0 com

sayfayı çevirirken

yıl hanesinin son iki rakamının değişmesine 5.5 saat var. her sene yılın bu zamanı dilenen iyi dileklerin 'dilek'ten öteye gidemediği de aşikar. biz yine ezberi bozmayalım; herkese mutlu ve sağlıklı bir yıl dileyelim. yeni yıl armağanımız da ólafur arnalds'dan gelsin. daha önce de paylaşmıştık, yılın en güzel şarkılarından ve videolarından biri. melodilere eşlik eden görüntüler, gerçekleşmesi beklenen dilekler gibi gerçeklikle sanallık arasında bir yerde...

0 com

isis'ten yeni yıl hediyesi

sludge / post metal grubu isis, seneyi konser cd'si yayınlayarak kapatıyor. grubun 23 temmuz 2006'da londra'daki oceanic konserinde icra ettiği şarkılar bir albümde toplandı ve 28 aralık'ta satışa sunuldu. "live v" adını taşıyan albümün tracklisti ise şöyle:

01. the beginning and the end
02. the other
03. false light
04. carry
05. maritime
06. weight
07. from sinking
08. hym
2 com

son 10 yılın en iyi filmleri - ntv sinema jürisi

sevin okyay, emrah kolukısa, yekta kopan, kutlukhan kutlu, hasan cömert, ali abaday, selin gürel ve fazilet onat gibi isimlerden oluşan ntv sinema jürisi, son 10 yılın en iyi filmlerini seçti. zirvede sıradışı yönetmen michel gondry'nin şimdiden efsaneleşmiş "eternal sunshine of the spotless mind" filmi bulunurken, ikinci sırada yönetmen david lynch'e cannes film festivali'nde "en iyi yönetmen ödülü"nü kazandıran başyapıtı "mulholland çıkmazı" yer aldı. işte ntv sinema jürisi'ne göre son yılların en iyi 10 filmi:

01. eternal sunshine of the spotless mind (2004)
02. mulholland dr. (2001)
03. hua yang nian hua (2000)
04. no country for old men (2007)
05. memento (2000)
06. brokeback mountain (2005)
07. the dark knight (2008)
08. spirited away (2001)
09. wo hu zang long (2000)
10. donnie darko (2001) & the lord of the rings: the return of the king (2003)
0 com

son 10 yılın en iyi filmleri - imdb

son 10 yılın en iyi filmleri listelerinden biri de, internetteki en geniş sinema veri tabanına sahip olan imdb kullanıcılarından geldi. the lord of the rings üçlemesinin tamamının yer aldığı listede eksiklerin olduğunu söylememe gerek bile yok. kısaca son 10 yılın en iyi filmlerini, 10 kapasiteli bir listeye sığdıramayacağımızı anlamış olduk. işte imdb kullanıcılarına göre son 10 yılın en filmleri:

01. the dark knight (2008)
02. the lord of the rings: the return of the king (2003)
03. city of god (2002)
04. the lord of the rings: the fellowship of the ring (2001)
05. avatar (2009)
06. memento (2000)
07. the lord of the rings: the two towers (2002)
08. wall-e (2008)
09. le fabuleux destin d'amélie poulain (2001)
10. das leben der anderen/the lives of others (2006)
0 com

adventureland (2009)

yaşadığımız hayatı kodlayanlar belirli dönemlerde üst üste kötü şeylerin yaşanmasını özel olarak mı tasarlamışlardır, yoksa bu bir bug mıdır? bir insan arka arkaya yaşadığı olumsuz vaziyetlere ne kadar dayanabilir? kolejden mezun olan james brennan'ın yaşadıklarına ne demeli peki? önce mezuniyet haftasında sevgili tarafından terkediliyor. ancak ailesinin onu mezuniyet ödülü olarak avrupa seyahatine göndereceğinden bu ona pek koymuyor. karşı cinsle henüz bir 'cinsel ilişki' yaşamamış olan james bu tatilde avrupa ortamlarında kabuğu kırmayı planlamaktadır. ne var ki, babasının işlerinin yolunda gitmemesi onu bu planlardan alıkoyacaktır. bir anda ne olduğunu anlayamayan james'e son darbeyi de annesi indirir; eğer önümüzdeki sene columbus üniversitesi'nde okumaya devam etmek istiyorsa yaz tatilinde çalışmak durumundadır.

1987 yazında james brennan'ın yolunun adventureland'e düşmesi böyle gerçekleşir. büyük bir lunapark olan adventureland'e olan başvurusu saniyesinde kabul edilen james, gezinti alanında çalışmak ister ancak ona oyun alanında görev verilir. ilk günlerinde yavaş yavaş işe ve ortama ısınmaya çalışan james, aynı departmanda çalışan em ile tanıştıktan sonra ona ilgi duymaya başlar. ancak em'le gizli bir ilişki yürüten teknisyen connell ve parkın diğer güzel kızı lisa p. işlerin karışmasına neden olur.

genel olarak "romantik" yaftasını yapıştırabileceğimiz filmde komedi unsurları, bir geek karakter olan james üzerinden yansıtılıyor izleyene. filmin başlarında yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkiye atıfta bulunan karakterleri görüyoruz. ancak öykünün geri kalan kısmında bu nokta üzerinde pek durulmuyor. ve iki gencin arasındaki elektriklenmeye odaklanılıyor. "zombieland"de de karşımıza çıkan jesse eisenberg ile şu sıralar "twilight" ile popüler olan kristen stewart'ın başrolünde oynadığı bu gençlik filmi türünün diğer örnekleri arasında öne çıkacak bir sihire sahip değil. kristen stewart göz kısıp, alt dudağı ısırmaktan ibaret oyunculuk gücünü burada da sergiliyor. oyuncu performansları pek ahım şahım değil, öykü ise daha önce pek çok kere denenmiş. elle tutulur tek yan the cure, judas priest, hüsker dü ve lou reed gibi isimlerden oluşan müzikler. diyeceğim şudur ki, izlenilmezse pek bir şey kaybedilmez.
0 com

kısa filminizi tüm dünyaya izletmek ister misiniz?

dünya’nın en çok kişiye ulaşan festivali “art by chance” için katılımlar başladı!

2009 yılında ilki gerçekleşen “art by chance” ultra kısa film festivali’nde uluslararası jüri tarafından seçilen 30 saniyelik 30 tane film, ansızın yüz milyonlarca izleyici ile buluştu. katılımcıların yarattığı yüzlerce film arasından seçilen 30 film 13 ülkeden 70’i aşkın şehirde yaklaşık 8.000 digital ekranda gösterime girmiş ve “dünya’nın en çok kişiye ulaşan festivali” ünvanını almıştır.

şehirlerin hızlı akan hayatına tesadüfi olarak renk katmak ve insanları şaşırtmak amacıyla hayata geçirilen “art by chance” ultra kısa film festivali için katılımlar başladı.

art by chance 2010 için harekete geçme zamanı

13 ülkede 70’i aşkın şehirde yüz milyonlara ulaşmayı hedefleyen “art by chance”, ocak 2010 itibariyle kayıtlara turkey.artbychance.org sitesi üzerinden başladı. dünyanın birçok ülkesinden sanatçıların ürettiği 30 saniyelik filmlerden yapılacak seçki, mayıs ayı boyunca dünyadaki halka açık alanlarda bulunan yaklaşık 10.000 adet dijital ekranda gösterime girecek.

zamana karşı yarışan filmler

art by chance 2010’da bu senenin teması ‘zaman’. metropollere yayılacak filmler modern insanın en büyük dertlerinden birinin şehir yaşamının kurgusunu nasıl değiştirdiğini ve zaman kavramının farklı belleklerde nasıl yer edindiğini keşfe çıkıyor. kurmaca, belgesel, animasyon ve video art‘ın her örneğine açık olan festivalde katılımcılardan zaman kavramını 30 sn’de işlemeleri bekleniyor.

metroda, alışveriş merkezinde, sokakta, tuvalette ansızın sanatla buluşma art by chance 2010’da “zaman” temalı filmler, izleyicisiyle alışılagelmişin dışına çıkarak film salonlarında değil gündelik hayatın içinde buluşacak. şehrin dört bir yanına yayılmış dijital ekranlarda hayat bulan festival, insanların günlük yolculuklarında karşılarına ansızın çıkarak ve zengin içeriğiyle monotonu kırarak dikkatleri üzerine toplayacak.

art by chance katılımcılara festivalin internet sitesi turkey.artbychance.org üzerinden filmlerini yükleyerek online olarak da katılabilme kolaylığı sunuyor. festival için son katılım: mart’ın son cuması! (26 mart 2010)

katılım ve ayrıntılı bilgi için lütfen turkey.artbychance.org adresini ziyaret edin.
5 com

2009'un en iyi filmleri - artperest

herşeyimiz tamdı, bu da eksik olmasın istedik. 2009 yılı boyunca gösterime giren 6873489743 tane filmi üşenmeden izledik (!) ve en iyileri kendi keyfimizin kahyasına danışarak belirledik. ancak bir sıralamaya sokmayı uygun görmedik. alfabetik sırada olan listelerimiz şu şekilde. arzu eden kendilerininkini yorum kanalıyla paylaşabilir. şimdiden herkese sağlıklı ve mutlu seneler!

burçin
* (500) days of summer
* 9
* coraline
* død snø
* drag me to hell
* he's just not that into you
* inglourious basterds
* public enemies
* up
* whatever works

koray
* antichrist
* away we go
* doghouse
* kıskanmak
* limits of control
* looking for eric
* mommo: kız kardeşim
* vavien
* whatever works
* zombieland
0 com

4. "uluslararası 2. el kısa film festivali"

bu sene 27 şubat-7 mart 2010 tarihleri arasında dördüncüsü düzenlenecek olan "uluslararası 2. el kısa film festivali"nde film başvuruları başladı. bu sene ilk defa uluslararası olan ve "ön elemede elenmiş film, kötü film değildir" diyen festival, katılımcı her filmin seyirciyle buluşmasını sağlayacak.

"uluslararası 2. el kısa film festivali" dördüncü yılında birinci seçtiği filmin yönetmenini, uluslararası brüksel fantastik film festivali'ne (bifff) 4 gün, 4 saat, 4 dakika, 4 saniye'liğine katılmak üzere brüksel'e yollayacak. kısacası tim burton, dario argento ve david lynch gibi usta yönetmenlerin sıkça uğradığı festivallerden olan bifff, 2011 yılının nisan ayında "2. el kısa film festivali"nin birinci seçilen yönetmenini bekleyecek.

daha ayrıntılı bilgi için:
0555 580 38 23
ikincielfestivali@gmail.com / www.ikincielfestivali.org
0 com

japon filmleri festivali: yeni sinema 2010

2010 yılı japonya ile türkiye'nin dostluk ilişkilerinin temeli kabul edilen ertuğrul fırkateyni'nin japonya'yı ziyaretinin 120. yıldönümü olduğu için, japonya hükümeti 2010 yılını türkiye'de japonya yılı olarak ilan etti. yani 1 sene boyunca çeşitli kültürel etkinlikler düzenlenecek.

bu etkinliklerden biri olan "japon filmleri festivali: yeni sinema 2010"da 15-17 ocak 2010 tarihleri arasında istanbul maçka cinebonus g-mall sineması'nda düzenlenecek. festival kapsamında son yıllarda japonya'da gösterime giren filmler arasından japon toplumunu en iyi tanıtan 7 film ücretsiz olarak gösterilecek. festivalde gösterilecek olan bu 7 film ise şöyle:

1. sevgili doktor
2. zirve - nirengi taşı kayıtları
3. etrafımızdakiler - gururi no koto
4. yamazkura - yaban kirazı çiçekleri
5. nasıl kendim oldum - ashita no watashi no tsukurikata
6. dün hiroşima'da, bugün hiroşima'da - yûnagi no machi sakura no kuni
7. yarının anıları - ashita no kioku
4 com

drag me to hell (2009)

"drag me to hell", spider man serisinin yönetmeni sam raimi'nin yönetmenliğini yapıp, ivan raimi ile senaryosunu yazdığı ve 2009'un en iyi filmleri başlıklarında -ki buna quentin tarantino'nun listesi de dahil- sıkça karşımıza çıkan bir korku/gerilim filmi. 2009 cannes film festivali'nde de yarışan filmin başrollerinde ise "he's just not that into you" dolayısıyla kendisine sempati beslediğim sevimli aktör justin long ile alison lohman, lorna raver, dileep rao ve adriana barraza yer alıyor.

bir bankanın kredi servisinde çalışan christine brown, müdür yardımcılığına terfi etmek için elinden gelen herşeyi yapan çalışkan bir kadındır. işteki rakibi stu'nun başarısı bankanın müdür mr. jacks tarafından gözardı edilemeyecek kadar önemli olduğu için artık acımasız biri olması gerektiğini anlar ve evi için bankadan aldığı borcunun tarihini 3. defa uzatmak isteyen yaşlı çingene sylvia ganush'un bu borç erteleme isteğini reddeder. çok gururlu bir kadın olmasına rağmen evini kaybetmemek için christine'e yalvaran sylvia, tekrar reddedildiği ve tüm bankanın önünde rezil olduğu için christine'e bir çingene büyüsü olan lamia büyüsü'nü yapar ve iblis bozması lamia christine'e musallat olur.

christine tüm bu olayların ardından erkek arkadaşı clay dalton ile dışarı çıktığı bir akşam tesadüf eseri bir medyumun dükkanını görür ve fal baktırır. medyum rham jas, christine'e büyüyü ve kurtulması için yapması gerekenleri anlatır. christine'in hiç vazgeçmediği hayat mücadelesinden sağ kurtulması için gerçekten büyük belalara bulaşması ve korkusuz olması gerekmektedir.

konusu itibariyle fazla yaratıcı olmamasının yanısıra, evde izlememe rağmen ses efektleriyle beni korkutmayı başaran bir filmdi "drag me to hell". özellikle korku filmi klişesi haline gelmiş bir durum olan sessizliğin ardından gelen -burada genelleme yapıyorum- korkunç "yaratık"lar; tipleri bakımından vasat olsalar da ani çıkışlarıyla beni koltuğa yapıştırdılar. 2009'un en iyi filmleri arasında gösterilmesinin sebebini izledikten sonra anladım, sadece o sürpriz son için bile izlenmeye değer bir film.

2 com

the limits of control (2009)

sayın okuyucu, ispanyolca konuşmuyorsun değil mi? ziyanı yok, ben de konuşmuyorum. devam edebiliriz öyleyse. herhangi bir cafeye gittiğinde verdiğin sipariş tam istediğin gibi olmazsa ne yaparsın? gerisin geriye yollar mısın yoksa gelenle idare mi edersin? ben geri gönderemeyenlerdenim. enayiliğimden midir artık nedir, önüme koyulandan keyif almaya bakarım. tabi keyif alınabilecekse...

film boyu izlediğimiz ve adını öğrenemediğimiz adamımız ise tam tersi. her gittiği mekanda, trende, uçakta 2 tane espresso istiyor önüne. gelmedi mi sinirlenip tekrarlıyor siparişini. kontrollü bir adam. iş üzerindeyken karşısına anadan doğma bir kadın çıksa bile, aklına seksi getirmiyor. kendisine yol gösteren ipuçlarının bulunduğu kağıtları yutuyor, geride kesinlikle iz bırakmıyor. ayrıca kendisi pek ketum. ancak çok güzel giyiniyor, filinta gibi geziniyor ortalıkta.

kendisine bir görev veriliyor. görevi veren kişiler ve kendisi haricinde kimse bilmiyor bu görevi. biz de bilmiyoruz, bilmeden izliyoruz. kibrit kutuları alışverişleriyle izlemesi gereken yollar sunuluyor adamımıza. bu takaslarda sinema, müzik, edebiyat üzerine kelam ediyor işaretçiler. susarak dinliyor adamımız bunları ancak aklının bir köşesine yazıyor. sen de yaz sayın okuyucu, finalde lazım olacak.

bu hedefe olan yolculuk esnasında filmin durağanlığı belki sizi bunaltabilir. pes etmeyin. hatta siz de bu işaretlerden bir şeyler yakalamaya çalışın. bizimkine görev veren fransız'ın ağzından çıkan her sözü didikleyin ancak "ayrıntılara inme" lafına kesinlikle aldırmayın. mesela adamımızın müzelerde dalıp gittiği tablolardan veya konuşma esnasında araya sıkıştırılmış sözcüklerden çıkarım yapın. daha sonra bu şifreleri ileriki sahnelerde yakalamaya çalışın, ve bunlardan zevk alın. tüm bu çabalarınızın karşılığını jarmusch'un sizi sürüklediği finalde fazlasıyla alacaksınız, bundan emin olun.
0 com

bir jimi hendrix filmi: slide

nihayet hendrix üzerine bir film çekiliyor. slide adını taşıyan filmin senaryosunu yazan ve yönetecek olan r. h. greene, filmde hendrix'in 1969 eylül'ünde geçirdiği 'kayıp haftasonu' üzerine odaklanacakmış. hikayeyi benzersiz bir açıdan anlatmak istediğini belirten greene, filmin çekimlerine yeni yıl içerisinde başlayacakmış. hendrix'i canlandıracak aktör ise şu an için açıklanmamış.

hendrix ise ilgili bir başka haber ise kendisinin 1967 ve 1968'de paris ve ottawa konserlerinin canlı kayıtları bir albüm haline getirilip 25 ocak'ta satışa çıkacak. bunu da not düşmekte fayda var.
1 com

son 10 yılın en iyi 10 filmi

washington post, ann homaday'in yazdığı yazıda fatih akın'a cannes film festivali'nde "en iyi senaryo ödülü"nü kazandıran 2007 tarihli "yaşamın kıyısında" filmini son 10 yılın en iyi 10 filmi arasında gösterdi. gazete son 10 yılın en kötü filmi olarak da "star wars: koloni savaşları"nı seçti. washington post'a göre son 10 yılın en iyi filmleri karışık olarak şunlar:

yaşamın kıyısında (2007)
finding nemo (2003)
you can count on me (2000)
the lives of others (2006)
the hurt locker (2008)
y tu mama tambien (2001)
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
there will be blood (2007)
pan's labyrinth (el labertino del fauno) (2006)
a mighty wind (2003)
4 com

ve zaman değişir

ikisi de jarmusch filmi. biri 1986 tarihli; tom waits, john lurie ve roberto benigni kadrolu "down by law", diğeri ise 1999 tarihli; başrolünde forest whitaker'ın döktürdüğü "ghost dog: the way of the samurai". waits'in canlandırdığı zack ve whitaker'ın vücudunda hayat bulan ghost dog. ikisinin de müzikle arası iyi. biri radyoda dj, diğeri ise hip hop tutkunu. ikisi de araba çalıyor. çaldıkları arabalarla geceleri sokakları arşınlıyorlar. fahişelerin kaldırım taşlarını, aynasızlarınsa asfaltları eskittiği sokakları. farklı olan ise zaman ve beraberinde getirdikleri. biri eski usüllerle çalışırken, diğeri teknolojinin nimetlerinden faydalanarak çalıyor, zamanın en güzel arabalarını.
0 com

2009 yılının en iyi filmleri ve en iyi dizileri

bağımsız film kurulu amerikan film enstitüsü (afi), 2009 yılının en iyi filmlerini ve en iyi dizilerini seçti. afi'nin film listesinde 2010 oscar adayları göze çarparken, dizi listesinde de sene boyunca adından sıkça söz ettiren yapımlar yer aldı. işte afi'nin seçtiği en iyi film ve diziler...

filmler:
01. coraline (henry selick)
02. the hangover (todd phillips)
03. the hurt locker (kathryn bigelow)
04. the messenger (oren moverman)
05. precious: based on the novel push by sapphire (lee daniels)
06. a serious man (ethan coen, joel coen)
07. a single man (tom ford)
08. sugar (anna boden, ryan fleck)
09. up (pete docter)
10. up in the air (jason reitman)

diziler:
01. the big bang theory
02. big love
03. friday night lights
04. glee
05. mad men
06. modern family
07. the no. 1 ladies' detective agency
08. nurse jackie
09. party down
10. true blood
0 com

tarantino 2009'un en iyi filmlerini seçti

quentin tarantino, hollywood reporter ile yaptığı röportajında 2009'da izlediği filmler arasında en beğendiklerini açıkladı. james cameron'ın "avatar", peter jackson'ın "the lovely bones" ve clint eastwood'un "invictus" isimli filmlerini izlemediğini belirten tarantino'nun en iyiler listesindeki filmler şunlar:

1. star trek
2. drag me to hell
3. funny people
4. up in the air
5. chocolate
6. observe and report
7. precious
8. an education
1 com

away we go (2009)

bazı filmler vardır sizi direk afişiyle yakalar. o afişin havasına kanıp filmi izlersiniz ve eğer içgüdüleriniz bu hususta güvenilirse genelde tercihleriniz isabetli olur. bu nedenle izleyeceğim filmleri seçerken afişleri de benim için bir kıstas oluyor. son zamanlarda bloglarda gezinirken rastladığım "away we go" ilkin afişiyle gözüme çarptı. böyle bir afişten tırt bir film çıkamazdı ya.

yönetmenliğini sam mendes'in yaptığı inceden "simyacı" temasına sahip filmin konusu kısaca şöyle. yaşam yolunun yarısına gelmiş çiftimiz hala düzenlerini kuramamışlardır. düzen vermeye çalışan burt ve verona, bebek beklemektedirler. hamileliğin 6. ayında bir akşam yemeği için burt'ün ailesine giden çift orada ailenin aldığı yeni kararı öğrenir: hayallerini gerçekleştirmek için 2 yıllığına belçika'ya gideceklerdir. bu kararı öğrenen burt ile verona yakın arkadaşlarının bulunduğu yerleri gezip, çocuklarını doğuracakları yeni bir ev, yeni bir ortam aramaya koyulurlar.

burt ve verona'nın evlerini arkada bırakıp bu yolculuğa koyulurken ağızlarından çıkan sözler yeni bir ev bulmak üzerinedir. ancak onların phoenix, madison, montreal, miami gibi kuzey amerika'nın dört bir köşesine olan seyahatlerinde, yeni bir yer arayışlarından daha çok, "nasıl birer iyi ebeveyn oluruz" sorusuna cevap arayışları gözümüze çarpıyor. gittikleri yerlerde beraber takıldıkları yakınlarının çocuklarıyla hatta birbirleriyle olan ilişkilerini gözlemlemeleri ve bunlardan dersler çıkarmaları da bize bilahere sunuluyor.

"away we go", anlaşılabileceği gibi bir yol filmi. hatta güzel müziklerle bezenmiş bir yol filmi. üstelik absürdlükten ibaret komedi unsurları ve "before sunrise" & "before sunset" gibi diyaloğa dayalı bir film oluşuyla benim için biçilmiş bir kaftan. sözün özü; şu son paragraftaki anahtar kelimeler ilgi alanınız içerisindeyse bu filmi kaçırmayın.
1 com

zombieland bugün vizyona giriyor

içerisinde bulunduğumuz yılın merakla beklenen filmlerinden olan "zombieland" nihayet bugün vizyona girdi. senaryosunu rhett reese ve paul wernick'in yazdığı, yönetmenliğini ruben fleischer'in yaptığı filmin başrollerinde woody harrelson, jesse eisenberg, emma stone ve abigail breslin yer alıyor. son yıllarda fazlasıyla karşılaştığımız korku / komedi türünde olan filmde zombielerin istilasında olan kuzey amerika'da hayatta kalmaya çalışan 4 gencin maceraları konu alınıyor. film hakkında daha fazla şey okumak için şuradan buyurabilirsiniz.
0 com

agua de annique - "wonder" (yeni klip)

agua de annique, yeni albümü "in your room"dan bir video klip daha yayınladı. websitelerinde "wonder"ın yeni bir single olmadığını belirten anneke, klibin fanlara bir noel hediyesi olduğunu söylemiş. anneke'nin uzun zaman sonra başına oturduğu piyanosuyla icra ettiği "wonder", kendisinin the gathering dönemlerini anımsatıyor. ayrıca klipte gördüğümüz kadarıyla anneke'de kırışıklıklar baş göstermeye başlamış, yaşlanıyor muyuz ne?

0 com

my sister's keeper (2009)

my sister's keeper, jodi picoult'ın aynı isimli romanından jeremy leven ve nick cassavetes tarafından beyazperdeye uyarlanan ve başrollerinde abiagil breslin, cameron diaz, walter raney, sofia vassilieva, jason patric, alec baldwin gibi isimlerin yer aldığı dram yanı çok ağır basan bir film. romanı senaryolaştırmada jeremy leven'a yardımcı olan nick cassavetes, aynı zamanda filmin yönetmenliğini de üstlenmiş ve ortaya "notebook" gibi muhteşem bir film çıkmış.

çok sevdikleri güzel kızları kate'in lösemi olduğunu öğrenen sara ve brian fitzgerald çiftinin kate'i kurtarmak için yapmaları gereken tek şey doktorlarının da tavsiyesi üzere bir bebektir. bunun üzerine sara, kızı kate'e donör olması için genleri labaratuvar ortamında değiştirilmiş anna isminde bir bebek dünyaya getirir. anna'nın doğumundan itibaren göbek bağından alınan kan ve kemik iliği nakli gibi birçok operasyon gerçekleştir fakat kate'in durumu çok ciddidir ve böbrek nakline ihtiyacı vardır.

tüm bunlar yaşanırken anna kullanıldığını hissetmekte ve böbreğini kardeşine bağışlamaktan vazgeçmektedir. bunun üzerine kendisine tuttuğu avukat ile ailesini dava eder. sebebi ise kendi rızası olmadan tıbbi operasyonlarda kullanılmaktır.

ölüme adım adım yaklaşan kate'in aşk, hüzün, bağlılık, mutluluk ve güven hikayesi "my sister's keeper". bir kızın kardeşi için neler yapabileceğine tanık oluyoruz filmde ve özellikle kız kardeşi olanlar için bunun oldukça etkileyici olduğundan eminim. doğru bildiğimiz yanlışları, onsuz kalabileceğimiz için gitmesini istemediğimiz insanlara acı çektirişimizi izliyoruz kısaca. şahsen ben filmi izledikten sonra hem duygulandım, hem de aşk veya sevginin insanın sadece kendini düşündüğü için vazgeçilmez olduğu kanısına vardım. kısacası yılın en başarılı dram filmlerindendi "my sister's keeper". kesinlikle izlenmeli.

0 com

wes craven'ın yeni projesi

son dönemlerde david arquette ve courtney cox, scream serisine 4. filmle devam etmek için hazırlıklara başlamıştı bildiğiniz üzere. yine yönetmen koltuğuna wes craven mı oturacak diye düşünülürken, craven yeni projesini tamamladı: "my soul to take".

korku / gerilim türündeki filmin konusu kısaca şöyle; bir efsaneye göre riverton kasabasında yaşayan bir seri katilin öldüğü gece 7 tane bebek dünyaya gelmiştir, ve katil ölmeden önce geri dönüp cinayetlere devam etmeye and içmiştir. bu olaydan 16 yıl sonra kasabada insanlar yeniden esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. seri katilin, o gece doğan çocuklardan birinin vücudunda reenkarne olarak geri döndüğü veya ölüme terkedildiği halde kurtulduğu düşünülür. sorunun cevabını ise bu çocuklardan sadece biri bilmektedir. ve o da arkadaşlarını bu canavardan kurtarmaya çalışacaktır. ancak yüzleşmesi gereken bir bela vardır.

imdb'ye göre prodüksiyonu tamamlanan filmin 1010 sonbaharında vizyona girmesi bekleniyor.
0 com

john woo'ya "ömür boyu başarı ödülü"

1-11 eylül 2010 tarihleri arasında 67.'si düzenlenecek olan venedik film festivali'nde "ömür boyu başarı ödülü", hong kong'lu başarılı yönetmen john woo'ya verilecek. face/off, mission: impossible 2 gibi filmlerin yönetmenliğini yapmış olan ve "filmlerinde, abartılı aksiyon ve şiddeti şiirsel ve romantik bir şekilde yansıtma yetisine sahip bir yönetmen" olarak nitelendirilen john woo'ya ödül "sinemada çağdaş dilin öncüsü" olarak görüldüğü için verilecek. yönetmene ödülü festivalin eylül ayında yapılacak ödül töreninde takdim edilecek.
0 com

scorsese'nin "en korkunçları"

taxi driver, goodfellas, gangs of new york, the aviator, the departed gibi önemli filmlerin yönetmeni martin scorsese, tüm zamanların en korkunç filmlerini seçti. yaşayan en büyük yönetmenlerden biri olan scorsese'e göre sinema tarihinin en ürkütücü filmleri işte bu listede:

01- the haunting (robert wise, 1963)
02- isle of the dead (mark robson, 1945)
03- the uninvited (lewis allen, 1944)
04- the entity (sidney j. furie, 1981)
05- dead of night (alberto cavalcanti, 1945)
06- the changeling (peter medak, 1980)
07- the shining (stanley kubrick, 1980)
08- the exorcist (william friedkin, 1973)
09- night of the demon (jacques tourneur, 1957)
10- the innocents (jack clayton, 1961)
11- psycho (alfred hitchcock, 1960)
0 com

sigur rós'tan noel şarkısı

sigur rós, gün itibarıyla sitesinde bir şarkı paylaştı. söz konusu şarkı yeni albümlerinden falan değil. grubun 1999 yılında başkent reykjavik'te küçük bir barda icra ettiği bir noel şarkısı. "ég fæ jolagjöf" (i'll get a christmas present) adını taşıyan şarkıyı grup kendi formatına sokmuş. dinlemek için şuraya bir tık yeterli, indirmek içinse sağ tık + farklı kaydet demek gerek.
0 com

"acı"ya ukrayna'dan iki ödül

aşk üçlemesi "ali'nin sekiz günü", "dilber'in sekiz günü" ve "zeynep'in sekiz günü" filmlerinin yönetmen ve senaristi cemal şan'ın son filmi "acı", ukrayna'da düzenlenen "steps international rights film festivali"nde "en iyi senaryo" ve "en iyi müzik" ödüllerinin sahibi oldu. senaryosu cemal şan'a ait olan filmin müziklerini nail yurtsever, cem tuncer ve engin aslan yaptı. film ve ekibini tebrik ediyoruz.
0 com

şöhretler kaldırımı'nda james cameron

geçtiğimiz hafta tüm dünya ile aynı anda vizyona giren "avatar" filminin yönetmeni james cameron, şöhretler kaldırımı'nda yerini aldı. cameron'ın yıldızı önemli noktalardan biri olan ve birçok filme ev sahipliği yapmış olan "egytian theatre"ın önünde yer alıyor. cameron'ı aliens, titanic, the terminator, true lies gibi filmlerden de tanıyoruz. değerli yıldızı için hayırlı olsun diyelim.
0 com

seabear: "bir müzisyenin rüyası"

seabear, son dönemlerde izlanda'dan çıkan ve çok dikkat çeken gruplardan biri. ilk olarak sindri már sigfússon'un solo projesi olarak yola çıkan grup daha sonra yeni elemanların katılımıyla büyüdü ve 7 kişilik bir grup haline geldi. debut albümleri "the ghost that carried us away" genel olarak sindri'nin yazdığı şarkılardan oluşuyordu. mart ayında çıkacak olan yeni albümleri "we built fire"da ise ilk defa grubun soundunu dinliyor olacağız. geçtiğimiz cuma akşamı izlanda'da múm ile beraber sahne alan grubun beyni olan sindri'yi bu geçiş döneminde yakaladım ve sorularımı yönelttim.

merhaba sindri, bu röportajı yanıtlamadan önce neler yaptın?

akşamdan kalma olarak uyandım. kız arkadaşım, kızım ve bazı arkadaşlarımızla beraber öğle yemeği yedik. ardından hep beraber ailemin evine pizza yemeye gittik. her pazar orada toplanıp akşam yemeği için pizza yapıyoruz ve yiyoruz.

sin fang bous adı altında bu sene çıkardığın debut albümde tüm enstrumanları tek başına çaldın. seabear da tek başına başladığın bir projeydi. tüm enstrumanları çalabiliyorken, seabear'ı grup haline getirme kararı almandaki nedenler neler?

tüm enstrumanları çok iyi çalamıyorum. ve bir grupla müzik yapmak oldukça farklı bir şey. böyle olunca da müzik tüm bu filtrelerden geçiyor. ayrıca aynı iş üzerinde diğer insanlarla çalışmak oldukça eğlenceli ve yapmaya değer oluyor.

önümüzdeki aylarda çıkaracağın yeni albüm "we built fire"da soundun daha fazla rock olacağını açıkladın. sounddaki bu değişikliğin ardında grubun kalabalıklaşması olduğunu düşünüyorum, yanılıyor muyum?

evet çok doğru. ayrıca turneden sonra pek çok şey değişti.

peki bize biraz yeni albümünüz "we built fire"dan bahsedebilir misin?

tabi ki. bana göre yeni albümümüz biraz daha fazla rock sounduna ve yoğun düzenlemelere sahip. ancak bir albüm üzerinde çok fazla çalıştığın zaman, bir nevi bu şarkıları senin gibi milyon kere dinlememiş insanların gözünden şarkıların nasıl olacağı hakkında bakış açını kaybediyorsun.

yeni albümdeki şarkıların yazımında herkesin katkısı var mı?

şarkıları prova aşamasında ve turdayken hep beraber yazdık.

sin fang bous, bu sonbaharda mum'un açılış grubu olarak usa turnesinde yer aldı. yanılmıyorsam bu amerika'daki ilk turnendi .insanların müziğine tepkileri nasıldı?

çok iyi olduğunu söyleyebilirim. bu tur gerçekten çok hoşuma gitti.

nick cave'in berber koltuğuna oturmaktan pek hoşlanmadığını okumuştum. benim için de o koltuk oldukça sıkıcı. aynı şekilde hastane yatağı da. bir dönem hastanede yatmak zorunda kaldığını biliyorum. ilk albümdeki "hospital bed" o günlere ithafen yazılmış bir şarkı mı?

bu şarkıyı çok uzun zaman önce yazmıştım. dediğin gibi benim hastanedeki deneyimlerime dayanarak yazdığım bir şarkı. hastanede bir dönem yattım ve ardından birkaç yıl boyunca doktorları düzenli olarak gördüm. tüm bu deneyimler de "hospital bed"de yazıya döküldü.

bir röportajında okuduğuma göre müziğe pek erken başlamamışsın. hatta seabear'ın debut albümünün ilk şarkısının ("good morning scarecrow") girişinde kullandığınız çocukluğunuza dair kayıtlarda "ben şarkı söyleyemem" diyormuşsun. şu anda da iki farklı projenin sahibisin ve pek çok dinleyenin var. nasıl oldu tüm bu gelişme?

çok çalıştım ve hiç pes etmedim. hala daha çok çalışıyorum ve bazı günler iş dışında hiç bir şey yapmıyorum diyebilirim. ancak müzisyen olmak benim için büyük bir rüyaydı. ve şuna inanıyorum ki eğer hayal ederseniz bunu gerçekleştirebilirsiniz. sadece çok çalışın ve işlerin iyi gitmediği zamanlarda bile pes etmeyin.

geçtiğimiz aylarda reykjavik'te bir resim sergisi açmışsın. seabear, sin fang bous, görsel sanatlar ve resim. bu kadar projelerin hepsine birden nasıl zaman bulabiliyorsun?

akşamları zamanımı çizim ve resme ayırıyorum ve bundan çok hoşlanıyorum

senin bir tom waits fanı olduğunu duymuştum. peki bir tom waits parçasını coverlamak istesen hangisi olurdu?

aslında tom waits coverı yapmayı şu ana kadar hiç düşünmedim. çok özel bir stili ve sesi var ve bence onun şarkıları coverlamak manasız olur. yine de bir seçim yapacak olsam "alice"i seçerdim.

izlanda müzik piyasası bence çok özel bir piyasa. bu küçük ülkeden pek çok güzel müzik yapan sanatçılar ve gruplar dünya müziğine açılıyor. ülkemizde de izlandik müziği seven insanlar var. peki sizi bu kadar özel kılan, insanların dikkatini size çeken şeyler neler?

pek emin değilim. buradaki müzik piyasası gerçekten de çok iyi. insanların birbirinden esinlenmesi bunun nedenlerinden biri olabilir.

