ali'nin sekiz günü (2009)

"ali'nin sekiz günü", cemal şan'ın ruh, akıl ve kalp üzerine olan üçlemesinin son halkası. daha önce zeynep ve dilber'in sekiz gününü inceleyen yönetmen bu sefer de ali'nin sekiz gününü önümüze sermiş. ve önceki gibi son sahneyi ilk baştan vererek giriş yapmış.

ali, istanbul'un kenar mahallelerinden birinde ailesinden kalan apartmana sahip ve yine aynı mahallede bakkal dükkanı işletmektedir. her sabah fatih belediyesi çöp kamyonu sokağın çöplerini toplarken, ekmeğin arasına yerleştirdiği kaşar dilimleri ve şişe kolasıyla kahvaltısını yapan ali'nin günleri birbirinin kopyasıdır. kendisinin kiracısı olan kemal her gün dükkana musallat olmakta ve ali'den borçlar almaktadır. kelimenin tam anlamıyla garip bir adam olan ali ise geri ödenmeyeceğini bildiği borçlara, geciken kiralara ve kemal'in kendisini hem sözlü hem de fiziksel aşağılamalarına ses çıkaramaz, alışveriş yapan müşterilerin parayı eksik ödemelerine de. ancak masum da değildir; sokakta karşılaştığı tecavüz vakasını polise bildirmez. dükkanına en ucuz sigarayı almaya gelen, depresyondaki müşterisini kendisinden daha güçsüz görür ve verdiği 2.30 tl'yi kuruşu kuruşuna sayarak kasasına atar, zavallı adama ezici bakışlar atarak.

mahalleye yeni taşınan zeynep, sigara almak için dükkana girdiğinde ali'nin dikkatini çeker. onun sıradan yaşamını değiştirecek bir güzelliğe sahiptir. ve artık ali'nin zihnini sadece zeynep meşgul edecek ancak ona bir türlü açılamayacaktır. zeynep ise karmakarışık bir ilişkinin içerisindedir ve kendisini bu karmaşadan kurtaramamaktadır.

"ali'nin sekiz günü", üzerinde düşünene kadar, diğerlerine göre nispeten, iyi bir film. üzerine yapılan çoğu yorumun zeki demirkubuz filmleriyle karşılaştırılmasından ibaret oluşu filme farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. peki bu kıyaslama veya benzetme diyelim doğru mu? evet, hem de sonuna kadar. filmin senaryosunu da yazan cemal şan'ın oluşturduğu karakterler, bu karakterleri canlandıran oyuncular (serdar orçin, ufuk bayraktar) ve şan'ın film boyunca kullandığı açılar demirkubuz sinemasına oldukça yakın. hatta "ali'nin sekiz günü"'nün anlattığı öyküye kaba hatlarıyla bir göz atarsak - bir erkekten yakın ilgi gören kadının, bu ilgiyi ve sevgiyi görmezden gelip, kendisini hiçe sayan, gerektiğinde paçavra gibi kenara fırlatan erkeğin peşinden koşması, ona sıkı sıkıya bağlı olması - birbirini tamamlayan "masumiyet" ve "kader" ile aynı paralelde olduğunu görebiliriz. "masumiyet" ile arasında kurulabilecek bir başka bağ ise zeynep'in terastayken ali'ye geçmişiyle ilgili mahrem anılarını anlattığı tiradı. filmin genelinde karşılaştığımız gereksiz cümlelerin fazlalığı bu tiradda da karşımıza çıkıyor ve bence anlattığı mevzunun vuruculuğunu kaybetmesine neden oluyor. çok büyük ihtimalle begüm birgören'in doğaçlama takıldığı bu kısım üzerinde biraz daha durulsa daha iyi bir iş çıkarılabilirdi. bu durum da haluk bilginer'in "masumiyet"'teki ilgili kısımda ne kadar şahane bir performans sergilediğini tekrar gözler önüne seriyor.

üçlemenin izleme fırsatını bulduğum iki filminin de (diğeri "dilber'in sekiz günü") sınırladığı zaman açısından sıkıntıları var diye düşünüyorum. eğer bu üçlemede ortak olan 8 gün birbirini takip eden sekiz gün ise durum daha da sıkıntılı. zeynep'in daha ikinci gün tanıştığı ve pek bir samimiyetinin olmadığı ali'nin evine dördüncü gün gidebilmesi, "hadi benim canım içki içmek istedi" demesi ve alkolü alınca da durduk yere eski ve gizli defterleri açması garibime gitti.

bahsettiğim gibi pek özgün bir hikayeye sahip olmayan filmi ayakta tutan tek şey oyunculuklar. serdar orçin, ufuk bayraktar ve begüm birgören'in (uzun tirad harici) oyunculukları filmi izlenir kılıyor. bunun dışında filmle ilgili olumlu yaklaşımda bulunabileceğim pek bir şey yok. yapılan "zeki demirkubuz hikayesini başka bir yönetmenden izlemek" yorumuna katılıyorum ve ona göre vaktinizi ayırın diyorum.

0 yorum: