müzikal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müzikal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1 com

heima (2007)

aranızda björk, sigur rós, amiina, ólafur arnalds gibi izlandalı isimleri dinleyip, bir de üzerine o coğrafyadan insanı etkileyen fotoğrafları görüp de avrupa'nın üzerinde tek başına takılan bu ülkeye gitmek isteyen oldu mu? belki de gitmek istemeyen desek yeridir. öyle ki bu ülkenin bağrından kopup gelen ve melodilerini kulaklarımıza sunan sanatçılar sanki el birliği etmişçesine insanın bitini kanlandırıyor ve insanı bu ülkeye davet ediyor. eğer ilk başta sorduğum sorunun yanıtı evet ise "heima" sizin için çifte kavrulmuş lokum değerinde!

sigur rós elemanlarının 2006 yazında çıktığı dünya turnesinden sonra eve döndüğünde kafalarında bir proje vardı; izlanda'yı köşe bucak gezip, onlara kol kanat geren insanlara sürpriz konserler vermek. bu amaçla yola çıktılar ve uğradıkları yerlerde verdikleri konserlerden birer parça alıp bu belgesel tadındaki filmi oluşturdular.

evde anlamına gelen "heima" belgesel niteliği taşısa da grubun özeline derinlemesine dalmıyor. yani grubun tarihçesine, elemanlarının özelliklerine pek değinmiyor. genelde uğradıkları duraklarda grubun elemanlarının görüşleri üzerinde duruluyor. zaten içerisinde pek fazla konuşma geçmeyen belgeselde sigur rós parçaları daha fazla yer kaplıyor. şarkılara, canlı performansların yanı sıra bulundukları yerin görüntüleri eklenince insan ruhuna hem kulaktan hem de gözden giriş yapıyor "heima" ve izleyeni yakalamayı başarıyor. ki aynı tadı deftones'un "live in hawaii: music in high places" dvd'sinde de almak mümkündür.

björk'ün geçen sene yanına thom yorke'u alıp destek verdiği nattura'dan hatırladığımız izlanda'nın sanayileşme sürecinde yaşadığı çevre kirliliği sorununa değinen grup bu kirliliğe karşı hareket edenleri desteklemek için çıktıkları yerde bir de akustik takılıyor. yazının altında göreceğiniz, grubun en harika parçalarından olan "hoppípolla"yı icra ederken grup yanına sürekli beraber takıldıkları amiina'yı da alıyor ve ortaya şahane bir eser çıkıyor.

eğer hala belgeseli izlemediyseniz veya almaya niyetliyseniz "heima"'nın box set olarak satıldığını belirtmeliyim. sette, ilk disk belgeselden dvd'si, ikinci disk ise konserde çalınan orjinal ve editlenmemiş parçalardan oluşan cd. bu çalışmanın tek ve en kötü yanı ise, izleyende bir an önce izlanda'ya gitme isteğini arttırıyor oluşu. aman dikkat!


3 com

willy wonka and the chocolate factory (1971)

roald dahl'ın aynı isimli kitabından yine kendisi tarafından senaryolaştırılarak beyazperdeye uyarlanan film. yönetmenliğini mel stuart'ın yaptığı filmin başrollerinde ise gene wilder, jack albertson ve peter ostrum yer alıyor.

bilindiği üzre film 2005 yılında usta yönetmen tim burton tarafından "charlie and the chocolate factory" adı altında yeniden beyazperdeye uyarlandı. konusu ve işleyişi bakımından aslında arasında hiç fark olmadığını düşündüğümüz iki film, aslında oldukça farklılar. film yorumuma "willy wonka and the chocolate factory vs. charlie and the chocolate factory" havası vermek istemem ama burada değinmek istediğim birkaç konu var.

* will wonka and the chocolate factory tamamiyle hikayeye bağlı kaldığı halde charlie and the chocolate factory'de tam bir tim burton havası var ve bazı yerleri gerçekten ürkütücü.

* 1971 yılında çekilen bir filmde elbette kusursuz bir görsellik aramam. fakat willy wonka and the chocolate factory'de elde edilen görsellik, tıpkı charlie and the chocolate factory'de olduğu gibi çikolata konusunda insanın iştahını kabartıyor.

* son olarak lafım charlie'ye. e be güzel çocuğum, sen ne diye biletlerin olmadığı çikolatadan alırsın bile bile. sen git yolda para bul, tırt bir wonka çikolatası al, hayvan gibi saldır, tam dükkandan çıkarken aklına gelsin biletlerin olduğu çikolatadan almak evdeki insanlar da lahana suyu ile beslenedursunlar.