2009 yılının en güzel 5 albümünü seçmeni istesem...

1. fever ray - fever ray
2. dirty projectors - bitte orca
3. grizzly bear - veckatimest
4. anthony and the johnsons - the crying light
5. animal collective - merriweather post pavilion

yeni albümünüzde başarılar diliyorum. umarım albümün ardından ülkemize de gelirsiniz. röportaj için çok teşekkürler.

iyi dileklerin için sana çok teşekkür ediyorum. ayrıca türkiye'de konser vermeyi ben de istiyorum.

www.myspace.com/seabear

sorular: k.a.
aralık 2009
0 com

sindri'nin elinden

yukarıda seabear'ın kurucusu ve vokalisti olan sindri mar sigfussion, nam-ı diğer sin fang bous'un kendi elleriyle yaptığı resimlerden bazılarını görmektesiniz. ekim ayında reykjavik'te resim sergisi de açan sigfussion, resimleri internet üzerinden satıyor, tanesi 270 amerikan dolarından. ilgileniyorsanız sizi şuraya alalım. ayrıca kendisiyle yaptığım seabear röportajını da akşam sayfalarımızda görebilirsiniz.
0 com

rage against the charts

ingiltere'de noel haftası için düzenlenlenen müzik listelerinde son zamanlarda bir rutinlik hakimdi. simon coweel'ın düzenlediği x factor adındaki tv programının galipleri bu döneme yakın zamanlarda çıkardıkları albümlerle noel haftası müzik listesinde tepeye oturuyordu. söz konusu bu rutin insanların canını sıkmaya başladı ve jon morter bu tekere çomak sokmaya karar verdi ve bir facebook grubu oluşturdu. "rage against the machine for christmas no.1" adını verdiği grupta insanları, yarışmanın bu seneki galibi joe mcelderry'nin "the climb" single'ı yerine r.a.t.m'nin provokatör parçası "killing in the name of"'u almaya davet etti. ve kampanya dahilinde tek şarkıdan oluşan single hazırlanıp satışa çıkarıldı.

jon morter'ın başlattığı bu kampanya kısa bir zaman içerisinde pek çok insan tarafından desteklendi. hatta bu destekçiler arasına johnny lydon (sex pistols), the prodigy, muse, paul mccartney, dave grohl (nirvana, foo fighters), stereophonics, imogen heap gibi müzik dünyasından ünlü isimlerin yanı sıra bbc6 music, kerrang!, bbc radio1 gibi basın kuruluşları katıldı. nme neredeyse her gün konu üzerinde haber yaparak mevzuyuyu gündemde tuttu.

ve sonuç; "killing in the name of", "the climb"dan 50.000 kopya daha fazla satarak zirveye oturdu! ve böylece listelerdeki gidişe dur denildi. r.a.t.m'den zack de la rocha sonucu tabiki sevinçle karşıladı ve "bu, steril popa karşı kazanılmış bir zaferdir" diyerek yorumladı. ve bu zaferi ingiltere'de verecekleri beleş bir konserle taçlandıracaklarını açıkladı. bu konser de kampanyaya katılanlara harika bir ödül olacaktır haliyle.

"killing in the name of"un zirveye oturması, müziği, kendi tekellerine alabileceğini ve istedikleri yönde kullanabileceğini hayal eden büyük patronların suratına indirilen bir tokattır kuşkusuz. ayrıca iran'daki seçimlerden sonra internet kullanıcılarının ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu bir kere daha göstermiştir. kapanışı haftanın kahramanı jon morter'ın sözleriyle yapalım: "fuck me, it's crazy, i can't believe it's number one!"
0 com

ólafur arnalds belgeseli

ólafur arnalds, hiç şüphesiz, izlanda'nın son dönemlerde dünya müziğine ihraç ettiği en önemli isimlerden biri. 1986 doğumlu bu genç müzisyen çok kısa zaman içerisinde büyük yol aldı. hakkında zaten blogtaki postlarda uzun uzun bahsettiğimden lafı uzatmayacağım. arnalds ile ilgili bir belgesel yapıldı. orijinali "himininn er að hrynja...en stjörnurnar fara þér vel", ingilizce adı "the sky may be falling... but the stars look good on you" olan belgesel gunnar b. guðbjörnsson tarafından yönetildi. ekim 2008'deki ingiltere turnesinde çekimlerinin yapıldığı 24 dakikalık belgeseli altta 3 ayrı bölümde izleyebilirsiniz.

1. bölüm - http://www.youtube.com/watch?v=5iDShSy1VxU


2. bölüm - http://www.youtube.com/watch?v=OWkgHFj8m9k


3. bölüm - http://www.youtube.com/watch?v=nesoBRsFvDw
0 com

interpol'ün yeni albümü orkestral tadda olacak

interpol'un yeni albümüyle ilgili detaylar ufaktan belli olmaya başladı. sene ortasında julien plenti adı altında solo projesini başlatarak "julien plenti is... skyscaper" albümünü çıkaran paul banks, üzerinde çalıştıkları yeni albümün orkestral kısımlar içerdiğini açıkladı. daha önce albüm hakkında söylenen, ilk albümün havasında olacağı görüşünün aksine banks, yeni albümün kendileri için ileriye attıkları bir adım olacağını ve daha önceki albümlerin sounduna benzemediğini belirtmiş.
0 com

"under great white northern lights" - fragman

"under great white northern lights", white stripes'ın 2 sene önce çıktığı kanada turnesinin kayıtlarından oluşan bir belgesel. grup, ülkenin sadece alışılagelmiş konser mekanlarında değil, her köşe bucağında müziklerini sevenleriyle paylaşmışlar; tekne, otobüs, park... tüm bu deneyimler de kayda alınmış ve altta fragmanını izleyebileceğiniz film oluşmuş.

white stripes, 16 mart'ta söz konusu belgeselin dvd'sini içeren bir box set satışa çıkarıyor. kutuda ayrıca grubun 10. yıl dönümü şerefine nova scotia'da verdiği konserin dvd'si, kanada'da verdikleri bir konserin cd'si (arzuya göre plağı) ve bahsi geçen turun 200 sayfalık bir kitabı yer alacak. buraya dikkatini çekmek isterim sayın okuyucu, autumn de wilde'nin fotoğraflarını da içeren kitabın önsözü jim jarmusch tarafından yazılmış. vay be!

