drag me to hell (2009)

"drag me to hell", spider man serisinin yönetmeni sam raimi'nin yönetmenliğini yapıp, ivan raimi ile senaryosunu yazdığı ve 2009'un en iyi filmleri başlıklarında -ki buna quentin tarantino'nun listesi de dahil- sıkça karşımıza çıkan bir korku/gerilim filmi. 2009 cannes film festivali'nde de yarışan filmin başrollerinde ise "he's just not that into you" dolayısıyla kendisine sempati beslediğim sevimli aktör justin long ile alison lohman, lorna raver, dileep rao ve adriana barraza yer alıyor.

bir bankanın kredi servisinde çalışan christine brown, müdür yardımcılığına terfi etmek için elinden gelen herşeyi yapan çalışkan bir kadındır. işteki rakibi stu'nun başarısı bankanın müdür mr. jacks tarafından gözardı edilemeyecek kadar önemli olduğu için artık acımasız biri olması gerektiğini anlar ve evi için bankadan aldığı borcunun tarihini 3. defa uzatmak isteyen yaşlı çingene sylvia ganush'un bu borç erteleme isteğini reddeder. çok gururlu bir kadın olmasına rağmen evini kaybetmemek için christine'e yalvaran sylvia, tekrar reddedildiği ve tüm bankanın önünde rezil olduğu için christine'e bir çingene büyüsü olan lamia büyüsü'nü yapar ve iblis bozması lamia christine'e musallat olur.

christine tüm bu olayların ardından erkek arkadaşı clay dalton ile dışarı çıktığı bir akşam tesadüf eseri bir medyumun dükkanını görür ve fal baktırır. medyum rham jas, christine'e büyüyü ve kurtulması için yapması gerekenleri anlatır. christine'in hiç vazgeçmediği hayat mücadelesinden sağ kurtulması için gerçekten büyük belalara bulaşması ve korkusuz olması gerekmektedir.

konusu itibariyle fazla yaratıcı olmamasının yanısıra, evde izlememe rağmen ses efektleriyle beni korkutmayı başaran bir filmdi "drag me to hell". özellikle korku filmi klişesi haline gelmiş bir durum olan sessizliğin ardından gelen -burada genelleme yapıyorum- korkunç "yaratık"lar; tipleri bakımından vasat olsalar da ani çıkışlarıyla beni koltuğa yapıştırdılar. 2009'un en iyi filmleri arasında gösterilmesinin sebebini izledikten sonra anladım, sadece o sürpriz son için bile izlenmeye değer bir film.

4 yorum:

SirEvo | 28 Aralık 2009 11:56

Sürpriz son mu?
Ani çıkışlar mı?

Bu sene izlediğim en dandik korku filmi. Hatta şöyle söyleyeyim, film korku filmi de değil. Korku-komedi. Çünkü 80lerin efsanesi The Evil Dead filmi de aynı yönetmenden çıkmıştır ve o filmle efsane olmuştur. Aynı şeyi bunda da tekrarlamış olacak ki, biz yeni kuşağa hiç iyi gelmedi bu tür.

Sonuç olarak, en iyi film olarak gösteren sanırım Tarantino'ydu ama onun en iyi film olarak gösterdikleri arasında komedinin yerlerde süründüğü Observe and Report da vardı.

Sürpriz son böyle olmaz. Sürpriz son uzakdoğu çakması The Uninvited filmindeki gibi olur, sürpriz son Inside Man filmindeki gibi olur. Bu sonu ben dahil odadaki tüm arkadaşlarım filmi izlerken tahmin ettik.

Zaman ayırmaya bile değmeyecek, bu yılın en büyük fiyaskosudur bana göre. IMDb puanının fazlalığı sadece yönetmenin efsane film The Evil Dead'e imza atması sonucu oluşmuştur. Onun dışında, rezil korkutma sahneleri ve ezik finaliyle hiç ama hiç tavsiye edilmeyecek bir filmdir.

k.a. | 28 Aralık 2009 16:55

herkesin bir bakış açısı vardır ve insanların bakış açılarının aynı olmasını bekleyemeyiz. bunu beklemek de büyük bir saçmalıktır zaten. düşünsene herkes aynı kadını beğeniyor, herkes aynı yemeyi yemekten hoşlanıyor. ne anlamı kalırdı? tüm bu farklılıklar yaşamı daha güzel kılıyor. hepimiz aynı bakış açısına sahip olsak tornadan çıkmış kalaslardan ne farkımız kalırdı?

senin beğenmediğin bir film başkası için güzel olabilir. aynı şekilde beğendiğin bir film de başkası için cazip olmayabilir. örneğini de senin yazdığından vereyim: "Bu sene sadece Nefes: Vatan Sağolsun'u izledim sanırım yerli filmler içerisinde. Ama başka izlemiş olsam da fikrimin değişeceğini sanmıyorum; 2009'un en iyi Türk filmidir benim için." vizyona giren diğer filmleri izlemeden de bu çıkarımı yapman ilginç. belli ki kesin yargılarla konuşmaktan çok hoşlanıyorsun. ancak "nefes" benim için bir zaman kaybı. ne olacak şimdi? sana saygısızlık yapıp, olay o değildir budur mu demem gerek?

