once (2006)

john carney'in yazıp yönettiği 2006 yapımı irlanda filmi. 130 bin avro gibi oldukça düşük bir bütçeye sahip olan film, 2 handycam ile çekilmiş. başrollerinde the frames'in vokalisti glen hansard ile yine müzikal geçmişe sahip markéta irglová yer alıyor. iki müzisyen başrol oynadığı filmimiz müzikal film kategorisine giriyor. ancak alışılagelmiş müzikal film kalıplarının dışında kalıyor diyebilirim. yani müzik başlayınca ortada beliren dansçılar, müzikal kısımların daha ağır bastığı sahneler yok filmde. evet şarkılar çok fazla ön planda ancak sanki bir belgesel film havasında gibi olaylar arasında veya esnasında çok güzel oturtulmuş (bir benzeri için bkz: control). ayrıca filmin havasını değiştirip anlam katıyorlar filme. özellikle şarkı sözlerine dikkat etmek gerek izlerken, her biri yaşanmış anıların, yaşanacak anların tadını barındırıyor içerisinde.

filmin orijinine hayatın kenarında kalmış iki karakter oturtulmuş ve ikisine de isim koyulmamış. esas oğlanımız babasıyla beraber yaşayan, baba mesleği olan elektrikli süpürge tamirciliği icra eden, arta kalan zamanlarında şarkılar yazan ve bunları sokaklarda çalan yetenekli bir sokak müzisyeni. kızımız ise eşiyle olan sorunlardan bıkıp, yeni bir başlangıç yapmak amacıyla çek cumhuriyeti'nden irlanda'ya yerleşen. annesi ve küçük kızı ile beraber şehrin varoş kısmında oturan, sokaklarda çiçek satarak, evlere temizliğe giderek yaşam mücadelesini sürdüren, müziğe özellikle de piyanoya ilgisi olan amatör bir müzisyen. yani her gün sokaklarda rastlayabileceğimiz, ufak tefek işler yaparak ayakta kalmaya çalışan ve umutları olan insanlar.
ikisinin sokakta karşılaşması sonucu aralarında farklı bir ilişki başlıyor. oğlanı terkeden ve film boyunca sadece sesine tanık olduğumuz bir hatun vardır ki bu iki insanın arasında daha yakın bir ilişki olmasına engel olabilecek türde olan. ve tabi kızın da arkasında bıraktığı bir koca. aynı hayat tecrübelerine sahip ikisinin tutunabileceği bir dal vardır; müzik. oğlanın yaptığı müziklere kız söz yazar, piyano çalarak şarkılara atmosfer katar. birbirlerine destek olarak albüm çalışmalarına girerler. tüm bu süreç içerisinde ilişkilerine bir isim konulacak mı diye beklerken, farklı yönlere giderler. bu haliyle romantik filmlerin klişelerinden sıyrılıyor.

ilk kısımda bahsettiğim gibi şarkılar filme hava katıyor. gerek müzikal gerekse lirik olarak. zaten film müzikleri de 2008 oscar'ını alarak başarısını tescillendirdi. glen hansard ve markéta irglová beraber oturup hazırlamışlar parçaları. izledikten sonra zaten soundtracki edinmeyi zaten isteyeceksiniz, edinin. bir de soundtrack haricinde bu ikilinin film için hazırladıkları parçalardan oluşan "the swell season" albümü var. filmin yanında onu da arşivlerde bulundurmakta fayda var.

film türkiye'de gösterime girmedi, sadece if istanbul'da yapıldı gösterimi. açıkçası büyük bir kayıp sinemaseverler için. dvd'sini bulup bu masalımsı filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

bundan sonraki kısım ise filmi izleyenler için bir beyin fırtınası şeklinde olacak, spoiler içerdiğinden filmi izlemeyenlerin okumamasını öneririm.

oğlanın londra'ya taşınma kararı aldıktan sonra eski sevgilisi ile telefon konuşması bende büyük bir soru işareti yarattı. telefonun ucundaki eski sevgili "iyi ki artık yanıma geliyorsun", "beraber olacağımıza seviniyorum", "seni havaalanında karşılayım istersen" gibi sözler sarfetti. peki terkeden bir hatun sizce bunları söyleyebilir mi?

film boyunca sanki aralarında bir aşk başlayacakmış gibi bir his veren ikili arasındaki ilişki bir türlü alevlenmiyor. oğlan biraz bastırsa olacakmış gibi geliyor. ben oğlanın bu ilişkiye pragmatist olarak yaklaştığını düşünüyorum. hatuna şarkı yazdırıyor, piyano çaldırıyor, şarkı söyletiyor, stüdyo sahibi ve plak şirketiyle pazarlık yaptırıyor. yani verdiğinden daha fazlasını alıyor. stüdyoda aralarında geçen konuşmada da kıza söylediği "gel seninle beraber londra'ya taşınalım, beraber şarkı yazıp söyleyelim, albümler çıkaralım" teklifi sanki vicdanını rahatlatmak için sarfedilmiş gibi. kızın "o halde annemi de yanımıza alalım mı" sorusuna ise cevap veremeyişi aslında bu kızı ne kadar istediği sorusunu ortaya atıyor. eminim kız orada oğlanın ağzından çıkacak birkaç cümleye bakıyordu. ama olmadı. her ikisi de kendi yaşamlarına döndüler. armağan edilen piyano da ağza bal çalıp, vicdan rahatlatmanın ürünü gibiydi. farklı bir bakış açısı oldu benimkisi, çok mu paranoyak yaklaştım?


0 yorum: