the rocker (2008)
1980'lerdeyiz. heavy metal'in müzik piyasasını silip süpürdüğü zamanlar. glam metal de bu rüzgardan payını alıyor tabi. cleveland'da bir grup yeni yeni sahne almaya başlıyor; vesuvius. ilk konserlerine çıkıyorlar daha ancak gösterdikleri performanstan önlerinin açık olduğu besbelli. grubun davulcusu fish sahnede arkada olmasına rağmen sürekli seyirciye oynuyor, kendini göstermeye çalışıyor. konser bitiyor ve bir menajer peydahlanıyor ortalığa gruba teklifini yapıyor. "büyüyeceksiniz" diyor "ama davulcunuzu değiştirmeniz gerek". grup elemanları bu teklife ilk başta mesafeli duruyor ama şöhret kapılarının kendilerine açıldığının farkına varınca grubun kurucularından olan fish'i gözden çıkarıyorlar. halı saha maçlarıyla gönlünü alırız artık diyerekten. fish ise şoka giriyor bu gelişme sonrası, kendi kendine söz veriyor "daha iyisini yapacağım" diye.
aradan 20 sene geçiyor. vesuvius müzik sahnesinde epey bir yol almış, rock'n roll fame'den bahsediliyor. fish ise o akşam verdiği sözü çoktan yutmuş, operatör olarak çalışmakta. her gün sıkıcı bulduğu işine gidip gelmekte. bir gün ablasının evine gidiyor ve orada ablasının oğlunun (yeğen mi oluyor bu kuzen mi? hiç çözemedim bu ailesel sıfatları) grup projesinden haberdar olur. gruplarındaki davulcu ise provaya katılmaz. evde aylaklık ederken adını atatürkçü düşünce derneği'nin başharflerinden alan a.d.d. ile beraber takılmaya başlar. ilk başlarda bu yeni jenerasyon gençlerine kabul ettirmekte zorlansa da zamanla emo kılıklı vokalist fish'in gruba katılmasına ikna olur. okulun veda gecesinde sahne alan grup elemanları ebeveynlerinin prova yapma yasağıyla karşı karşıya kalınca net üzerinden webcamlerle çalışmaya başlar. bu çalışmalarda fish'in davulunu çıplak çalışı dikkat çeker ve görüntüler youtube'a sızdırılır. ve grup esas patlamasını buradan yapar. bir anda dikkatleri üzerine çeken a.d.d ile bir müzik firması anlaşmaya yapar, hazırda olan şarkılarla turneye çıkılır. albüm hazırlığına girişilir, klip çekilir. yani tam bir amerikan rüyası gerçekleşir.
peki şöyle bir hikayenin ana hatlarını çıkaralım. 30'lu yaşları çoktan geride bırakmış, aylak, sakar, göbekli bir adam. eskiden rock gruplarında takılmış ve hala bu müziğe sevdalı olan bir adam. kendisinden hayli küçük elemanlarla müzik grubu kuruyor ve bu grupla şöhret basamaklarını tırmanıyor.
formalizasyon tanıdık geliyor değil mi? 5 sene önce çekilmiş olan "the school of rock" (hababam rock) cevabını duyar gibiyim. ister istemez olay örgüsü aynı olan bu iki filmi karşılaştırmak durumunda kalıyoruz. hatta aynı karşılaştırmayı, başrollerde yer alan jack black ("the school of rock") ile rainn wilson ("the rocker")'in canlandırdığı ve benzer özellikler taşıyan karakterler arasında yapmadan duramıyor insan. rainn wilson'ı daha önce "almost famous" ve "house of 1000 corpses"'ta izlemişim ama her ikisinde de belleğimde yer edememiş. bu filmde ise oynadığı rolde başarılı sayılabilir. ama benden bir defa jack black rip-offu damgasını yedi bile.
