0 com

alice in wonderland

tim burton'ın 5 mart 2010 tarihinde gösterime girecek olan yeni filmi "alice in wonderland"e ait illüstrasyonlar bizleri şimdiden kendine hayran bıraktı. başrollerinde alice rolünde mia wasikowska, the mad hatter rolünde johnny depp, the white queen rolünde anne hathaway, the red queen rolünde helena bonham carter, the caterpillar rolünde alan rickman ve the bloodhound rolünde timothy spall'un yer aldığı filmi beklemeye koyulduk bile..








1 com

gorbaçov'dan hayır işi

siyah önlüklerimize bembeyaz yakalarımızı takıp, beslenme çantamızı alıp ilkokula gittiğimiz zamanlar. özal'ın küçük amerikası'nda yaşıyoruz. ders kitaplarında sscb hep tukaka, zaten sscb yerine rusya dedirttirilirdi bize. okyanusun öte yanından da bush konuşur, savaş açardı ırak'a. yemyeşil gece görüşünden füzelerin bağdat'a düşüşünü izlerdik, yıldızların kayışını izler gibi. televizyonlarda kel bir adam daha boy gösterirdi, kafasının önünde kırmızı bi iz var. bir boklar dönerdi ama anlamazdık çocuk aklımızla. işimiz gücümüz ninja kaplumbağalar...

o kafasında kırmızı iz olan kel adam, eşi raisa'nın 1999'da ölümünden sonra şarkılar yazmaya başlamış. hayli romantik olan bu şarkıları mashina vremeni'nin frontmani andrei makarevich ele alıp bir albüm haline getirmiş, adı ise "songs for raisa" konmuş.

söz konusu albüm geçtiğimiz günlerde londra'da açık arttırmayla satışa çıkmış. ismi açıklanmayan biri 100.000 pound basıp satın almış albümü. para da bir hayır kurumuna bağışlanmış.
0 com

pink'ten "funhouse"a klip

pink, beşinci stüdyo albümüne ismini veren single'ı "funhouse"a klip çekti. "so what", "sober" ve "please don't leave me"den sonra albümün 4. klibi olma özelliği taşıyan klibin bir bölümünde "no doubt"ın basçısı tony kanal, piyano çalarken karşımıza çıkıyor. ayrıca klibin başında "r.i.p elvis" yazısını görüyoruz, yani pink'in rahmetli köpeği. bu da hoş bir detay olmuş. kısacası izlenesi, eğlenceli kliplerine bir yenisini eklemiş pink. 4 albümdür bozmadığı kuralı devam ettirirse kendisinden bir sonraki albümüne kadar klip göremeyiz, neden bu kadar acele ediyorsa.

0 com

the rocker (2008)

1980'lerdeyiz. heavy metal'in müzik piyasasını silip süpürdüğü zamanlar. glam metal de bu rüzgardan payını alıyor tabi. cleveland'da bir grup yeni yeni sahne almaya başlıyor; vesuvius. ilk konserlerine çıkıyorlar daha ancak gösterdikleri performanstan önlerinin açık olduğu besbelli. grubun davulcusu fish sahnede arkada olmasına rağmen sürekli seyirciye oynuyor, kendini göstermeye çalışıyor. konser bitiyor ve bir menajer peydahlanıyor ortalığa gruba teklifini yapıyor. "büyüyeceksiniz" diyor "ama davulcunuzu değiştirmeniz gerek". grup elemanları bu teklife ilk başta mesafeli duruyor ama şöhret kapılarının kendilerine açıldığının farkına varınca grubun kurucularından olan fish'i gözden çıkarıyorlar. halı saha maçlarıyla gönlünü alırız artık diyerekten. fish ise şoka giriyor bu gelişme sonrası, kendi kendine söz veriyor "daha iyisini yapacağım" diye.

