2 days in paris (2007)
kieslowski'nin "trois couleurs" üçlemesinin yanı sıra ethan hawke ile beraber döktürdükleri "before sunrise", "before sunset"'da karşımıza çıkan julie delpy'nin kendi yazıp yönettiği beşinci filmi "2 days in paris". yine bir ilişkiyi mercek altına alan filmde kendisine adam goldberg eşlik ediyor.
filmi ekşi sözlük'te gösterilen "before sunrise" & "before sunset" referansı üzerine izledim ve beklentilerimi bu şekilde hazırladım. ancak ilk beş dakika içinde gördüklerim bu referanslardan ziyade woody allen'ın 70'lerin ortasında takılmaya başladığı ve "annie hall" ile zirveye çıktığı kadın erkek ilişkilerine dayalı filmleri anımsattı. şimdi bu filmle bağımızı biraz koparalım ve allen'ın o dönemki filmlerine dönelim. ilk döneminde absürd komedi filmlerinden sonra allen bence en iyi yaptığı şey olan kadın - erkek ilişkilerini ve bu ilişkilerin açmazlarını ele almaya başladı. kaba hatlarıyla bakacak olursak, bu dönem filmleri elitist bir çevrede geçer, okumuş yazmış kültürlü insanları görürüz. diğer bir karakteristik özellik ise filmlerin diyaloğa dayalı oluşudur. allen'ın canlandırdığı karakter, yine allen'ın kendisine has olan ve pek değiştirmediği jest ve mimiklerle durmak bilmeksizin konuşur, karşı tarafı ince esprilerle iğneler. hatun kişi de bunun altında kalmaz. bu diyaloglar filmde öylesine yer kaplar ki yatak sahnelerinde bile karakterler kendilerini işine! vermez ve sorun çıkartır. bu sahnelerde de allen partneriyle hep yorgan altında iş tutar ki bu filmlerinde tek hoşuma gitmeyen yandır. tamam, woody babanın çıplak vücudunu görme meraklısı değilim ancak o yorganın tüm doğallığı kaçırdığını düşünüyorum. neyse ki son dönem filmlerinde bu adetinden vazgeçti. tekrar "2 days in paris"'e dönecek olursak saydığım tüm bu özelliklerin filmin ana hatlarını oluşturuyor olduğunu söyleyebiliriz. julie delpy'nin canlandırdığı marion'un lense geçmeden önce taktığı gözlük de bu anlattıklarımı tamamlıyor.
şimdi film hakkında konuşmaya başlayalım. buraya kadar söylenenleri unutun. paris'te iki gün sizde ne çağrıştırıyor. birbirine tutkuyla bağlı iki sevgilinin paris'te yaşadığı romantik iki gün mü? o halde ters köşedesiniz! ilişkilerinde 2 yılı dolduran marion & jack çiftinin çıktıkları avrupa seyahatinde marion'un ailesine emanet ettiği kedi jean luc'u geri almak için uğradıkları paris'te geçirilen iki gün var karşımızda. ve bu iki gün sanılanın aksine ilişkilerindeki bilinmeyenler üzerine kurulu, daha doğrusu jack'in pek bilgi sahibi olmadığı marion'un geçmişi üzerine... jack'in venedik'te okuduğu kitabın mevzusu olan "dünya küçüktür" teorisi kendisi için geçerli olmaz ancak marion'un geçmişinde olan erkekler bir bir karşılarına çıkmaya başlar. bu erkekler beraberinde jack'in sevgilisinde bilmediği yanları ortaya çıkarır. ve olanlar da marion'un hem jack tarafından sorgulanmasına hem de kendi içerisini eleştirmesini sağlar.
filmin adına aldanmayın demiştim, devam ediyorum. peki isimde yer alan paris filmde ön plana çıkıyor mu? hayır. tek bir istisna dışında, filme gerçeklik havası katan, bertolucci'nin "ultimo tango a parigi" / "paris'te son tango" filminde marlon brando'nun maria schneider'ı takip ettiği köprünün üzerindeyken jack, marion'a marlon gibi poz kesmesini istediği sahne. onun dışında paris'ten izlere pek rastlamıyoruz. şehir, "before sunrise"'taki viyana, "before sunset"'teki paris gibi başrolde değil (illa woody allen sinemasına karşılık arayacaksak allen da filmlerini çektiği şehirlere filmde bir pay biçer, new york, barselona vs...).
filmde marion ve jack haricindeki diğer karakterler hayli karikatürize edilmiş delpy tarafından. marion'un ailesi, taksi şöförleri, metroda marion'a asılan adam... iki sevgili arasındaki diyaloglarda da hissedilen mizah bu karakterlerin de katılımıyla doruğa çıkmış. filmi zevkle seyredilir kılan noktalardan birisi de bu.
film hakkında şu ana yazdıklarım olumsuz gibi gözükebilir ancak son dönemde keyif alarak izlediğim filmlerden birisiydi "2 days in paris". benzer nitelikteki woody allen filmleri ve "high fidelity"'nin ardına rahatlıkla yerleştiririm. eğer karşı cinslerin ilişkilerini ön plana alan filmleri seviyorsanız bunu da izlemelisiniz.