adından kelli rock müziğin ön planda olduğu filmde sürekli a.d.d'nin şarkılarıyla muhatap oluyoruz. arada sadece (tabi gözden kaçırdığım başka bir parça olmadıysa) bir twisted sister balladı olan "i wanna rock" çarpıyor kulaklara.
maya forbes ile wallace wolodarsky'nin senaryosunu yazdığı ve peter cattaneo'nun yönettiği "the rocker" öncelikli tercih olmasa da boş zamanı değerlendirebilecek, amerikan rüyası saçmalığına aldırılmadıkça da eğlendirebilecek bir film, daha fazlası değil.
aradan 20 sene geçiyor. vesuvius müzik sahnesinde epey bir yol almış, rock'n roll fame'den bahsediliyor. fish ise o akşam verdiği sözü çoktan yutmuş, operatör olarak çalışmakta. her gün sıkıcı bulduğu işine gidip gelmekte. bir gün ablasının evine gidiyor ve orada ablasının oğlunun (yeğen mi oluyor bu kuzen mi? hiç çözemedim bu ailesel sıfatları) grup projesinden haberdar olur. gruplarındaki davulcu ise provaya katılmaz. evde aylaklık ederken adını atatürkçü düşünce derneği'nin başharflerinden alan a.d.d. ile beraber takılmaya başlar. ilk başlarda bu yeni jenerasyon gençlerine kabul ettirmekte zorlansa da zamanla emo kılıklı vokalist fish'in gruba katılmasına ikna olur. okulun veda gecesinde sahne alan grup elemanları ebeveynlerinin prova yapma yasağıyla karşı karşıya kalınca net üzerinden webcamlerle çalışmaya başlar. bu çalışmalarda fish'in davulunu çıplak çalışı dikkat çeker ve görüntüler youtube'a sızdırılır. ve grup esas patlamasını buradan yapar. bir anda dikkatleri üzerine çeken a.d.d ile bir müzik firması anlaşmaya yapar, hazırda olan şarkılarla turneye çıkılır. albüm hazırlığına girişilir, klip çekilir. yani tam bir amerikan rüyası gerçekleşir.
peki şöyle bir hikayenin ana hatlarını çıkaralım. 30'lu yaşları çoktan geride bırakmış, aylak, sakar, göbekli bir adam. eskiden rock gruplarında takılmış ve hala bu müziğe sevdalı olan bir adam. kendisinden hayli küçük elemanlarla müzik grubu kuruyor ve bu grupla şöhret basamaklarını tırmanıyor.
formalizasyon tanıdık geliyor değil mi? 5 sene önce çekilmiş olan "the school of rock" (hababam rock) cevabını duyar gibiyim. ister istemez olay örgüsü aynı olan bu iki filmi karşılaştırmak durumunda kalıyoruz. hatta aynı karşılaştırmayı, başrollerde yer alan jack black ("the school of rock") ile rainn wilson ("the rocker")'in canlandırdığı ve benzer özellikler taşıyan karakterler arasında yapmadan duramıyor insan. rainn wilson'ı daha önce "almost famous" ve "house of 1000 corpses"'ta izlemişim ama her ikisinde de belleğimde yer edememiş. bu filmde ise oynadığı rolde başarılı sayılabilir. ama benden bir defa jack black rip-offu damgasını yedi bile.
adından kelli rock müziğin ön planda olduğu filmde sürekli a.d.d'nin şarkılarıyla muhatap oluyoruz. arada sadece (tabi gözden kaçırdığım başka bir parça olmadıysa) bir twisted sister balladı olan "i wanna rock" çarpıyor kulaklara.
maya forbes ile wallace wolodarsky'nin senaryosunu yazdığı ve peter cattaneo'nun yönettiği "the rocker" öncelikli tercih olmasa da boş zamanı değerlendirebilecek, amerikan rüyası saçmalığına aldırılmadıkça da eğlendirebilecek bir film, daha fazlası değil.
0 yorum:
Yorum Gönder