0 com

también la lluvia (2010)

uzun bir süredir film izlemiyordum. ya kendimi dizilere veriyor ya da bir filme başladıysam belli bir kısmından sonra sıkılıp filmi yarıda bırakıyorum. bilgisayar başında geçirdiğim çoğu vaktimi fotoğraf üzerine olan bilgilere ayırdığımdan blog da başıboş bir şekilde kalmış durumdaydı. bu başıboşluğun bir diğer nedeni de insanın canını sıkan sıcaklar. hiç bir şey yapasım gelmiyor, yapacaklarımı sürekli erteler vaziyette yaşıyorum. pek yakında enlem olan ekvatora daha yakın bir yere taşınacak olmam ve enleme bağlı olarak daha sıcak bir ortamda yaşayacak olmam endişelerimi arttırıyor olsam da sonbahar serinliğinde daha da çok el atarım buralara gibime geliyor. kişisel dırdırları ve coğrafi bilgileri bir kenara bırakayım en iyisi.


"tambien la lluvia", gael garcia bernal tarafından canlandırılan bir yönetmenin ekibiyle beraber christopher colombus'un amerika'yı keşfettiği ve oradaki yerlilerle ilk etkileşime girdiği zamanları konu alan belgeseli çekmek üzere bolivya'da geçirdiği günleri konu alıyor. emeğin sudan ucuz olduğu bu ülkede filmde yerel halkın ihtiyaçlarını karşılayan su kaynakları çok uluslu şirketler tarafından gasp edilmekte ve tüm kaynaklar bu şirketler tarafından sömürülmektedir. figüran seçimleri esnasında haksızlığa baş kaldırarak sete dahil olan daniel, bu şirketlere karşı sürdürülen eylemlerde başı çekiyor oluşu zamanla problemlere neden olur.


filmin konusuyla içerisindeki filmin konusu arasında çok güzel bir paralellik yakalanmış. bundan 600 yıl önce colombus'un ayak bastığı yerdeki yerliler ile şimdikiler arasında pek bir fark yok. yoksunluğun hakim olduğu topraklarda güç sahipleri, insanları zamanının metodlarıyla köleleştirebiliyorlar. ancak düzene herkes boyun eğmeyeyip, sesini çıkarabiliyor. "tambien la lluvia"'yı izlerken ken loach tadı yakalamak mümkün, zira filmin senaryosu loach'la beraber defalarca çalışmış olan paul laverty'e ait.


filmde anlatılanlar aslında bize çok uzak değil, son zamanlarda karadeniz'de uygulamaya konulan hes projeleri ve bu projelere olan tepkiler, yaşanan can sıkıcı olaylar filmi izlerken insanın aklında bir kez daha yer ediyor. keşke bizde de her şey film gibi akıp gidebilse. keşke...

0 com

satır arası

"...son gidişimden bu yana new york'a bilet fiyatlarının ikiye katlanmış olması benim için büyük bir darbe oldu. bilet alamamıştım. ne yapacağımı düşünmek için bir telefon kulübesine girdim. tam bir clark kent anıydı. kız kardeşimi aramayaı düşündüm fakat eve dönmeye utanıyordum. ancak orada, telefonun altındaki rafta, sarı sayfaların hemen üzerinde beyaz, kaliteli bir kadın cüzdanı duruyordu. içinde bir madalyon ve otuz iki dolar -son işimde neredeyse bir haftada kazandığım para- vardı..." *

çok iyi bir müzisyen olabilirsiniz, çok harika şarkı sözleri, şiirler de yazabilirsiniz ancak sizi bu dünyanın içine sokacak bazı gelişmelere ihtiyacınız vardır. bu gelişme bazen tesadüflere de bağlı olabilir. patti smith'in 60'ların sonuna doğru küçük bir kasabada bir telefon kulübesinde new york yolculuğunun bedelini karşılayacak nakiti içeren cüzdanı bulması ne de güzel bir tesadüftür. belki o cüzdan o an orada olmasaydı, patti'nin new york'a gidişi ertelenecek (belki de hiç gitmeyecek), muhtemelen orada robert ile karşılaşamayacak, chelsea otel yılları yaşanmayacak ve şimdi kulaklarımızda döndürdüğümüz şarkıları olmayacaktı. kadercilikten pek hoşlanmam ancak böylesine zincirlenmiş bir halde gelişen olayların ilk halkasının bir şekilde oluşması gerekiyor. patti smith'in defalarca teşekkür ettiği, o cüzdanı orada unutan kadın; iyi ki var oldun, sen olmasan rock'ın büyük bir parçası eksik olabilirdi.

* "çoluk çocuk" - patti smith, domingo yayın, aralık 2010