sade (2000)
2000 marquis de sade için iki filmin yapıldığı bir yıldı. bu iki filmden biri, philip kaufman'ın yönettiği ve geoffrey rush'ın sade rolünde çılgın attığı "quills" sade'ın son dönemlerini konu alıp, yazarın zor şartları altında olmasına rağmen boyun eğmeyip içindekileri kağıda dökme tutkusunu aktarıyordu izleyene. "sade" ise serge bramly'nin "sade - la terreur dans le boudoir" adlı romanının beyazperdeye yansımasıdır. 1994 yılında jacques fieschi tarafından senaryolaştırılan romanı benoît jacquot ele alıp filme çekmiştir. sade rolünde oynayan daniel auteuil'e eşlik eden isimlerden bazıları marianne denicourt, jeanne balibar, grégoire colin ve isild le besco. bu arada söz konusu roman, "yatak odasında terör" adıyla everest yayınları tarafından 2001'de basılmıştı.
genelinde romandaki akışa sadık kalınarak çekilmiş film. ancak ufak tefek farklılıklar da yok değil. örneğin roman, sade'ın fransız ihtilali dönemindeki bastille hapishanesindeki günleriyle açılıyor. devrim esnasında bastille hapishanesini de hedef olarak görülür ve burada da ortalık karışır. bazı mahkumlar öldürülür, bazıları ise hapisten kaçıp özgürlüğe kucak açar. dışarıda yaşanan tüm bu kargaşayı sade demir parmaklıklı penceresinin ardından izler. bu kaos ortamı ona fiziksel olarak etki etmese de kaldığı odasının yağmalanması sonucu içeride yazdığı "sodom'un 120 günü"'nün el yazması kaybolur ve bu ona çok koyar.
filmimiz ise sade'ın bastille günlerine teğet geçip onun tekrar tutuklanışının ardından picpus manastırına gönderilişiyle açılıyor. picpus manastırının diğer hapishanelerden farkı soyluların gönderildiği ve cezalarının kesileceği güne kadar kaldıkları bir yerdir. soylular kaldığı için de belirli bir ücreti vardır buranın (sade'ın ağzından güzel de bir laf koyulur bu duruma filmde). sade'a bu rahatlığı sağlayan kişi ise eşi sensible'dır. sade'ın içeriye girişini fırsat bilip sensible'ı sahiplenen fournier konvansiyon üyesidir. ve sensible da fournier'den sade'ı kollamasını ister.
sade ise "justin"'i başka bir isim altında yayınlatıp memlekette olay yaratmıştır. roman sebebiyle onun peşine düşülür, ondan kuşkulanılır ancak kesin bir hüküm de verilemez hakkında. yayıncısının kellesi ise bedeninden çoktan ayırılmıştır. sade'ın ise duracağı yoktur. her koşulda yazmaya ve "erdem" kavramı üzerine gitmeye devam eder (romanda picpus'taki günlerinde bu uğraşları daha fazla yer etse de filmde çok fazla üzerinde durulmuyor). ilk günlerinde diğer soylular tarafından dışlanan sade, manastırda bulunanların idam korkusu altında yaşadığı bu günlerde kendi yazdığı bir piyesi sahneye koyma kararı alır. böylelikle aklındaki "zararlı" tohumları serpeceği bir ortamı yakalamış olur. ve bir yandan da picpus manastırı'na kendisiyle beraber getirilen soylu ailenin küçük kızı emilie'i ahlak konusundaki farklı yaklaşımlarıyla etkilemeye devam eder.
"sade" özünde aynı temayı konu alan "quills"'e göre biraz daha sönük kalan bir film. "quills"'te sade'ın o karanlık yüzünün daha çok resmedilişi, oyuncu kadrosunun kalburüstü oluşu (geoffrey rush, kate winslet) ve özellikle rush'ın mükemmel performansı bu fikrin oluşmasını sağlıyor. "sade", "quills" kadar karanlık olmadığı gibi dayandığı roman kadar da sert özellikte değil. nedense sadizme adını veren ve ahlak ve erdem kavramlarıyla kafayı bozmuş bu adamın savunduğu fikirler çok fazla kurcalanmadan yansıtılmış izleyene. bence filmin en büyük negatif noktası budur.
genelinde romandaki akışa sadık kalınarak çekilmiş film. ancak ufak tefek farklılıklar da yok değil. örneğin roman, sade'ın fransız ihtilali dönemindeki bastille hapishanesindeki günleriyle açılıyor. devrim esnasında bastille hapishanesini de hedef olarak görülür ve burada da ortalık karışır. bazı mahkumlar öldürülür, bazıları ise hapisten kaçıp özgürlüğe kucak açar. dışarıda yaşanan tüm bu kargaşayı sade demir parmaklıklı penceresinin ardından izler. bu kaos ortamı ona fiziksel olarak etki etmese de kaldığı odasının yağmalanması sonucu içeride yazdığı "sodom'un 120 günü"'nün el yazması kaybolur ve bu ona çok koyar.
filmimiz ise sade'ın bastille günlerine teğet geçip onun tekrar tutuklanışının ardından picpus manastırına gönderilişiyle açılıyor. picpus manastırının diğer hapishanelerden farkı soyluların gönderildiği ve cezalarının kesileceği güne kadar kaldıkları bir yerdir. soylular kaldığı için de belirli bir ücreti vardır buranın (sade'ın ağzından güzel de bir laf koyulur bu duruma filmde). sade'a bu rahatlığı sağlayan kişi ise eşi sensible'dır. sade'ın içeriye girişini fırsat bilip sensible'ı sahiplenen fournier konvansiyon üyesidir. ve sensible da fournier'den sade'ı kollamasını ister.
sade ise "justin"'i başka bir isim altında yayınlatıp memlekette olay yaratmıştır. roman sebebiyle onun peşine düşülür, ondan kuşkulanılır ancak kesin bir hüküm de verilemez hakkında. yayıncısının kellesi ise bedeninden çoktan ayırılmıştır. sade'ın ise duracağı yoktur. her koşulda yazmaya ve "erdem" kavramı üzerine gitmeye devam eder (romanda picpus'taki günlerinde bu uğraşları daha fazla yer etse de filmde çok fazla üzerinde durulmuyor). ilk günlerinde diğer soylular tarafından dışlanan sade, manastırda bulunanların idam korkusu altında yaşadığı bu günlerde kendi yazdığı bir piyesi sahneye koyma kararı alır. böylelikle aklındaki "zararlı" tohumları serpeceği bir ortamı yakalamış olur. ve bir yandan da picpus manastırı'na kendisiyle beraber getirilen soylu ailenin küçük kızı emilie'i ahlak konusundaki farklı yaklaşımlarıyla etkilemeye devam eder.
"sade" özünde aynı temayı konu alan "quills"'e göre biraz daha sönük kalan bir film. "quills"'te sade'ın o karanlık yüzünün daha çok resmedilişi, oyuncu kadrosunun kalburüstü oluşu (geoffrey rush, kate winslet) ve özellikle rush'ın mükemmel performansı bu fikrin oluşmasını sağlıyor. "sade", "quills" kadar karanlık olmadığı gibi dayandığı roman kadar da sert özellikte değil. nedense sadizme adını veren ve ahlak ve erdem kavramlarıyla kafayı bozmuş bu adamın savunduğu fikirler çok fazla kurcalanmadan yansıtılmış izleyene. bence filmin en büyük negatif noktası budur.
0 yorum:
Yorum Gönder