jip"teki natacha atlas güzellemesi "gafsa" etkisini gösteriyor ve filme bir ruh veriyor. son olarak filmdeki ağır havayı kaldırabilecekseniz izlemeyi düşünebilirsiniz.

4 yorum:

gri kent sakini | 28 Ocak 2011 10:17

Dün akşam bu filmin fotoğraflarına bakıp izleyip izlememek arasında kalmışken bu sabah yazını gördüm :)
Sanırım o ağır havanın içine gireceğim, öyle görünüyor. Bin jip de, çok özel bir yapımdır benim için enfestir..

k.a. | 28 Ocak 2011 10:47

"bin jip" bambaşkadır. eğer izlemediysen yine kim ki duk'tan "bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom" şiddetle tavsiye ederim.

gri kent sakini | 28 Ocak 2011 16:19

çok ilginçtir, kim ku duk un nerde ise tüm yapımlarına gözüm değmiştir. Fakat her seferinde bu filmde, ilk mevsimde kalıyorum :) çok başarılı olduğuna şüphem yok Koray, en kısada zamanda seyredeceğim. Teşekkürler , eksik olma

janis | 21 Eylül 2011 13:16

bu filmi bi kaç ay önce izledim. yüreğimi yaktı resmen. çocukların ruhları var mı acaba? aklıma gelip duran, perişan eden film.