filmi ekşi sözlük'te gösterilen "before sunrise" & "before sunset" referansı üzerine izledim ve beklentilerimi bu şekilde hazırladım. ancak ilk beş dakika içinde gördüklerim bu referanslardan ziyade woody allen'ın 70'lerin ortasında takılmaya başladığı ve "annie hall" ile zirveye çıktığı kadın erkek ilişkilerine dayalı filmleri anımsattı. şimdi bu filmle bağımızı biraz koparalım ve allen'ın o dönemki filmlerine dönelim. ilk döneminde absürd komedi filmlerinden sonra allen bence en iyi yaptığı şey olan kadın - erkek ilişkilerini ve bu ilişkilerin açmazlarını ele almaya başladı. kaba hatlarıyla bakacak olursak, bu dönem filmleri elitist bir çevrede geçer, okumuş yazmış kültürlü insanları görürüz. diğer bir karakteristik özellik ise filmlerin diyaloğa dayalı oluşudur. allen'ın canlandırdığı karakter, yine allen'ın kendisine has olan ve pek değiştirmediği jest ve mimiklerle durmak bilmeksizin konuşur, karşı tarafı ince esprilerle iğneler. hatun kişi de bunun altında kalmaz. bu diyaloglar filmde öylesine yer kaplar ki yatak sahnelerinde bile karakterler kendilerini işine! vermez ve sorun çıkartır. bu sahnelerde de allen partneriyle hep yorgan altında iş tutar ki bu filmlerinde tek hoşuma gitmeyen yandır. tamam, woody babanın çıplak vücudunu görme meraklısı değilim ancak o yorganın tüm doğallığı kaçırdığını düşünüyorum. neyse ki son dönem filmlerinde bu adetinden vazgeçti. tekrar "2 days in paris"'e dönecek olursak saydığım tüm bu özelliklerin filmin ana hatlarını oluşturuyor olduğunu söyleyebiliriz. julie delpy'nin canlandırdığı marion'un lense geçmeden önce taktığı gözlük de bu anlattıklarımı tamamlıyor.
şimdi film hakkında konuşmaya başlayalım. buraya kadar söylenenleri unutun. paris'te iki gün sizde ne çağrıştırıyor. birbirine tutkuyla bağlı iki sevgilinin paris'te yaşadığı romantik iki gün mü? o halde ters köşedesiniz! ilişkilerinde 2 yılı dolduran marion & jack çiftinin çıktıkları avrupa seyahatinde marion'un ailesine emanet ettiği kedi jean luc'u geri almak için uğradıkları paris'te geçirilen iki gün var karşımızda. ve bu iki gün sanılanın aksine ilişkilerindeki bilinmeyenler üzerine kurulu, daha doğrusu jack'in pek bilgi sahibi olmadığı marion'un geçmişi üzerine... jack'in venedik'te okuduğu kitabın mevzusu olan "dünya küçüktür" teorisi kendisi için geçerli olmaz ancak marion'un geçmişinde olan erkekler bir bir karşılarına çıkmaya başlar. bu erkekler beraberinde jack'in sevgilisinde bilmediği yanları ortaya çıkarır. ve olanlar da marion'un hem jack tarafından sorgulanmasına hem de kendi içerisini eleştirmesini sağlar.
filmin adına aldanmayın demiştim, devam ediyorum. peki isimde yer alan paris filmde ön plana çıkıyor mu? hayır. tek bir istisna dışında, filme gerçeklik havası katan, bertolucci'nin "ultimo tango a parigi" / "paris'te son tango" filminde marlon brando'nun maria schneider'ı takip ettiği köprünün üzerindeyken jack, marion'a marlon gibi poz kesmesini istediği sahne. onun dışında paris'ten izlere pek rastlamıyoruz. şehir, "before sunrise"'taki viyana, "before sunset"'teki paris gibi başrolde değil (illa woody allen sinemasına karşılık arayacaksak allen da filmlerini çektiği şehirlere filmde bir pay biçer, new york, barselona vs...).
filmde marion ve jack haricindeki diğer karakterler hayli karikatürize edilmiş delpy tarafından. marion'un ailesi, taksi şöförleri, metroda marion'a asılan adam... iki sevgili arasındaki diyaloglarda da hissedilen mizah bu karakterlerin de katılımıyla doruğa çıkmış. filmi zevkle seyredilir kılan noktalardan birisi de bu.
film hakkında şu ana yazdıklarım olumsuz gibi gözükebilir ancak son dönemde keyif alarak izlediğim filmlerden birisiydi "2 days in paris". benzer nitelikteki woody allen filmleri ve "high fidelity"'nin ardına rahatlıkla yerleştiririm. eğer karşı cinslerin ilişkilerini ön plana alan filmleri seviyorsanız bunu da izlemelisiniz.
2 yorum:
öncelikle kalemine sağlık:)
bu filmi oyunculuğuna hayran olduğum isimlerden olan delpy için izlemeyi istiyordum fakat zevkine güvendiğim insanlar filmden uzaklaşmama neden olmuşlardı... ancak allen filmleriyle ilikilendirmen bu filmi izlemeyi tekrar düşünmemi sağladı çünkü allen sinemasına ve kadın-erkek ilişkilerine dayanan filmlere(özellikle zekice diyalogları olanlara) bayılırım:)
teşekkürler :)
benim de nedense pas geçtiğim filmlerden biriydi zamanında. geç de olsa izledim. bence sen de izlemelisin bir an önce.
Yorum Gönder