powder blue (2009)

iki dere düşünelim, farklı yerlerde doğan ve farklı kaynaklardan beslenen. zaman geliyor yağmur yağıyor, kar çözülüyor güzel zamanlar geçiriyor, kimi zaman ise sıcaklıkta kuruyor, akmaya çalışmak için çabalıyor, gücü yettiğince. bir noktada bu iki dere birleşip beraber akar oluyor. birbirlerinden destek alarak sularını taşıyorlar. ben ilişki/aşk meselelerini bu dere mevzusuna benzetiyorum. farklı yerlerde farklı hayatlar yaşayan kadınlar bir erkeğin hayatına giriyor (veya tam tersi olarak düşünün) kimisi uyuşmayıp ayrı ayrı akmaya devam ediyor, kimisi belli bir dönem beraber çağladıktan sonra iz bırakıp ayrı yöne sapıyor, kimisi ise tam uyumu yakalıyor ve sonsuza dek beraber akıyorlar. sonsuza dek beraber yaşayabilecek birini bulabilmek ise oldukça zor. özellikle maddi meselelerin insanları boğduğu bunun sonucunda ise maddi rahatlık yakalamak uğruna sevgi/aşk gibi meselelerin ilişkilerde arka plana atıldığı günümüzde daha da zor.

hayatını kiliseye adamış bir şekilde yaşayan rahip charlie'nin karşısına hayat diana'yı çıkarıyor. ve charlie, diana'ya tutkuyla bağlanıyor. evlilik teklifinin de kabul edilmesiyle bu birliktelik resmi bir hal alıyor. evlilik günü, diana arabayı kullanan charlie'yi el kamerasıyla çekiyor, kayıtta charlie'nin mutluluğu gözlerinden okunur halde, hayatının kadınıyla evlendiğini söylüyor. derken bir anlık dikkatsizlik sonucu kaza yaşanıyor. charlie, kendisinin de payı olduğu kazada eşini kaybediyor. hayatı boyunca aradığı kadına sahip olduğu ilk günde, en mutlu gününde onu kaybediyor. büyük bir yıkım oluyor bu kayıp charlie için. o güne dek biriktirdiği tüm parası olan 50 bin dolar'ı bir çantaya koyup arabasıyla yola koyuluyor. çaresizliğin kol gezdiği sokaklarda kendi celladını arıyor. karşılaştığı kişilere silahını verip, kendisini öldürmesini karşılığında ise çantadaki parayı almasını istiyor. bu isteği, ne eski sevgilisinden kalbi kırık bir şekilde ayrılan travesti ne de babasından devraldığı levazımat şirketini borç harç içinde yürütmeye çalışan ve paraya acil ihtiyacı olan qwerty doolittle yerine getiriyor. ve hayat yorgunu adamımız sokakları arşınlamaya devam ediyor.

jessica biel'in canlandırdığı, ölümcül hastalığın pençesinde olan oğlunu kurtarmak için çabalayan, uzun yıllar sonra karşısına çıkan babasını başından atmaya çalışan rose johnny'nin, anlatımında kopukluklarla dolu, hikayesi her ne kadar ön planda olsa da "powder blue"'da en çok ilgimi çeken charlie'nin hikayesiydi. hatta film sadece, forest whitaker'ın başarıyla canlandırdığı, charlie karakteri üzerine kurulsa daha iyi olabilirdi. anlaşılabileceği gibi "powder blue", farklı hayatları dram süzgecinden geçirilmiş bir şekilde gözler önüne seriyor. ancak bu hayatları inarritu filmlerinde aşina olduğumuz gibi kesiştirmiyor, sadece bir ortak paydaya topluyor; umudunu asla yitirme.

vietnamlı yönetmen timothy linh bui'nin yönettiği filmde müzik tercihleri de oldukça dikkat çekici. imogen heap, gotan project, cat power gibi isimlerin parçalarına filmde rastlamak mümkün. rose johnny'nin striptiz klübündeki camekanlı odada babasıyla yaptığı telefon görüşmesi sahnesiyle wim wenders'ın "paris texas"'ına gönderme yapmayı ihmal etmeyen linh bui'nin "powder blue"'su ortanın üzeri bir puanla kayıtlara geçmiş durumda.

0 yorum: