the road (2009)
yaşadığınız yer bir takım felaketler sonrası neredeyse mahşer yerine dönüyor. çoğu canlı türü yok olmak üzere, ağaçlar ise bir bir devriliyor. hayatta kalanlar ise yaşamını devam ettirmek için ellerinden geleni yapıyor. açlığa, sefalete katlanıyor, katlanamadıkları noktalarda ise yamyamlığa başvuruyorlar. güçsüzler, güçlüler tarafından yeniliyor. geride kalanlar birbiriyle kenetlenmek yerine her biri diğerinin kuyusunu kazmaya çalışıyor. böyle bir ortamda ne yapardınız? kaderinize boyun eğip geriye kalan iki mermiden birini başınıza sıkmak için mi harcardınız yoksa gidebileceğim yere kadar deyip mermileri kendinizi korumak için mi kullardınız?
cormac mccarthy’nin 2007'de pulitzer ödülü'nü kazanan romanı "the road" bizleri böyle bir atmosfer içerisine sokuyor. geçtiğimiz sene joe penhall'un senaryolaştırdığı roman, john hillcoat tarafından beyazperdeye uyarlandı. john hillcoat, daha önce nick cave ile beraber çalışmalarından hatırlanabilir. nick cave and the bad seeds'in "babe i'm on fire"'ın klibini çeken hillcoat, senaryosunu nick cave'in yazdığı "ghosts... of the civil dead" ve "the proposition"ın yönetmenliğini yapmıştı. bu filmde de birliktelik devam ediyor ve nick cave'in adına müziklerde rastlıyoruz, yoldaşı warren ellis ile beraber.
"the road"un konusu kısaca şöyle. sebebini bilmediğimiz felaketler yeryüzünü cehenneme çevirmiştir. tüm bu yaşananlardan sonra hayatta kalan aile ilk olarak evlerinde tehlikelerden korunmaya çalışır. evin annesi yaşananları kaldıramayacak duruma gelir ve hayatta kalma mücadelesinden vazgeçer. geride kalan baba ile oğula güneye gitmelerini, belki orada farklı bir ortamla karşılaşabileceklerini salık verir. annenin kendilerini terk edişinden sonra baba ve oğul güneye doğru yola koyulur. geride kalanların yemek bulmak için uğraştığı, yamyamlığın kol gezdiği bu ortamda tehlikelerden uzak olmak için bilinen yolların uzağında yolculuk ederler.
hillcoat bu güçlü ve dram yükü ağır hikayeyi harika bir şekilde işlemiş. özellikle insan doğasına olan yaklaşımları yerinde. ahlaki gelişimini henüz tamamlayan ve 'iyi' ile 'kötü'nün ne olduğunu bilen çocuğun saflığıyla babanın o post-apokaliptik atmosferde olması gereken ahlaki değerler arasındaki çatışmaları bizlere sunuşu harikulade. film, izleyeni öylesine içine alıyor ki baba ve oğulun tehlikeyle burun buruna geldiği dakikalar insanı gererken, bir ailenin yiyecek deposunu keşfettikleri zaman insan sanki kendisi yemek bulmuşçasına mutlu oluyor. tabi bu durumda baba ve oğlunu canlandıran viggo mortensen, kodi smit-mcphee ikilisinin uyumlu ve başarılı oyunculuklarının da payı var. ve tüm bu unsurları da nick cave & warren ellis ikilisinin ellerinden çıkma müzikler tamamlayınca ortaya mükemmel sıfatını sonuna kadar hak eden bir film çıkıyor. mutlaka izleyin!
0 yorum:
Yorum Gönder