aradan 20 sene geçiyor. vesuvius müzik sahnesinde epey bir yol almış, rock'n roll fame'den bahsediliyor. fish ise o akşam verdiği sözü çoktan yutmuş, operatör olarak çalışmakta. her gün sıkıcı bulduğu işine gidip gelmekte. bir gün ablasının evine gidiyor ve orada ablasının oğlunun (yeğen mi oluyor bu kuzen mi? hiç çözemedim bu ailesel sıfatları) grup projesinden haberdar olur. gruplarındaki davulcu ise provaya katılmaz. evde aylaklık ederken adını atatürkçü düşünce derneği'nin başharflerinden alan a.d.d. ile beraber takılmaya başlar. ilk başlarda bu yeni jenerasyon gençlerine kabul ettirmekte zorlansa da zamanla emo kılıklı vokalist fish'in gruba katılmasına ikna olur. okulun veda gecesinde sahne alan grup elemanları ebeveynlerinin prova yapma yasağıyla karşı karşıya kalınca net üzerinden webcamlerle çalışmaya başlar. bu çalışmalarda fish'in davulunu çıplak çalışı dikkat çeker ve görüntüler youtube'a sızdırılır. ve grup esas patlamasını buradan yapar. bir anda dikkatleri üzerine çeken a.d.d ile bir müzik firması anlaşmaya yapar, hazırda olan şarkılarla turneye çıkılır. albüm hazırlığına girişilir, klip çekilir. yani tam bir amerikan rüyası gerçekleşir.

peki şöyle bir hikayenin ana hatlarını çıkaralım. 30'lu yaşları çoktan geride bırakmış, aylak, sakar, göbekli bir adam. eskiden rock gruplarında takılmış ve hala bu müziğe sevdalı olan bir adam. kendisinden hayli küçük elemanlarla müzik grubu kuruyor ve bu grupla şöhret basamaklarını tırmanıyor.

formalizasyon tanıdık geliyor değil mi? 5 sene önce çekilmiş olan "the school of rock" (hababam rock) cevabını duyar gibiyim. ister istemez olay örgüsü aynı olan bu iki filmi karşılaştırmak durumunda kalıyoruz. hatta aynı karşılaştırmayı, başrollerde yer alan jack black ("the school of rock") ile rainn wilson ("the rocker")'in canlandırdığı ve benzer özellikler taşıyan karakterler arasında yapmadan duramıyor insan. rainn wilson'ı daha önce "almost famous" ve "house of 1000 corpses"'ta izlemişim ama her ikisinde de belleğimde yer edememiş. bu filmde ise oynadığı rolde başarılı sayılabilir. ama benden bir defa jack black rip-offu damgasını yedi bile.

adından kelli rock müziğin ön planda olduğu filmde sürekli a.d.d'nin şarkılarıyla muhatap oluyoruz. arada sadece (tabi gözden kaçırdığım başka bir parça olmadıysa) bir twisted sister balladı olan "i wanna rock" çarpıyor kulaklara.

maya forbes ile wallace wolodarsky'nin senaryosunu yazdığı ve peter cattaneo'nun yönettiği "the rocker" öncelikli tercih olmasa da boş zamanı değerlendirebilecek, amerikan rüyası saçmalığına aldırılmadıkça da eğlendirebilecek bir film, daha fazlası değil.
0 com

"voltaic" yarın çıkıyor

daha evvelden haberini saldığımız, björk'ün volta turnesinden kayıtların yanısıra "volta" albümünün mixlerini içeren box set yarın piyasada. box set'in içerisinde yer alan konser dvd'sinden "hyperballad"'ın videosunu paylaşayım dedim. kuruçeşme arena'da parçaya başlarken mikrofonu seyirciye uzatmış, beklediği katılım gelmeyince ve her kafadan ayrı ses çıkınca tek başına devam etmişti parçasına. ortada da topu mark bell'e atmış, mark bell de bu pası kendisinin "freak" parçasından oluşan bir mixle değerlendirmişti. hayat çok güzeldi.