"drag me to hell" benim açımdan da bir fiyaskodur. ancak bu blog kimsenin tekelinde değil. ne benim ne de okuyucuların. son olarak "sürpriz son" dersi için çok teşekkürler. ileriki dönemde bol bol yararlanacağız.

SirEvo | 29 Aralık 2009 00:56

İyi de bu blogta yazılan bir yazıya ben de kendimce yorum yapmışım. Böyle çıkışacak ne var?
Herkesin kendi bakış açısı vardır ve ben de kendi bakış açımı buraya yazdım, hatta blogumda da yazdım bu filme olan bakış açımı. Ne yani, siz buraya bu yazıları kimse olumsuz yorum yapmasın mantığıyla mı yazıyorsunuz? Yazdığınız hiçbir yazıya kendi görüşlerimizi yazamayacak mıyız?

Nefes olayına gelecek olursak, sinemada fazla film izleyen tipte biri değilim. Buna ne bütçem ne başka bir şey yeter. Ama şu var ki, yıllardır Nefes gibi bir yerli film ben izlemedim. Beni çok etkiledi ve etkilediği insan sayısı da bir hayli fazlaydı. Zaten epey de insan izledi diye biliyorum.
Diğer yerli yapımlara gelen tepkiler ile Nefes'e gelen tepkiler arasındaki dağlar kadar farkı göz önünde bulundurup da öyle bir yorum yapmıştım. Hala da arkasındayım. Bunun kesinlikle falan alakası yok, benim açımdan olan bir netlik var.
Diğer vizyona giren filmlerin hepsini izleyip de yorum yapmamı da beklemiyorsun herhalde? Var mıdır böyle bir imkanı olan?
Onu da geçtim, benim yazıma yorum yapmak yerine, yeri geldiği zaman oradan alıntı yapmak da epey ilginç. Benim bloguma gelip benim beğendiğim filmleri beğenmeyen, benim beğendiğim sanatçıları beğenmeyen kişiler yorum atıyorlar ve ben de o yorumları yayınlıyorum ve böyle garip cevaplar vermiyorum. Sen de o yazımı buraya alıntılamak yerine gelip yorum atabilirdin, enteresan.

Sürpriz son dersi için de rica ederim, her zaman beklerim. ;)

k.a. | 29 Aralık 2009 09:44

bu blogda olumsuz yorum yazmayın gibi birşey dediğimi hatırlamıyorum. üstteki yorumumdan da bu anlamı çıkarabilmene şaşırdım. filmi beğenmeyebilirsin, yazıyı da beğenmeyebilirsin ama başka bir insanın yazısını "yazını beğenmedim, şu kısma katılmıyorum" demek yerine "bu olay şöyle olur" şeklinde öğretmeye kalkarsan orada dur derim. şimdi ben bu lafı edince şunun altını da çizeyim, biz de bu işin erbabı değiliz, kendi keyfimize göre yazıyoruz. okuyuculardan birkaçı farklı düşünecek/isteyecek diye kelimeleri yontmaya başlarsak, nerede kalır bu işin keyfi? dolayısıyla ne ben bir başkasının yazısına ahkam kesecek hakkı kendimde görürüm, ne de başkasının buraya gelip ahkam kesmesine hoş gözle bakarım. dolayısıyla benim senin yorumunda takıldığım nokta olumsuz yazman değil, "bu iş böyle olur" şeklinde yazman. daha açık bir şekilde anlatabilmişimdir umarım.

şu ekonomik koşullarda kimsenin her vizyona giren filmi sinemaya gidip izleyecek durumu yok malesef. keşke her filmi sinema salonunda izleyebilsek. ben de giderken kılı kırk yarıyorum film hakkında. verdiğim paranın karşılığını alabilecek miyim diye. "nefes" hakkında alıntılamamın sebebi gayet basitti, senin çok beğendiğin filmi ben beğenmediğimi belirtirsem ne olacak diye merak etmiştim. farklı yönlere çekilecek bir mevzu değil yani. ben de oradaki eleştirilerimin hala arkasındayım :) bir de şuna takıldım, filmin "iyi" niteliğini seyirci sayısı veya tepki sayısı mı belirliyor? eğer böyleyse recep ivediklerin trier'den, allen'dan başarılıdır diyebilir miyiz?

bu ülkede basın malesef çok güzel oynatıyor gündemi. istediği şeyleri tepeye çıkarıyor, istemediklerini de göz ardı ediyor. her konuda bu böyle, sinemada da. ben onların öne çıkarmadıklarını kurcalamaktan hoşlanıyorum. mesela bu sene "mommo", "deli deli olma", "gölgesizler", "süt" gibi türk filmleri girdi vizyona. ben boyalı basında pek fazla rastlamadım bu filmlere, ancak hepsi de pek hoş. tavsiye ederim. film zevkin ayrıdır, minimal filmlerden hoşlanmazsın ancak ona bir şey diyemem.

son olarak, ben de senin yorumlarını yayınlıyorum. yayınlamadığım da olmadı sanırım. eğer verdiğim cevapların garip olduğunu düşünüyorsan seni burada tutmayalım, herkesin zamanı kıymetlidir :)