1 com

cry-baby (1990)

müzikal harikası hairspray serisinin senaristi john waters yönetmenliğinde çekilen filmin başrollerinde johnny depp, amy locane, susan tyrrell, polly bergen, iggy pop ve ricki lake yer alıyor. johnny depp'in ilk müzikal denemesinin sweeney todd olmadığını kafama sokmama sebep olmuş film, depp'in o gözü yaşlı toy görüntüsüyle kendine hayran bırakıyor. yinede türkçemize sulugöz, hassas yavru, ağlak bebe isimlerinde çevrilmeseydi daha hoş olurdu diye düşünüyorum.

bir damla gözyaşı ile burjuva sınıfından olan kızları bile kendine hayran bırakan cry-baby rakaplı wade walker muhteşem sesiyle de insanları büyüleyen bir haytadır. kasıntı ve uslu hanım hanımcık bir kız olarak büyükannesi ile büyüyen allison vernon-williams'ı tek bakışıyla kendine aşık eden walker'la ileri gelen burjuva sınıfı arasında bir rekabet başlar. allison ve kendini onun ileride evleneceği adam olarak gören erkek arkadaşı ile cry-baby arasındaki rekabet arttıkça iş ciddiye biner ve hayta grubunun yaptığı bir parti esnasında büyük olayın çıkmasıyla hepsi kendini mahkemede bulur. cry-baby'nin hapse girmesiyle işler çığrından çıkar ve allison eski erkek arkadaşına geri döner. cry-baby ile ilgili gerçekleri öğrendikten sonra yaptığı hatayı anlayan ve ona geri dönen allison ise onu hapisten çıkarmak için elinden gelen herşeyi yapacaktır.

bu filmdeki rolü sayesinde tim burton tarafından keşfedilip, aynı sene hayatımın filmlerinden biri olan edward scissorhands'te rol alan johnny depp'in önemli filmlerindendir cry-baby. kusursuz bir oyuncu olduğunu anlamak için de bu iki filmi karşılaştırmak yeterli oluyor zaten, depp bu filmler çekildiğine sadece 27 yaşındaydı. izlenmesi gereken eğlenceli bir müzikal.

1 com

james and the giant peach (1996)

the nightmare before christmas'taki gibi yönetmen koltuğunda henry selick'in olduğu filmin prodüktörlüğünü stop-motion ustası tim burton üstlenmiş. fantastik ve eğlence dolu filmlere ilham kaynağı olabilecek kapasitedeki romanlarıyla ünlü (bkz. charlie and the chocolate factory) galli kısa öykü yazarı roald dahl'ın 1961 yılında yazdığı aynı isimli romanından uyarlanan film, "müzikal veya komedi/en iyi müzik" dalındaki oscar adaylığı ile yetinebilmiştir. başrollerinde paul terry, joanna lumley ve miriam margolyes'in olmasının yanısıra animasyon kısımların seslendirmelerini richard dreyfuss, jane leeves, simon callow, susan sarandon ve david thewlis üstlenmiş.

bulutların arasından beliren dev bir gergedanın anne ve babasını yemesi üzerine, kendini beğenmiş iki cadoloz teyzesi ile kalmaya başlayan james isimli çocuğun başlarda biraz acıklı fakat ilerledikçe oldukça eğlenceli bir macera haline gelen hikayesidir james and the giant peach. en büyük hayali ailesiyle beraber new york'un rüya gibi mekanı times meydan'ındaki times binasına gitmek olan james, ailesi her ne kadar atık yanında olmasa da bu hayalini gerçekleştirecektir. olağanüstü olaylar zinciri çoğu tim burton filminde olduğu gibi burada da kendini belirtip insanın hayal dünyasını zorlamaya yöneliktir. kardeşim olmasını çok dilediğim genç ve başarılı hollywood yıldızı freddie highmore'a benzeyen başrol oyuncusu paul terry'nin performansı göz ardı edilmeyecek kadar kusursuzdur.

iki teyzesi tarafından dövülen, ortaçağ kölesi gibi çalıştırılan ve aç bırakılan james'in karşısına hayatını değiştirecek bir adam çıkar. olağanüstü olayların olacağını söyleyen adamın gitmesinin ardından yıllardır bir yaprak bile açmamış kuru dallardan bir şeftali belirir. gözlerinden açlık akan teyzeler şeftaliyi görünce heyecanlanır ve almak isterler fakar şeftalinin inanılmaz bir hızla büyümesi onları durdurur ve bu dev şeftaliden para kazanma planları yapmaya başlarlar.

kölelik işini gerçekleştirdiği bir akşam şeftalide oluşan deliği farkeden james şeftalinin içine girer ve o andan itibaren film animasyona döner. çook başarılı bir stop-motion haline gelen film james ve yeni böcek arkadaşlarıyla sürükleyici bir maceraya dönüşecektir, çok kolay bir yolculuk olacağı söylenmez ama..

stop-motion açısından the nightmare before christmas'tan daha başarılı sanki. kıyaslanamayacak iki film aslında, bu filmde tim burton gotikliğinden eser yok çünkü. öykü, filme hayat vermiş adeta. tek dileğimiz roald dahl öykülerinin (örn. charlie'nin büyük cam asansörü, bay ve bayan kıl.) tim burton tarafından beyazperdeye uyarlanması. daha çok 15 yaş altına hitab eden eğlenceli bir film, fakat animasyon sevenler de keyifle izleyebilir.

0 com

the nightmare before christmas (1993)

tim burton'ın caroline thompson ile birlikte michael mcdowell'ın kitabından uyarlayarak senaryosunu yazdığı filmin yönetmeni henry selick'tir. animasyon ve stop-motion tekniği ile çekilmiş bu müzikal film 2006 yılında amerika'da tekrar vizyona girerek 3d teknolojisinden yararlanmış ve izleyiciye harika bir görsel şölen yaşatmıştır. jack'in söylediği şarkılarda danny elfman olmak üzere; chris sarandon, catherine o'hara, william hickey, glenn shadix gibi isimlerde seslendirmelerini yapmıştır. oscar ödüllerinden eli boş dönen film özellikle müzikleri sebebiyle birçok film festivalinde danny elfman'a ödül kazandırmıştır.

halloween (cadılar bayramı) kasabasının en sevilen ve en korkunç ismi, yani balkabağı kralı jack skellington, içinde yaşadığı korkunç dünyadan bıkmıştır ve bir cadılar bayramı gününün sonunda ormanda gezintiye çıkar. bu gezintide farkında olmadan christmas kasabasını keşfeder ve noel babanın, kendince noel canavarının yerini almak ister. kendi kasabasına bu fikri aşılayan jack, noel baba kılığına girerek çocuklara oyuncaklarını dağıtır fakat bu durumdan pek hoşnut olmayan çocuklar ve aileleri polise ihbarda bulunurlar. başından beri jack'in başına kötü birşey geleceğini düşünen ve ona aşık olan sally ise durumun önemini kavrar ve önce gerçek noel babayı oogie boogie canavarından kurtarmaya gider. noel babayı kurtarmaya çalıştığı sırada kötü canavara yakalanan sally tam çaresizlik içine düşmüşken beklenmedik bir şekilde jack gelir ve ardından sally ile noel babayı kurtarır. gerçekleştirdiği bu çılgınlık sayesinde hem amacına ulaşmanın verdiği mutluluk, hemde halloween kasabasına yağdırdığı kar ile balkabağı kralı imajına geri dönen jack, sally'yi gerçek anlamda farkettikten sonra çok daha mutlu olacaktır.

tim burton ve danny elfman ortaklığından çıkan diğer filmler gibi mükemmel olan animasyon charlie and the chocolate factory kadar eğlenceli, sweeney todd: the demon barber of fleet street kadar karanlık ve edward scissorhands kadar hüzünlü olmasının yanısıra, müzikleriyle oldukça ilgi çekiyor. her yaştan insanın izleyebileceği muhteşem bir film. iz-len-me-li!

0 com

mamma mia! (2008)

meryl steep, amanda seyfried, stellan skarsgård, pierce brosnan, colin firth, christine baranski ve julie walters gibi isimlerin başrolde yer aldığı filmin yönetmeni phyllida lloyd'dur. 2 golden globe adaylığı ile birlikte "en iyi ingiliz filmi" ve "en iyi müzik" dallarında da bafta adaylığı bulunan film zorlu rakiplerinin alt edemese de her broadway uyarlaması gibi gönlümüzde güzel bir yer edinmiştir.

20 yıldır babasının kim olduğunu bilmeyen ve bu sır artık canını sıktığından babasını bulmak isteyen sophie sheridan, düğününe birkaç gün kala babasını bulmak için yola koyulur. annesinin eski bir günlüğünün içinde beraber olduğu üç erkekle ilgili yazılar bulan sophie, çareyi üçünü birden çağırmakta bulur. annesi donna'nın haberi olmadan böylesine riskli bir işe giren sophie, ilk görüşte tanıyacağını sandığı babasının, bu üç beyefendiden hangisi olduğunu anlayamaz. aradan fazla zaman geçmeden donna geçmişte tutkulu aşklar yaşadığı bu üç adamı aynı anda görünce kısa bir şok yaşar tabi. durum karışsa da adamlar sophie'ye verdikleri sözü tutup, gelme amaçları hakkında birtakım yalanlar söylerler.

öte yandan tüm gün sahibi olduğu otelin tamiratı ve işletmeciliği ile uğraşan donna; bill, sam ve harry'yi gördüğü anda eski günleri hatırlar, artık yaşlandığı için kendiyle fazla uğraşamamanın verdiği üzüntü moralini bozar. bu aşamada tanya ve rosie çılgınlıkları ile donna'yı neşelendirir ve düğüne uygun kıvama getirirler. artık düğünde eğlenmekten başka takılacak konu kalmamıştır. tabi düğün günü sophie'nin değil de başka birinin evlenmesi de oldukça büyük bir süpriz.

dünyaca ünlü isveçli müzik grubu abba'nın şarkılarından oluşan broadway müzikalinin beyazperde uyarlaması olan mamma mia'nın ismi, grubun 1975 yılında listelerde zirve yapan "mamma mia" isimli şarkılarından gelmektedir. son yıllarda oldukça fazlalaşan bu broadway uyarlamaları, sinemaya farklı bakış açıları getirerek insanlara müzikali aşılamayı oldukça başarıyor. kesinlikle izlenmeli, çok eğlenceli. ayrıca meryl streep her zamanki gibi muhteşem!

0 com

heavy metal in baghdad (2007)

son yıllarda dünya üzerinde yaşamanın en zor olduğu şehirlerden biri olan bağdat’ta, icra edilebilecek en zor müzik türlerinden biri olan heavy metal çalan bir grubu, acrassicauda’yı konu alıyor belgesel. eddy moretti ve suroosh alvi’nin yönetmenliğini yaptığı belgesel, ırak’ın ilk ve tek heavy metal grubu acrassicauda’nın savaşın gölgesi altındaki müzikal yolculuğu anlatıyor. genelde sokaklardaki kaosa odaklanan belgesel bir anlamda grup elemanları üzerinden ırak’taki yaşamın zorluğuna dikkat çekiyor. ilk konserlerini saddam döneminde gerçekleştiren grup, konser için yetkililerden izin almaya kalktıklarında grubun mutlaka saddam için şarkı söylemesi gerektiği zorunluluğuyla karşı karşıya kalıyor ve ayıya dayı hesabı bunu yerine getiriyorlar. o deneyimden pek hoş sözlerle bahsetmeyen grup elemanları ırak’taki yaşamın zorlaşmasıyla enstrumanlarını satarak suriye’ye göç ediyorlar ve orada 3 parçalık bir demo kaydediyorlar. daha sonraları suriye hükümetinin baskıları sonucu ülkelerine geri dönmek zorunda kalan metalkafalar soluğu ülkemizde almışlar. ve bilindiği üzere geçtiğimiz sene onlar için bir destek konseri verilmiş, kemancı’da yapılan konserde bülent ortaçgil, mor ve ötesi, hayko cepkin, objektif gibi isimler gruba destek olmak için sahnede parçalarını seslendirmişti.
0 com

nick and norah's infinite playlist (2008)

yönetmenliğini peter sollett'in yaptığı filmin başrollerinde juno'nun uslu çocuğu paulie bleeker'ı da canlandıran ve geleceğin başarı vaad eden isimlerinden michael sera ile kat dennings, aaron yoo, ari graynor, rafi gavron ve alexis dziena yer alıyor. rachel cohn ve david levithan'ın aynı isimli kitabından lorene scafaria tarafından senaryolaştırılan film, 2008'in izlenmeye değer filmleri arasında yerini almış olmakla beraber, bu sene gerçekleşmiş olan 8. !f istanbul afm uluslararası bağımsız filmler festivali'nde gösterilmiştir.

gaylerden oluşan bir indie-rock grubunun gay olmayan tek üyesi olan nick ayrıldığı eski kız arkadaşının acısını hala yaşamaktadır. kendini karışık cd'ler yapmaya adayan, uzun bir süre de asosyal takıldıktan sonra grup arkadaşları dev ve thom'un düzenledikleri konser için yugo'suna binip evden ayrılan nick, konser yolunu tutar. sahne aldıkları mekanda pek beğenilmezler tabi bir de aynı ortamda nick'in eski kız arkadaşı tris'in bulunduğu düşünülürse durum oldukça boktandır.

norah ise alkol komasına girmesine zerre kalmış sarhoş arkadaşı caroline ile konseri izlemeye gelmiş güzel bir kızdır. tris'le de arkadaş olan norah, tris'in "aa, erkek arkadaşın yok mu?" gibisinden sorduğu iğneleyici soru karşısında altta kalmamak için gözüne kestirdiği en yakın erkeğin yanına doğru yol alır, dudaklarına güzel bir öpücük kondurur, ve bu erkek nick'ten başkası değildir. olayın boyutu "tesadüfün böylesi" kıvamına gelmişken, norah nick'ten erkek arkadaşı gibi davranmasını rica eder ve tris fena halde morararak yeni erkek arkadaşı -ya da köpeği?!- gary ile ortamdan uzaklaşır.

aslında tüm bu karmaşa "where's fluffy" ismindeki grup içindir. o gece sahne alacak ve gençlerin gözdesi olan bu grup (grup ne görüldü, ne de duyuldu bu arada) nick ve norah'nın en sevdiği grup olmakla beraber, nerede sahne alacaklarını söylemezler ve belirli yerlere ipuçları koyarlar. bu ipuçlarından yola çıkarak konserin olduğu mekanı aramaya çalışan gençler tam bulduk derlerken, sarhoş arkadaş caroline kaybolur ve gecenin uzun bir kısmı onu aramakla geçer. ilerleyen zamanlarda babasının büyük bir plak şirketi sahibi olduğunu (zamanında jimi hendrix, beatles falan orada kayıt yapmış o derece) öğrendiğimiz norah, yarısevgilisi?! ve şu an ismini hatırlamadığım arkadaşın çıkarcı olduğunu da farkedip postayı koyduktan sonra, artık nick'le olması için hiçbir engeli kalmaz.

güzel bir new york gecesini eğlenceli bir şekilde anlatmayı başarabilmiş bir film olduğunu düşünüyorum. bazı sahnelerde nick ve norah'nın arasında geçen diyaloglar da oldukça keyifliydi. juno'yla kıyaslanmaz fakat hem müzikleri, hem oyunculukları hem de sürükleyiciliği için izlenebilecek bir film.

0 com

once (2006)

john carney'in yazıp yönettiği 2006 yapımı irlanda filmi. 130 bin avro gibi oldukça düşük bir bütçeye sahip olan film, 2 handycam ile çekilmiş. başrollerinde the frames'in vokalisti glen hansard ile yine müzikal geçmişe sahip markéta irglová yer alıyor. iki müzisyen başrol oynadığı filmimiz müzikal film kategorisine giriyor. ancak alışılagelmiş müzikal film kalıplarının dışında kalıyor diyebilirim. yani müzik başlayınca ortada beliren dansçılar, müzikal kısımların daha ağır bastığı sahneler yok filmde. evet şarkılar çok fazla ön planda ancak sanki bir belgesel film havasında gibi olaylar arasında veya esnasında çok güzel oturtulmuş (bir benzeri için bkz: control). ayrıca filmin havasını değiştirip anlam katıyorlar filme. özellikle şarkı sözlerine dikkat etmek gerek izlerken, her biri yaşanmış anıların, yaşanacak anların tadını barındırıyor içerisinde.

filmin orijinine hayatın kenarında kalmış iki karakter oturtulmuş ve ikisine de isim koyulmamış. esas oğlanımız babasıyla beraber yaşayan, baba mesleği olan elektrikli süpürge tamirciliği icra eden, arta kalan zamanlarında şarkılar yazan ve bunları sokaklarda çalan yetenekli bir sokak müzisyeni. kızımız ise eşiyle olan sorunlardan bıkıp, yeni bir başlangıç yapmak amacıyla çek cumhuriyeti'nden irlanda'ya yerleşen. annesi ve küçük kızı ile beraber şehrin varoş kısmında oturan, sokaklarda çiçek satarak, evlere temizliğe giderek yaşam mücadelesini sürdüren, müziğe özellikle de piyanoya ilgisi olan amatör bir müzisyen. yani her gün sokaklarda rastlayabileceğimiz, ufak tefek işler yaparak ayakta kalmaya çalışan ve umutları olan insanlar.
ikisinin sokakta karşılaşması sonucu aralarında farklı bir ilişki başlıyor. oğlanı terkeden ve film boyunca sadece sesine tanık olduğumuz bir hatun vardır ki bu iki insanın arasında daha yakın bir ilişki olmasına engel olabilecek türde olan. ve tabi kızın da arkasında bıraktığı bir koca. aynı hayat tecrübelerine sahip ikisinin tutunabileceği bir dal vardır; müzik. oğlanın yaptığı müziklere kız söz yazar, piyano çalarak şarkılara atmosfer katar. birbirlerine destek olarak albüm çalışmalarına girerler. tüm bu süreç içerisinde ilişkilerine bir isim konulacak mı diye beklerken, farklı yönlere giderler. bu haliyle romantik filmlerin klişelerinden sıyrılıyor.

ilk kısımda bahsettiğim gibi şarkılar filme hava katıyor. gerek müzikal gerekse lirik olarak. zaten film müzikleri de 2008 oscar'ını alarak başarısını tescillendirdi. glen hansard ve markéta irglová beraber oturup hazırlamışlar parçaları. izledikten sonra zaten soundtracki edinmeyi zaten isteyeceksiniz, edinin. bir de soundtrack haricinde bu ikilinin film için hazırladıkları parçalardan oluşan "the swell season" albümü var. filmin yanında onu da arşivlerde bulundurmakta fayda var.

film türkiye'de gösterime girmedi, sadece if istanbul'da yapıldı gösterimi. açıkçası büyük bir kayıp sinemaseverler için. dvd'sini bulup bu masalımsı filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

bundan sonraki kısım ise filmi izleyenler için bir beyin fırtınası şeklinde olacak, spoiler içerdiğinden filmi izlemeyenlerin okumamasını öneririm.

oğlanın londra'ya taşınma kararı aldıktan sonra eski sevgilisi ile telefon konuşması bende büyük bir soru işareti yarattı. telefonun ucundaki eski sevgili "iyi ki artık yanıma geliyorsun", "beraber olacağımıza seviniyorum", "seni havaalanında karşılayım istersen" gibi sözler sarfetti. peki terkeden bir hatun sizce bunları söyleyebilir mi?

film boyunca sanki aralarında bir aşk başlayacakmış gibi bir his veren ikili arasındaki ilişki bir türlü alevlenmiyor. oğlan biraz bastırsa olacakmış gibi geliyor. ben oğlanın bu ilişkiye pragmatist olarak yaklaştığını düşünüyorum. hatuna şarkı yazdırıyor, piyano çaldırıyor, şarkı söyletiyor, stüdyo sahibi ve plak şirketiyle pazarlık yaptırıyor. yani verdiğinden daha fazlasını alıyor. stüdyoda aralarında geçen konuşmada da kıza söylediği "gel seninle beraber londra'ya taşınalım, beraber şarkı yazıp söyleyelim, albümler çıkaralım" teklifi sanki vicdanını rahatlatmak için sarfedilmiş gibi. kızın "o halde annemi de yanımıza alalım mı" sorusuna ise cevap veremeyişi aslında bu kızı ne kadar istediği sorusunu ortaya atıyor. eminim kız orada oğlanın ağzından çıkacak birkaç cümleye bakıyordu. ama olmadı. her ikisi de kendi yaşamlarına döndüler. armağan edilen piyano da ağza bal çalıp, vicdan rahatlatmanın ürünü gibiydi. farklı bir bakış açısı oldu benimkisi, çok mu paranoyak yaklaştım?


1 com

once (2006)

başrollerinde the frames grubunun solisti glen hansard ile beraber markéta irglová'nın rol aldığı, senaristliğini ve yönetmenliğini john carney'nin yaptığı irlanda yapımı film. imdb'den 8.1 puan alan, fakat top 250 listesinde göremediğimiz filmdir. glen hansard ve markéta irglová sayesinde, "en iyi orjinal şarkı" dalında da bir oscar sahibi olmuştur aynı zamanda.

karakterlerin ismi olmadığını söyleyerek başlıyorum. irlanda'lı bir adam... maddi durumu iyi olmamakla beraber, babasının dükkanında çalışıp ona yardım etmekte ve sokaklarda gitar çalarak para kazanmaya çabalamaktadır. bir gün çek bir kızla tanışır. kız da aynı onun gibi, çalışıp; annesine ve kızına bakmak zorundadır. ortak noktaları olan müzik sayesinde aralarında güçlü bir bağ oluşur. adam çok iyi gitar çalıp şarkı söyler, kız da piyanoda aşmıştır, sesi de güzeldir hani. lakin ikisi de yeteneklerinin muhteşem olduğunun farkında değildir. -aslında kız- hayali albüm çıkarmak olan adamı ikna eden kız, adam ve sokaktan topladıkları bir kaç gençle beraber stüdyoya girerler. albüm hazırlanır. adam sevdiği kadının yanına, londra'ya gitmeye karar verir. aslında kararını önceden vermiştir, ama "her an vazgeçme potansiyeli var" görüş açısıyla bakan izleyici, kararında emin olduğunun farkında değildir. evet, gider. kıza hep almak istediği piyanoyu hediye ederek. artık farklıdır herşey. kızın kocası gelmiş, adamda sevdiği kadının yanına gitmiştir. sevdiği mi dedim? yok, aslında sevdiği; her zaman camın önünde piyano çalan o kız olarak kalacaktır...

şüphesiz filmdeki en güzel şarkı "if you want me" idi. fakat gönül isterdi ki birlikte söylesinler, burada şarkı biraz harcanmış aslında. içinde lies, when your mind's made up, falling slowly gibi harika şarkılar barındıran soundtrack albümü dinlenmeli, film izlenmeli diyerek yazımı sonlandırıyorum.

0 com

charlie and the chocolate factory (2005)

yönetmenliğini tim burton'ın, müziklerini danny elfman'ın yaptığı, başrollerinde johnny depp, helena bonham carter, freddie highmore ve david kelly'nin yer aldığı bu fantastik filmin uzun bir geçmişi var aslında. norveçli usta yazar roald dahl tarafından yazılan kitaptan uyarlanan filmin ilk beyazperde macerası 1971 yılında "willy wonka and te chocolate factory" adı altında çekilmişti. gişelerde bırakın rekor kırmayı, doğru düzgün izleyici bile toplayamayan film, eleştirmenler tarafından da oldukça eleştiri almıştı.

devam filmi gibi olmasa da, yine aynı romandan uyarlanan "charlie and the chocolate factory", sevgili tim burton'un el atmasıyla başarıya ulaşmış, kadim dostları danny elfman ve johnny depp ile hayat arkadaşı helena bonham carter'ı bir araya getirmiştir. 1991 yılından itibaren film haklarını almak için warner bros. şirketini bayağı uğraşıran filmin çekimlerine 2003 yılında başlanmış ve 14 senelik geçmiş, bu şekilde hafızalara kazınmış.

ailesini geçindirebilmek için çalışmak zorunda olan ve senede sadece bir kez, doğum gününde çikolata yiyebilen charlie, ünlü çikolata üreticisi willy wonka'nın düzenlediği yarışmaya katılabilmek için, 5 altın biletten birine sahip olmayı çok ister. yarışmada 15 yıldır açılmayan çikolata fabikasının kapıları açılacak, kazanan kişi hayatının sonuna kadar kendine yetecek çikolata sahibi olacaktır. aldığı ilk çikolatada şansı yaver gitmeyen charlie, ikinci çikolatada biraz daha şanslıdır. bileti bulan 5 kişiden biri olan ve hayatında unutamayacağı bir geziye dedesiyle birlikte gidecek olan charlie, willy wonka'nın veliahtı olduğunun farkında bile değildir.

willy wonka'nın büyük çikolata fabrikasına giden, aralarında charlie'nin de bulunduğu 5 çocuk, gördükleri inanılmaz manzaralar ve harika çikolatalar karşısında şoke olup, görmemişliğin sınırlarını aşarlar. halbuki hepsi maddi durumu iyi olan ve sürekli çikolata yiyebilen çocuklardır. charlie'yi onlardan ayıran da budur zaten. başından beri willy wonka, kazananın kim olduğunu bilmekle beraber, ufak oyunlarla bu kişiyi sona götürmektedir. 4 çocuğu eleyen ve sona kalan charlie, willy wonka'nın ona sunduğu mükemmel teklifi geri çevirip, ailesiyle olmaya devam eder. bu sefer pişman olan willy wonka olacaktır...

johnny depp'in muhteşem willy wonka rolüyle beraber, görsellik ve sürükleyicik bakımından izleyiciyi sıkmayan bir tim burton klasiği daha. danny elfman'ın müzikleriyle müzikal tadında izlenen film, her yaşa hitab etmesiyle oldukça iyi eleştiriler almış, "timburtonsevenler" için kendini klasikler arasına sokmuştur.

0 com

corpse bride (2005)


bir tim burton harikası olan corpse bride/ölü gelin 2005 yılında, stop-motion tekniği ile çekilmiştir. yine tim burton'dan izlediğimiz "the nightmare before christmas" gibi, gothic ve karanlık havanın unsurlarını görüyoruz bu filmde de. başrollerinde (seslendirme/karakterin fiziksel olarak benzerliği) johnny depp, emily watson ve helena bonham carter vardır. müziklerini de soundtrack'in kralı danny elfman yapmıştır. fantastik, animasyon türündeki film oldukça güzel müzikal parçalar barındırır içinde. zaten film müzikaldir aynı zamanda. filmin, bir rus halk masalından uyarlandığını da eklemek isterim.

19. yy.'da geçen film animasyon olduğu halde kostümleri o çağa ayak uydurmakta hiç zorlanmamıştır. fazlasıyla 19. yy. havası taşır. bunu animasyon olmayan filmlerde dahi yapamayanların olduğunu görünce, tim burton'ı kusursuz çizimleriyle zamanı, karakterleri ve kostümleri uyum içinde hayata geçirdiği için kutluyoruz.


gelelim filmin konusuna...

victor van dort isimli genç, bir iskeletin parmağından aldığı yüzüğü taktıktan sonra tüm hayatının alt üst olacağını bilmiyordur. yüzüğü taktığı an bi cesetle evlenmiş olur. ölü gelin ile. ölü gelinle beraber ölüler diyarına -yani yeraltına- giden victor, oradaki eğlenceli ve bol renkli yaşamı görünce aslında kendi yaşadığı hayatın hayat olmadığını anlar. yukarıda yani gerçek dünyada onu bekleyen gerçek karısı -daha değil- victoria vardır ama o ölü gelini bırakıp gitme konusunda biraz kararsızdır. fakat tüm bunlara rağmen victor, victoria'yı o kadar çok seviyordur ki; ölü gelin'i üzmek ona ne kadar zor gelse de, o kendi yaşaması gereken hayatı yaşamalıdır...
0 com

hairspray (2007)


broadway müzikal sahnesinden beyazperdeye bir uyarlama daha; hairspray. broadway‘de birçok kez sahnelenmiş ve ödülleri toplamış olan film, 2 kere beyazperdeye uyarlanmıştır. bunlardan ilki yönetmenliğini john waters‘ın yaptığı ve 1988 yılında çekilmiş olan hairspray, ikincisi ise 2007 yılında çekilen ve yönetmenliğini adam shankman'ın yaptığı, zengin bir oyuncu kadrosu olan hairspray'dir. 2007 çekim hairspray yazıma başlıyorum.

çekilen iki hairspray‘in güzel olan versiyonu diye anılan 2007 çekim bu film, bünyesinde gerçekten çok kaliteli oyuncular barındırır. müzikal olduğunu göz önünde bulundurursak; oyuncularında seslerinin güzel olması gerektiğini göz ardı etmememiz lazım. john travolta, michelle pfeiffer, zac efron, james marsden, christopher walken gibi güzel sesli hollywood yıldızlarının seslerini hafife almamak lazım. filmde gerçekten döktürüyorlar mübarek.

konusu basit kaçan film, kesinlikle müzikal kısımlarından kurtarıyor. şişko kısa boylu bir kızın ünlü olma çabası, ardından hemen ünlü olup aşık olduğu çocuğu tavlaması desem konuyu yeterince açıklamış olurum sanırım. gerçi; siyah-beyaz çatışmasını güzel işlemişler. zaten ırkçı değilim bir de bu filmi izledikten sonra iyice takdir ettim.


soundtrack listesi oldukça zengindir. benim favorilerim “welcome to 60’s” ve “good morning baltimore“dur. tracklist aşağıdaki gibidir;
good morning baltimore
the nicest kids in town
mama, i’m a big girl now
i can hear the bells
(the legend of) miss baltimore crabs
it takes two
welcome to the 60’s!!!
run and tell that!
big, blonde and beautiful
the big dollhouse
good morning baltimore reprise
(you’re) timeless to me
without love
i know where i’ve been
(it’s) hairspray
cooties
you can’t stop the beat
ladies choice
the new girl in town
blood on the pavement
come so far (got so far to go)
0 com

sweeney todd: the demon barber of fleet street (2007)


1979 yılında broadway‘de gösterime girdikten sonra, özellikle "en iyi müzik" başta olmak üzere bir çok ödül toplayan müzikalin, pastel tonlar ve gotik makyajlar eşliğinde beyazperdeye uyarlanmış halidir. senaryosunu john logan, stephen sondheim ve hugh wheeler‘ın, müziklerini de stephen sondheim‘in yaptığı sinema filmi, tim burton yönetmenliğinde çekilmiştir. başrollerinde johnny depp, helena bonham carter, alan rickman, timothy spall gibi zengin bir oyuncu kadrosu vardır. hem johnny depp‘in, hemde helena bonham carter‘ın ilk müzikal denemesi olmasına karşın, seslerinin ne kadar mükemmel olduğunu görmemek elde değil.

filmin konusuna geçmek gerekirse, bahtsız bir berberin hayatı demek istiyorum. bahtsız, çünkü aşık olduğu karısı, acımasız bir yargıç tarafından elinden alınmış ve berber; yani benjamin barker haksız yere hapis yatmış, elinden alınan karısının ve çocuğunun hasreti ile piskopata bağlamıştır. haksız yere yatılan onca seneden sonra, sweeney todd ismiyle öyle bir dönüş yapmıştır ki.. todd, ilk olarak eskiden kendisine ait olan, yani mrs. lovett‘ın pastanesinin üstündeki berber dükkanına geri döner. mrs. lovett kendisine gerçekten mükemmel bir suç ortağı olacaktır. lovett, benjamin barker‘ı gördüğü ilk anda tanımıştır, çünkü ona karşı her zaman bir zaafının olduğu bilinmektedir.



derken mrs. lovett ve mr. todd muhteşem bir ikili olurlar. sonrası malum… bahtsız berberimiz olur bir katil, suç ortağıda insan eti pişirip satan bir cani!

filmin "en iyi müzik" ödülünü birçok kez almasına şaşmamalı. müzikalin soundtrack albümü oldukça zengin. aniden artıp azalan tiz kadın sesi ile, ona ayak uydurmakta hiç güçlük çekmeyen donuk bir erkek sesi, müziklerin tamamını mükemmel yapıyor. en iyi soundtrack albümlerden biri diyerek tracklisti yazmak istiyorum:

the ballad of sweeney todd
no place like london
the worst pies in london
my friends
greenfinch and linnet bird
ah, miss
johanna
pirelli’s miracle elixir
the contest
wait
kiss me
ladies in their sensitivies
pretty women
epiphany
a little priest
god, that’s good!
by the sea
the judge’s return