he's just not that into you (2009)
öncelikle filmin senaryosunun greg behrendt ve liz tuccillo'nun aynı isimli romanından abby kohn ve marc silverstein tarafından uyarlandığını belirtelim. greg behrendt ve liz tuccillo'nun sex and the city'nin senaryo danışmanları olduğunu bir yana bıraktım, başrollerde scarlett johansson, drew barrymore, jennifer aniston, ben affleck, ginnifer goodwin, justin long ve meg ryan'ın tahtını alıp savurma potansiyeli yüksek olan jennifer connely gibi isimler var, daha ne olsun. yönetmen ise genellikle fazla didiklenmemesi gereken konuları ele alan, "license to wed" ve "the sisterhood of the traveling pants" filmlerinin de yönetmeni ken kwapis. ülkemizde "erkekler ne söyler kadınlar ne anlar" adı altında vizyona giren filmin türkçe meali alakasız bir şekilde yapılsa da, filme uygun bir seçim olmuş, hatta filmin orjinal isminden bile daha güzel olmuş. istemek demişken, haliyle aklıma mel gibson'ın "what women want?" filmi geldi, o da erkekler için oldukça iyi bir rehber.
filmin kurgusu birbirinden bağımsız insanlar ve bu insanların ilişkileri üzerine. aslında belli bir noktaya kadar böyle düşünmemize sebep olsa da, zaman geçtikçe aslında hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğunu görüyoruz. aşık olduğu ilk erkeğin hayal kırıklığını annesine anlatan küçük bir kızın yanlış bilgilendirilmesiyle başlayan film, kadınların kendini avutma içgüdüsünden yol alıp bir saçmalıklar yumağına dönüşüyor. peki neden? kadınlar birbirlerini kıskandıkları kadar, birbirlerine destekte olurlar. en yakın arkadaşının, veyahut dostunun üzülmemesi için "gerçek"ten bir hayli uzakta düşünceleri onun aklına sokarak avutmaya çalışan kadın topluluğunu -ki bu kadın topluluğuna ortalama tüm kadınlar giriyor- kınıyorum. ilkokul 1. sınıftayken hoşlandığı ilk çocuktan tekme yiyen bir zavallı olarak size söyleyeceğim şu ki, bir erkeğin sürekli sizinle uğraşması ve kötü davranması sizden hoşlandığı anlamına gelmiyor.
bana göre filmin ana karakteri gigi, doğru insanı bulmak için herşeyi yapabilecek kapasitede olan, görüştüğü bir erkeğin aramasını beklerken günün 24 saatini telefon başında geçirdiğini farkeden bir insan. gigi, kendisini aramayan conor'ı görmek ve bu karşılaşmaya bir tesadüf havası vermek için, saçma sapan bir bahaneyle onun takıldığı bara gider. conor'ı ararken barın sahibi alex'le tanışır ve alex gigi'ye adeta erkekleri anlama kılavuzu olur. tanışmalarından sonra hayatına giren erkekleri alex'le paylaşır ve ilişkiler üzerine her konuda onun yardımını alır, kısacası çok yakın iki arkadaş olurlar. yine bir gün evinde fotosentez yaptığı bir anda izlediği film sayesinde kafasındaki tüm puzzle parçalarını birleştirir ve alex'in ondan hoşlandığı kanısına varır. alex'le bunu paylaşır ve alex tipik erkek hareketi olarak "ben boşuna mı konuşuyorum?", "ben sana öyle mi dedim?" tepkisini verir. ağır konuşan ve çekip giden kız konumuna giren gigi ise doğal olarak alex'in gözünde değere biner.
filmdeki tek evli çift olan ben ile janine ise, evliliklerinde büyük problemler yaşamaktadırlar. evlendikten sonra tümüyle değişen kadın pozisyonundaki janine, ben'in anlayışlı tavırlarına karşın soğuk nevale tutumunu sürdürmekte, haliyle kocasını kendinden uzaklaştırmaktadır. bu sebeple alışılagelmiş bir durum ortaya çıkar ve ben, markette tanıştığı anna'ya aşık olur. anna'da ben'in karizmasına dayanamayınca beklenen olur ve ben, karısı janine'i aldatır. büyük bir cesaret örneği sergileyerek adiliğini janine'e itiraf eden ben, sonradan çok pişman olacağının farkında değildir. malum tilki dönüp dolaşır ama...
"en büyük aşklar bile 40 gece sürer" tezini çürüten tek çift ise neil ve beth. 7 senedir birlikte yaşayan çiftin arası, beth'in evlenme tutkusu yüzünden bozulur ve ayrılırlar. ama farkındaysanız gerçek bir aşk olduğunu belirttim, tabikide barışıyorlar!
aslında hem erkeklerin hem de kadınların dikkatle izlemesi gereken bir film he's just not that into you. karşısına anna gibi biri çıkan erkeklerin ne yapması gerektiği veya evlilik meraklısı beth gibi olmamak için ne yapmak gerektiği açıkça gözlemlenebiliyor filmde. izlenmeli.
filmin kurgusu birbirinden bağımsız insanlar ve bu insanların ilişkileri üzerine. aslında belli bir noktaya kadar böyle düşünmemize sebep olsa da, zaman geçtikçe aslında hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğunu görüyoruz. aşık olduğu ilk erkeğin hayal kırıklığını annesine anlatan küçük bir kızın yanlış bilgilendirilmesiyle başlayan film, kadınların kendini avutma içgüdüsünden yol alıp bir saçmalıklar yumağına dönüşüyor. peki neden? kadınlar birbirlerini kıskandıkları kadar, birbirlerine destekte olurlar. en yakın arkadaşının, veyahut dostunun üzülmemesi için "gerçek"ten bir hayli uzakta düşünceleri onun aklına sokarak avutmaya çalışan kadın topluluğunu -ki bu kadın topluluğuna ortalama tüm kadınlar giriyor- kınıyorum. ilkokul 1. sınıftayken hoşlandığı ilk çocuktan tekme yiyen bir zavallı olarak size söyleyeceğim şu ki, bir erkeğin sürekli sizinle uğraşması ve kötü davranması sizden hoşlandığı anlamına gelmiyor.
bana göre filmin ana karakteri gigi, doğru insanı bulmak için herşeyi yapabilecek kapasitede olan, görüştüğü bir erkeğin aramasını beklerken günün 24 saatini telefon başında geçirdiğini farkeden bir insan. gigi, kendisini aramayan conor'ı görmek ve bu karşılaşmaya bir tesadüf havası vermek için, saçma sapan bir bahaneyle onun takıldığı bara gider. conor'ı ararken barın sahibi alex'le tanışır ve alex gigi'ye adeta erkekleri anlama kılavuzu olur. tanışmalarından sonra hayatına giren erkekleri alex'le paylaşır ve ilişkiler üzerine her konuda onun yardımını alır, kısacası çok yakın iki arkadaş olurlar. yine bir gün evinde fotosentez yaptığı bir anda izlediği film sayesinde kafasındaki tüm puzzle parçalarını birleştirir ve alex'in ondan hoşlandığı kanısına varır. alex'le bunu paylaşır ve alex tipik erkek hareketi olarak "ben boşuna mı konuşuyorum?", "ben sana öyle mi dedim?" tepkisini verir. ağır konuşan ve çekip giden kız konumuna giren gigi ise doğal olarak alex'in gözünde değere biner.
filmdeki tek evli çift olan ben ile janine ise, evliliklerinde büyük problemler yaşamaktadırlar. evlendikten sonra tümüyle değişen kadın pozisyonundaki janine, ben'in anlayışlı tavırlarına karşın soğuk nevale tutumunu sürdürmekte, haliyle kocasını kendinden uzaklaştırmaktadır. bu sebeple alışılagelmiş bir durum ortaya çıkar ve ben, markette tanıştığı anna'ya aşık olur. anna'da ben'in karizmasına dayanamayınca beklenen olur ve ben, karısı janine'i aldatır. büyük bir cesaret örneği sergileyerek adiliğini janine'e itiraf eden ben, sonradan çok pişman olacağının farkında değildir. malum tilki dönüp dolaşır ama...
"en büyük aşklar bile 40 gece sürer" tezini çürüten tek çift ise neil ve beth. 7 senedir birlikte yaşayan çiftin arası, beth'in evlenme tutkusu yüzünden bozulur ve ayrılırlar. ama farkındaysanız gerçek bir aşk olduğunu belirttim, tabikide barışıyorlar!
aslında hem erkeklerin hem de kadınların dikkatle izlemesi gereken bir film he's just not that into you. karşısına anna gibi biri çıkan erkeklerin ne yapması gerektiği veya evlilik meraklısı beth gibi olmamak için ne yapmak gerektiği açıkça gözlemlenebiliyor filmde. izlenmeli.
0 yorum:
Yorum Gönder