süt (2008)
"yumurta" ile başlayan yusuf üçlemesi'nin ikinci filmi olan "süt" semih kaplanoğlu'nun senaryosunu yazdığı ve yönettiği bir film. başrollerinde başak köklükaya ile melih selçuk'un yer aldığı filmde ayrıca saadet ışıl aksoy da bulunuyor.
"yumurta"'da istanbul'da küçük bir sahaf işleten ve dünyası dükkanından ibaret olan yusuf'un annesinin ölüm haberini aldıktan sonra doğup büyüdüğü köye gidişini, birkaç günlüğüne geldiği bu yerden kopamayışını izlemiştik. hatta arada eski defterleri açıp, o dönem ilişkisi olduğu bir kadının varlığını öğrenmiş ancak şimdi o kadının evli ve çocuklu olduğunu anlamıştık. "süt"'ün "yumurta"'nın öncesini anlattığını öğrendiğimde ise bu filmde "yumurta"'da aralanan o defterin iyice açılacağını ve karıştırılacağını düşünmüştüm ki kaplanoğlu ters köşeye yatırdı beni. kaplanoğlu, "süt"'te yusuf'un karakterini oluşturan dönemi aktarmış bize.
annesinin hem analık hem de babalık görevini üstlendiği bir köy evinde yusuf askerlik çağına gelmiş, şiire ilgisi ve yeteneği olan bir delikanlıdır. arkadaş çevresi yok gibidir, köyün dışında kalan bir ören yerine beraber gittiği kız arkadaş adayıyla bile iletişim içerisine giremez. kendi dünyasında yaşamaktadır. hatta annesinin deyimiyle vaktini havaya toprağa bakmakla, kafasını kitaplara gömmekle geçirmektedir. annesi ise tek başına geçimini üstlendiği evin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaktadır, yusuf'tan kafasını kitaplardan kaldırmasını ister ve yazdığı şiirlerle evin geçimine katkı yapamayacağını dile getirir. köyün öğretmeninin yönlendirmesiyle bir şiir dergisinde eserini yayımlatan yusuf çok geçmeden annesinin söylediklerini dikkate alır ve sağdıkları sütü kasaba içerisinde satmaya başlar. bir zaman sonra annesinin tren istasyonunda çalışan memur ile girdiği gizli ilişkiyi farkeden yusuf'un evden kopuş süreci başlar.
öykü olarak "yumurta"'dan öncesini anlatan "süt" bunu zaman olarak bize yansıtmıyor. öyle ki ilk filmde, uzun yıllar sonra geldiği evinde yusuf'a yardımcı olan ayla rolünde izlediğimiz saadet ışıl aksoy'a bu filmde nasıl bir rol verildiğini düşünürken onu yusuf'un askerlik işlemleri için geldiği izmir'de bir kitapçıda karşılaştığı, şiir sevdalısı, üniversiteli bir kız olarak görüyoruz. ve böylece iki filmin zaman olarak birbirinden kopuk olduğunu anlıyoruz.
"süt", "yumurta"'ya göre seyri daha zor olan bir film olmuş. sabit kameralar, uzun tutulan sekanslar, oldukça az geçen diyaloglarla hayli içine kapanık bir film var karşımızda. sanki yusuf'un karakterini yansıtırmışçasına... aslında basit olan ancak içine girilmesi zor olan öykü ise süt ve yılan metaforları kullanılarak zenginleştirilmiş. semih kaplanoğlu'nun "yumurta"'dan sonra daha "sade" bir filmle vizyona girmesi ve vizyon başarısını ölçüt olarak almayıp kendi bildiğini okumaya devam edişi takdire şayan. şu sıralar kendisi üçlemeyi tamamlayacak ve anlam bütünlüğünü yakalamamızı sağlayacak "bal" ile uğraşıyor. sabırla bekliyoruz.
"yumurta"'da istanbul'da küçük bir sahaf işleten ve dünyası dükkanından ibaret olan yusuf'un annesinin ölüm haberini aldıktan sonra doğup büyüdüğü köye gidişini, birkaç günlüğüne geldiği bu yerden kopamayışını izlemiştik. hatta arada eski defterleri açıp, o dönem ilişkisi olduğu bir kadının varlığını öğrenmiş ancak şimdi o kadının evli ve çocuklu olduğunu anlamıştık. "süt"'ün "yumurta"'nın öncesini anlattığını öğrendiğimde ise bu filmde "yumurta"'da aralanan o defterin iyice açılacağını ve karıştırılacağını düşünmüştüm ki kaplanoğlu ters köşeye yatırdı beni. kaplanoğlu, "süt"'te yusuf'un karakterini oluşturan dönemi aktarmış bize.
annesinin hem analık hem de babalık görevini üstlendiği bir köy evinde yusuf askerlik çağına gelmiş, şiire ilgisi ve yeteneği olan bir delikanlıdır. arkadaş çevresi yok gibidir, köyün dışında kalan bir ören yerine beraber gittiği kız arkadaş adayıyla bile iletişim içerisine giremez. kendi dünyasında yaşamaktadır. hatta annesinin deyimiyle vaktini havaya toprağa bakmakla, kafasını kitaplara gömmekle geçirmektedir. annesi ise tek başına geçimini üstlendiği evin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaktadır, yusuf'tan kafasını kitaplardan kaldırmasını ister ve yazdığı şiirlerle evin geçimine katkı yapamayacağını dile getirir. köyün öğretmeninin yönlendirmesiyle bir şiir dergisinde eserini yayımlatan yusuf çok geçmeden annesinin söylediklerini dikkate alır ve sağdıkları sütü kasaba içerisinde satmaya başlar. bir zaman sonra annesinin tren istasyonunda çalışan memur ile girdiği gizli ilişkiyi farkeden yusuf'un evden kopuş süreci başlar.
öykü olarak "yumurta"'dan öncesini anlatan "süt" bunu zaman olarak bize yansıtmıyor. öyle ki ilk filmde, uzun yıllar sonra geldiği evinde yusuf'a yardımcı olan ayla rolünde izlediğimiz saadet ışıl aksoy'a bu filmde nasıl bir rol verildiğini düşünürken onu yusuf'un askerlik işlemleri için geldiği izmir'de bir kitapçıda karşılaştığı, şiir sevdalısı, üniversiteli bir kız olarak görüyoruz. ve böylece iki filmin zaman olarak birbirinden kopuk olduğunu anlıyoruz.
"süt", "yumurta"'ya göre seyri daha zor olan bir film olmuş. sabit kameralar, uzun tutulan sekanslar, oldukça az geçen diyaloglarla hayli içine kapanık bir film var karşımızda. sanki yusuf'un karakterini yansıtırmışçasına... aslında basit olan ancak içine girilmesi zor olan öykü ise süt ve yılan metaforları kullanılarak zenginleştirilmiş. semih kaplanoğlu'nun "yumurta"'dan sonra daha "sade" bir filmle vizyona girmesi ve vizyon başarısını ölçüt olarak almayıp kendi bildiğini okumaya devam edişi takdire şayan. şu sıralar kendisi üçlemeyi tamamlayacak ve anlam bütünlüğünü yakalamamızı sağlayacak "bal" ile uğraşıyor. sabırla bekliyoruz.
2 yorum:
sadece afişiyle bile beni benden almış bir filmdir..
haklısın filmin yapısından afişine kadar herşey güzel düşünülmüş :)
Yorum Gönder