iki dil bir bavul (2009)

2008'in en çok dikkat çeken yapımlarından biri fransız yönetmen laurant cantet'nin ülkesinin eğitim sorunlarına dikkat çeken filmi "entre les murs"du. türkçeye çevirirsek adı duvarlar arasında anlamına gelen film, paris'in bir banliyösünde bulunan bir okulun sınıfında geçiyor. ülkede bulunan çeşitli alt kimliklere sahip öğrencileri bir üst kimlikte toplayan "sınıf", inceden etnik çatışmaları üstten ise eğitim sistemini sorguluyor. avrupa'nın hatta dünya'nın en gelişmiş ülkelerinden birinin yaşadığı sorunlar böyleyken ülkemizde hiç mi sıkıntı yoktu? sene başında başladığım formasyon eğitimimde derslerde kafamı kurcalayan sorulardan birisi de buydu.

biraz geçmişe döneyim. ilkokuldayken çoğumuz çevre köylere geziye götürülmüşüzdür sınıfça. ilkokulu ayvalık'ta okuduğumdan sınıfça yapılan bu gezi ilçenin bir köyüneydi. köye gidildi, her yer gezildi. sıra köyün okuluna geldi. binanın içine girdiğimizde ise o yaşta beni çok şaşırtan bir manzarayla karşılaştım. farklı sınıf öğrencileri aynı derslikte eğitim görüyordu. ülkenin en batısındaki bir ilçenin köyünde eğitim adına böyle bir sorun yaşanıyorken, ölçeği daha da büyütürsek, ülkenin doğusunda yaşanan sorunlar nasıldır? maddi imkanların yanı sıra eğitim / öğretimi gerçekleştirecek olan öğretmenler bu bölge için yeterli sayıda mıdır?

yakın geçmişe gelelim şimdi de. anadolu liselerine... benim dönemimde ilkokul biterken üzerimize verilirdi "yarış atı" etiketi. okulun yanı sıra dershaneler ve takviye derslerle çocuk yaşına ağır bir yük bindirilirdi. daha 5. sınıfı henüz bitirmiş, 12-13 yaşındaki çocuklar bir seçim yapmaya zorlanırdı. eğer çocuk anadolu lisesini kazanırsa önce bir yıl daha önce hiç karşılaşmadığı yabancı bir dili öğrenmeye zorlanır, hazırlık sınıfından sonra ise 3 sene boyunca bu yeni öğrendiği (öğrenmeye çabaladığı mı desek?) yabancı dilde eğitim görürdü. aralarında elbette başarılı örnekler olacaktır ancak yapının geneline baktığımızda sizce bir insanın kendi yaşadığı topraklarda yeni karşılaştığı yabancı bir dilde eğitim ve öğrenim görmesi ne kadar sağlıklıdır? matematik, fizik, kimya gibi dersler zaten bir öğrenci için zorlayıcıyken bu dersleri başka bir dilde öğrenciye sunmak ona eziyet yapmak değil midir? üstelik dersi anlatan kişi bu yabancı dile tam bir şekilde hakim değilken... işte "iki dil bir bavul"un derdi bu. ve derdini de bir türk öğretmenin yeni atandığı bir kürt köyünde geçirdiği bir eğitim yılını konu alarak anlatıyor.

denizlili öğretmen emre aydın'ın ataması şanlıurfa'nın siverek ilçesine bağlı olan demirci köyü'ne çıkmıştır. mesleğini ilk kez burada icra edecek olan emre öğretmen heyecanlıdır, ancak köye geldiğinda karşılaştığı manzara pek beklediği gibi değildir. çalışacağı okulda bırakın başka bir öğretmeni, müdür hatta hizmetli dahi yoktur. kalacağı evde ise su akmamaktadır. kendi ifadesiyle memleketinde apartman hayatı yaşayan, ne istese elinin altında bulan emre öğretmen daha eğitim yılı başlamamışken karşılaştığı zorluklar karşısında sıkıntı çekmeye başlar. ancak asıl zorluğu eğitim yılının ilk zilinin çalmasıyla görür: çocuklar okula gelmemektedir. onları teker teker evlerinden toplayan öğretmen, sınıfta her sınıftan öğrencilere göre bir düzen oluşturur. aklında milli eğitim'in kendisine verdiği müfredat planlarıyla sınıfa giren öğretmen, öğretim vereceği çocuklar türkçe bilmedikleri için bu planları bir kenara atar ve işe onlara türkçe'yi öğretmekle başlar. bu esnada ise bir şartı vardır; öğrencilerin sınıfta anadilleri olan kürtçe'yi konuşmaması.

öncelikle bu 'kutsal' mesleği yerine getirmek için kendi rahat ortamını geride bırakıp, zorlu koşullarda yaşamayı göze alarak başka bir coğrafyaya giden bu insanları defalarca tebrik etmek gerekir. herkesin göze alabileceği bir durum değildir, emre öğretmenin yaşadıkları şartlara katlanmak ve vazifesini elinden geldiğince yerine getirmek. bana formasyon eğitimi veren hocaların da söylediği üzere, bize derslerde öğretilen teorik bilgilerin çoğu böyle bir ortamda görev yaptığınız zaman yararsızdır. oraya gidildiğinde kendi stratejilerinizi geliştirmek durumundasınız, elbette çağdaş bir şekilde. emre öğretmenin ilk sınıf müfredatında yer alan matematik, sosyal bilgiler, fen bilgisi gibi müfredat derslerini bir kenara atarak işe türkçe öğreterek başlaması kendi adına yaptığı doğru bir harekettir. sınıfta ise kürtçe konuşulmamasını, elden geldiğince türkçe konuşulmasını istemesi gayet doğaldır. çünkü bir dil onu kullandıkça öğrenilebilir. peki madalyonun diğer yüzüne bakarsak: öğrencilerin bilmediği, muhtarın ise yabancı dil olarak ifade ettiği türkçe'yi öğrenmek öğrenciler için ne kadar kolaydır?

ülkenin bir ucunda yer alan bu köyde, devleti temsil eden ve onun öğretisini çocuklara aktaracak olan emre öğretmen bu noktadaki tutumundan taviz vermek durumunda kalıyor. ve kendi koyduğu kuralı informal bir şekilde esnetiyor. gerektiği zaman öğrencilerin kendi aralarında iki dil arasındaki tercümelere aldırış etmiyor. okul bahçesinde oynanan oyunlarda da kürtçeyi serbest bırakıyor. yine de çocuklara üst kimlik olan türklüğü aşılamaya çalışmaktan geri kalmıyor. her sabah öğrencilerin ezbere bir şekilde, inanmayarak, anlamını kavramayarak okuduğu andımızın son dizesini büyük harflerle yazıyor tahtaya, öğrencilerinden andımızı ezberlemelerini istiyor. 23 nisan'da da yine bu kimliğe vurgularını yapıyor.

laurant cantet'nin "entre les murs"u kurmaca bir filmdi. ancak "iki dil bir bavul" kurmaca bir yapıda değil, belgesel olarak da kabul edilebilecek bir yapıda olan, özünü ve gücünü gerçeklikten alan bir film. emre öğretmenin bu zorlu vazifesinde yaşadıkları çok samimi ve gerçekçi bir şekilde anlatılıyor. umutsuzluğa düştüğü durumlarda telefona sarılıp annesini aramaları, öğrenciler kendisinin sabrını zorladığında hafiften sinirlenmeleri, sinirinden elini ısırışı, öğrenciler ve köy eşrafıyla olan diyalogları çok samimi bir şekilde yansıtılıyor bize. filmin kapanış jeneriği de ayrı bir tokat gibi. emre öğretmen ve çocukların birer senaryo ürünü olmadığı, hayatın içinden gerçek kişiler olduğu gözümüze çarpıyor ve bu da filmin gerçeklikle olan bağını giderayak arttırıyor.

"iki dil bir bavul", türklük - kürtlük gibi mevzuların oldukça hassas olduğu bir dönemde ortaya çıkmasına rağmen hazırlanması uzun yıllar süren bir yapım. film için gerekli izinler milli eğitim bakanlığı'ndan alındıktan sonra bölgede film için taramalar yapılmış, görevini ilk kez yerine getirmek üzere bölgeye atanan emre aydın'la temasa geçilmiş ve izni alındıktan sonra senaryo filme dökülebilmiş. bu hassas dönemde söyleyeceklerini siyaset yapmadan, demagojiye sığınmadan; cesur, gerçekçi ve samimi bir dille anlatan bu filmi eğer sinemada izleme fırsatı bulamadıysanız bir şekilde izlemenizi öneririm.

0 yorum: