die welle (2008)
alman sineması son dönemde bir yanını ideolojik fikirlere ve bunların insan üzerindeki etkilerine dayalı çok güzel eserler çıkartıyor. “das experiment”, “die fetten jahre sind vorbei” ve son olarak da “die welle”.
todd strasser’in (morton rhue takma adıyla yazmış) aynı adlı romanından senaryolaştırılarak dennis gansel’in beyaz perdeye aktardığı film oldukça yeni, içerisinde bulunduğumuz yıla ait. söz konusu romanı okumadım, ancak netten araştırdığım kadarıyla roman senaryolaştırılırken üzerinde ufak tefek değişiklikler yapılarak uyarlanmış. kitaptaki tarih öğretmeni filmde hem su topu takımının direktörü hem de siyasal bilgiler öğretmeni olarak karşımıza çıkıyor. bunun yanı sıra filmle ilgili oldukça önemli bir ayrıntı ise, olayın 1976′da kalifornia’da yaşanmış olması.
oyuncu kadrosuna göz attığımızda haliyle karşımıza daha çok genç oyuncular çıkıyor. öğretmen rainer wenger rolü jürgen vogel, eşi ise daha önce fatih akın’ın “im juli”sinde juli rolüyle bizi büyüleyen christiane paul tarafından canlandırılıyor. frederick lau, max riemelt, jennifer ulrich, jacob matschenz, elyas m’barek gibi oyuncular da filmde rol alıyorlar.
filmin künyesi ile kısa bir tanıtım yaptıktan sonra ağır spoiler içeren kısıma geçiş yapıyorum. bunu dikkate alarak yazıyı devam edin ve etmeyin, gerisi size kalmış.
filmimiz el’ke tarafından yorumlanmış, ramones’un “rock’n roll high school” ile açılıyor. ve kadraja filmin iki ana karakterinden biri olan ramones tişörtüyle okula giden öğretmen rainer giriyor. ve daha sonra öğrencilerin yaşamlarına dair kesitlerle hızlı geçişler yaparak bizi film boyunca karşılaşacağımız karakterler hakkında az da olsa fikir edinmemizi sağlıyor. ve filmin temelini oluşturacak olan sınıf projesine doğru adım adım ilerliyor. rainer, dönem projesinde anarşi derslerine girmek istiyor ancak ona düşen otokrasi olmuş oluyor. sınıfa girdiğinde artık hepimizin şahit olduğu bir ortamla karşılaşıyor; dersle ilgisi olmayan öğrenciler. dersin ilk dakikalarında klasik öğretmen girişiyle işi götürmeye çabalıyor hatta bu dakikalarda konuya damgasını vuracak olan soruyu soruyor, almanya’da yeniden diktatörlük kurulur mu? herhangi bir yanıt alamayacağını anlayınca 10 dakikalık bir ara ister ve beyninde çakan fikri gerçeğe dökmeye çalışır; otokrasi modelini sınıfa uyarlamak. oturma düzeni değiştiriliyor, bir lider seçiliyor ve gücün tamamen ona bırakılması isteniyor, tek tip giyinme olayına geçiliyor, ortak selamlaşma yapılıyor ve en sonunda bir isim bulunuyor: die welle (dalga).
grup içerisinde karo, mona gibi muhalif isimler ortaya çıkıyor ve sistemin gereği olarak gruptan dışlanıyorlar. grubun kuruluşundan beri bir karakter kendisini belli etmeye başlıyor. sosyal hayatında hor görülen, ailesi tarafından bile değer görmeyen tim bir anda kaptırıyor kendisini. ateşli bir partizan haline geliyor. tek tip giyime geçildikten sonra evine gidip, nike, adidas etiketli giysilerini yakması, grubun kendisine nasıl bir kimlik kazandırdığına dair kanıtı oluyor. grup içerisindeki diğer üyelerde de değişim başlıyor. sosyal hayatlarında, insan ilişkilerinde. örneğin marco, su topu oynarken bireysel yeteneğini takım oyununa tercih ederken bir anda takımdaşlığın ve birlikteliğin farkına varıyor. ayrıca kız arkadaşıyla olan ilişkilerde sazı sürekli karo’nun çalmasından rahatsızlanıp, beraberliğin iki yönlü olduğunu anlatmaya çalışıyor. ve yanında da bir destekçi buluyor, lisa. o da aynı tim gibi “dalga” içerisinde kendisine kimlik bulanlardan. bir başka karakter kevin ise ilk başta dahil olmadığı grubun gücü karşısında etkilenip kendisini içeride buluyor. ve grubun lideri olan mr. wenger, o ana kadar okula giyip geldiği ramones, the clash gibi punk gruplarının tişörtlerini bir kenara bırakıp o da tam bir lider oluyor, beyaz gömleğini giyer (bunu bir alt kimlik olarak kabul edelim) üstüne de (kendi kimliğine ait olan) deri ceketini.
üyelerin kendisini bu grup olayına kaptırmasıyla, grup liderin kontrolünden çıkar. bir anda “mayhem project”in pratiğe dökülüşü gibi bir hal alır ve grup üyelerini şehir içerisinde ufak çapta kaos yaratırken görürüz. daha sonra okulu su topu takımının mücadelesinde kendisine yer bulur bu “dalga”. ufak bir parantez açalım, tam burada sanki amerikan filmlerindeki klişeleşmiş kolej takım mücadelesine bürünecekmiş gibi gösterip bir anda kendisini sıyırıyor. bir anlamda kurguda biraz sorun yaşanıyor gibi. kapatalım parantezi. söz konusu kontrolsüzlük üyelerin özel hayatlarına da yansıyor; anarşist grup ile çatışmalar, marco’nun sevgilisi karo ile tartışması ve rainer’in eşi tarafından terkedilmesi (her liderin karşılaştığı sorunla karşılaşıyor, yalnızlık). tüm bu karmaşayı projenin son gününde ortalıktan kaldırmak için harekete geçer mr. wenger, ve konferans salonunda partizanları bir araya toplar. “çok ileri gittik” diyerek pişmanlığını ortaya koyan ve “dalga”yı lağvetmek isteyen wenger’in karşısına grupla beraber kendisine bir kimlik kazanan, ve bu kimlikle kendisinde güç bulan tim çıkar. grubun bitmesi demek onun da sonu olacağı demekti. ve öyle de oldu. burada iki şey oldu aklıma gelen, ilki “there will be blood”‘daki eli sunday karakteri oldu, hem tip bakımından hem de eldeki gücün yitirilmesi. ikincisi ise tabi ki hitler. tim’de onun minimalize edilmiş halini görmek mümkün.
otokrasinin pratiğe dökülüşüne, içi boş bir sinerji yaratılarak oluşturulan faşizmin hangi boyutlara varacağına dair güzel bir eser. ve “das experiment” kadar etkileyici.
0 yorum:
Yorum Gönder