0 com

vavien (2009)

"vavien" hakkında haberdar olduğumda filmin yönetmenlerinin taylan biraderler olduğunu bilmiyordum. popüler kültür sağolsun, "vavien"i engin günaydın'ın senaryosunu yazdığı ve başrolünü binnur kaya ile paylaştığı film olarak belledim kafamda. eğer yönetmenleri hakkında bilgim olsaydı, zamanında yaşadığım "okul" fiyaskosu bana filme önyargı doğuracaktı. dün filmle ilgili yazılanları, ki genelde bu yazılar güzelleme şeklinde, okuduktan sonra gönül rahatlığıyla sinemanın kapısından içeri girdim. koltuğa oturduğumda ön sıramda bulunan adamın tuhaf davranışları sağolsun film başlamadan gülmeye başladım. o kadar kişinin ortasında, ayağa kalktı, kazağını üste doğru sıvadı ve aheste aheste fanilasını pantolonunun içine soktu. daha sonra külot, abimizin takımlarını sıkıştırmış ve arkadan popo yanaklarının arasına kaçmış olmalı ki, ön ve arka taraflara gerekli manuel ayarları yaptıktan sonra yine yavaş hareketlerle yerine oturdu. kendisini bu medeni cesaretinden dolayı alkışlayacaktım ki, bitmez sandığım film öncesi reklamlar bitti ve serra yılmaz'ın canlandırdığı milletvekili hanımın iştahla yediği sarmalardan arta kalan boş tabağı servisin üzerine koymasıyla "vavien" başladı.

"vavien", senaryoyu yazan engin günaydın'ın arka bahçesinden çıkma bir film. erbaa, tokat'ta geçiyor ve filmdeki ana karakterler olan iki kardeş elektrikçi, aynen günaydın'ın öz abisi gibi. elektrikçilik yapan abi kardeşin işleri pek yolunda gitmemektedir. abi cemal, karısını yıllar önce kaybetmiş bu nedenle kendisini işe güce, işten arta kalan zamanlarında da, engele takılmadığından dolayı, hovardalığa vermiştir. kardeşi celal ile beraber, "samsun'da okula elektrik hattı döşemeye gidiyoruz" bahanesiyle pavyonlara gitmekte ve yalnız gönlünü burada eğlendirmektedir. bu pavron gezisinin diğer kahramanı olan celal ise burada şarkı söyleyen sibel'e kapılmıştır. işinde ve evinde yaşadığı mutsuzluk onu bu yola daha da bağımlı yapmıştır. karısının kendisinden biriktirdiği paranın farkında olan ve bu yüklü paraya konmak isteyen celal kafasında şeytani planlar üretir.

insanların kabuğunun içerisinde sakladığı iyilik ve kötülük arasındaki tezatlardan beslenen "vavien", ayrıca bencillik üzerinde de duruyor. sevilay'ın yakın arkadaşı olan hanife'nin dediği "karı koca arasında sır olurmuymuş hiç?" sözünün aksine sevilay ve celal'in birbirlerine karşı bazı sırları vardır. celal, özenle biriktirdiği porno arşivini eşinden saklamakta; sevilay ise almanya'da yaşayan babasının yıllardır yolladığı paraları bodrum katında zulalamaktadır. celal, kendi kafasında kurguladığı yaşama kavuşabilmek için bu parayı kendi hesabına geçirip bu yolda ailesini kurban etmeyi göze alabilmektedir.

günaydın'ın bir süre uykusuz'da yazdığını biliyorum. derginin okuyucusu olmadığımdan doğal olarak da yazıları hakkında fikir sahibi değilim. ancak "vavien"de, cebe gelen reklam mesajı gibi, kahkaha attıracak küçük detaylarla bezediği kara komedi türündeki öyküsü seyre değer. bu noktada öyküyü gayet güzel işleyen taylan biraderlerden de övgüyle söz etmek gerek. özellikle celal'in başına iş açtığı durumda yaşadığı psikolojiyi bize sundukları sahneler için. hep beraber, seneyi devirirken yılın en iyi filmlerinden birine imza atmışlar. filmin dün gösterime girdiğini hatırlatıp, kaçırmamanız gerektiğinin altını iyice çizeyim.
0 com

başka ağızlardan "dark side of the moon"

pink floyd'un 1973 tarihli klasiği "dark side of the moon" bu sefer the flaming lips, stardeath and white dwarfs tarafından yorumlandı. içerisinde bulunduğumuz yılın en çok dikkat çeken albümlerinden biri olan "embryonic"in sahibi the flaming lips yanına stardeath and white dwarfs, henry rollins ve peaches'ı da alarak albümdeki şarkıları tek tek elden geçirmiş. 22 aralık salı günü dijital ortamda satışa çıkacak olan albümde her şarkıya bu isimler kendi soundlarını yansıtmış. daha önce benzer bir çalışmayı easy star all stars "dub side of the moon" albümünde yapmıştı hatırlarsanız. her neyse, tam adı "the flaming lips and stardeath and white dwarfs with henry rollins and peaches doing the dark side of the moon" olan albümün tracklistini zaten biliyoruz ancak kimlerin tuzu olduğuna bir bakalım:

01. “speak to me” / “breathe” (feat. henry rollins and peaches)
02. “on the run” (feat. henry rollins)
03. “time” / “breathe reprise”
04. “the great gig in the sky” (feat. peaches and henry rollins)
05. “money” (feat. henry rollins)
06. “us and them” (feat. henry rollins)
07. “any colour you like”
08. “brain damage” (feat. henry rollins)
09. “eclipse” (feat. henry rollins)
0 com

son 10 yılın en iyi yerli ve yabancı albümleri

ntv müzik jürisi, son 10 yılın en iyi yerli ve yabancı albümlerini seçti. eksiklerinin olmasına rağmen çok yönlü ve kayda değer bir liste olduğunu düşünüyorum. işte ntv müzik jürisi'ne göre son 10 yılın en iyi yerli ve yabancı albümleri:

* yabancı albümler:
01. amy winehouse - back to black (2007)
02. radiohead - kid a (2000)
03. arctic monkeys - whatever people say i am, that's what i'm not (2006)
04. the white stripes - elephant (2008)
05. gorillaz - demon days (2005)
06. radiohead - in rainbows (2008)
07. coldplay - a rush of blood to the head (2002)
08. green day - american idiot (2004)
09. jay-z - the blueprint (2009)
10. norah jones - come away with me (2002)

* yerli albümler:
01. candan erçetin - elbette (2000)
02. emre aydın - afili yalnızlık (2006)
03. kenan doğulu - festival (2006)
04. mor ve ötesi - dünya yalan söylüyor (2004)
05. erkan oğur, i. hakkı demircioğlu - anadolu beşik (2000)
06. sertab erener - sertab (2000)
07. sezen aksu - bahane (2005)
08. şebnem ferah - can kırıkları (2005)
09. pinhani - inandığın masallar (2006)
10. yalın - ellerine sağlık (2006)
0 com

hisar kısa film seçkisi

boğaziçi üniversitesi mithat alam film merkezi'nin 2005 senesinden beri devam ettirdiği ve yılın en iyi 10 kısa filmini bir dvd'de toplayan "hisar kısa film seçkisi"ne başvurular başladı.

hisar kısa film seçkisi, türkiy'de çekilen yüzlerce kısa film arasından eleme yaparak jüri kararıyla en iyi 10 kısa filmi seçiyor ve bu kısa filmleri bir dvd'de toplayarak sinema okurlarına, ulusal ve uluslararası yarışmalara ve festivallere gönderiyor. seçkiye alınacak filmlerin ilk toplu gösterimi ise 3-18 nisan 2010 tarihleri arasında istanbul kısa film festivali'nde gerçekleştirilecek.

film seçkisinde yer alacak olan 10 film, iki jüri elemesi ile belirlenecek. ön jüride altyazı sinema dergisi yayın kurulu üyeleri ayça çiftçi, sanem aytaç, nadir öperli ve mithat alam film merkezi sinefil dergisi editörlerinden pelin esmer yer alıyor. seçkide yer alacak olan 10 filmi kesin olarak belirleyecek olan ana jüride ise istanbul film festivali direktörü azize tan, sinema eleştirmeni alin taşçıyan ve pelin esmer yer alıyor.

sadece 2009 yılı içinde üretilmiş kurmaca, belgesel ve animasyon kısa filmlerinin başvurabildiği hisar kısa film seçkisi için son başvuru tarihi 5 şubat 2010. başvuru koşulları için www.mafm.boun.edu.tr adresini ziyaret etmeniz ya da 0212 287 70 76 numaralı telefonu aramanız yeterli. başvuru formunu buradan indirmeniz mümkün. katılacak olan arkadaşlara şimdiden başarılar diliyoruz.
0 com

"prag'da ilkbahar" programı başladı

istanbul modern sinema ve çek cumhuriyeti istanbul başkonsolosluğu işbirliği ile 60'lı yılların çek yeni dalga filmlerinden oluşan "prag'da ilkbahar" isimli program başladı. programda yer alan filmler arasında avrupa sineması'nda iz bırakmış olan jiri menzel, milos forman gibi yönetmenlerin filmleri de yer alıyor. program ise şöyle:

19 aralık 2009, cumartesi:
12:00 - morgiana

20 aralık 2009, pazar:
12:00 - capricious summer
14:00 - cassandra cat

24 aralık 2009, perşembe:
12:00 - capricious summer
14:00 - morgiana
16:00 - cassandra cat
18:00 - a blonde in love

26 aralık 2009, cumartesi:
12:00 - the fruit of paradise

27 aralık 2009, pazar:
12:00 - the firemen's ball
14:00 - lemonade joe
0 com

halloween ii (2009)

80'lerde başımıza musallat olan 3 shasher; michael myers, jason voorhees ve freddy krueger hala dehşet saçmaya devam ediyor. bu üçlü arasında favorim olan myers, özellikle son dönemde daha çok ele alındı diğerlerine göre. kariyerini son zamanlarda sinema üzerinden yürüten rob zombie, 2007 yılında ardışık sayılar halinde devam etmekte olan seriyi bozup her şeyi yeniden başlattı ve 1978 tarihli ilk filmi kendi dünyasına uyarlayarak önümüze koydu. genel hatlarında aslına sadık kaldığı bu filmde michael myers'ın çocukluğuna indik hep beraber, onu bu kadar şeytani yapan unsurların neler olduğunu gördük ve dev bir adam haline gelip önüne geleni doğradığını... zombie'nin modernize ederek bize sunduğu filmi beğenmiş ve seriyi devam ettireceğini öğrendiğimde de ilk filmden kaynaklı olarak beklentilerimi yüksek tutmuştum, yeni filmi izleyene kadar.

"halloween ii" aslında olduğu gibi ilk filmin bıraktığı yerden açılıyor. laurie strode, myers'ın psikoloğu olan dr. sam loomis'in de yardımıyla myers'ı silahıyla vurmuştur. myers'ın ölü ve ağır bedeni hastaheneye kaldırılırken, cesedi taşıyan ambulans kaza yapar. myers ise bu kazada yıkılmadım, ayaktayım diyerek kendisine gelir. ve hasat zamanı olan 31 ekim'i bekler. zamanında jamie lee curtis'in canlandırdığı kendi halinde bir kız olan, modern zamanlarda rob zombie'nin rocker, hırçın ve asi bir kişilik kazandırdığı, laurie strode yaşadığı dehşetin etkisinden kurtulamaz. kabuslarında sürekli myers ile karşı karşıya kalır. yaklaşan halloween onu endişelendirmektedir.

rob zombie, bu filminde seriye yenilikler getiriyor. bunlardan biri vakti zamanında jason voorhees'den aşina olduğumuz anne kavramını filme katıyor. "friday the 13th" serisinde jason'ın işlediği cinayetlerin azmettiricisi annesidir bildiğiniz üzere. "halloween" serisinde ise şu ana kadar michael'ın laurie'ye ulaşmak için işlediği cinayetlerin arkasında yatanlar bize pek verilmemişti. aç parantez, her ikisinin de zina yapan gençleri sevmediğini bir kenara koyalım, kapa parantez. rob zombie, bu filminde bir katilin cinayetlerinden ziyade katilin içgüdülerine yönelmiş ve ortaya anne kavramını atmış. her filminde adetten oynattığı eşi, sheri moon zombie'nin canlandırdığı deborah myers, ilk filmde hatırlarsanız bir striptiz kulübünde çalışan ve küçük michael meşhur cinayetlerini işleyene kadar onunla pek ilgilenemeyen bir kadındı. devam filminde ise anne, aileyi biraraya getirmeye çalışıyor. ve bunun için de michael'dan küçük kız kardeşi angel myers'ı (laurie strode) bulup öldürmesini istiyor. tabi onu bulana kadar da kendisine zarar verenleri de haklamasını istiyor. bu uğurda michael 31 ekim günü dehşet saçacağı haddonfield'a girerken ilk olarak striptiz kulübe uğrar ve günün ilk hasadını orada toplar.

bahsettiğim yeniliklerden diğeri ise serinin meşhur doktoru sam loomis üzerinde gerçekleşmiş. loomis, psikolojik danışmanı olduğu michael myers'ın dertleriyle uğraşmaktan sıkılmış, eski kimliğini bir kenara atmış olarak çıkar karşımıza. michael myers ile olan tecrübelerini anlattığı "the devil walks among us" kitabını yayınlar ve bir anda popüler olur. çeşitli konferanslara, tv programlarına çağırılır, sadece kendisinin güldüğü saçma espriler yapar ve önüne gelen hatunlara yazılmaya kalkar. kendisinin kontrolünden çıkan myers'ın saçtığı dehşet, onun için suratını üzgün bir hale sokup, "kurban yakınlarının acısını paylaşıyorum" cümlesinden ibaret olmuştur. ve onun yakaladığı bu popülarite, haddonfield halkında olduğu kadar deborah myers'ta da nefret yaratmıştır. annenin hazırladığı ölüm listesinde onun da adı vardır.

az önce de söylediğim gibi myers'ın içgüdüleri üzerine kurulmuş olan bu film, "halloween" serisinin önceki filmlerine göre daha az cinayet içeriyor. ancak türün vazgeçilemeyecek kan, gerilim gibi unsurları yine olması gereken dozajda ve tatmin edici. filmde kullanılan parçalar yine kulakları doyuracak cinsten. diamond head'den "am i evil", motörhead'den "the chase is better than the catch" kulağıma çalınanlar arasında. ayrıca ilk filmde küçük michael'ın ablasını deştikten sonra giren nazareth'ten dinleyebileceğim tek şarkı "love hurts" bu sefer de nan vernon'ın yorumuyla filmde yer alıyor.

bu, rob zombie'nin halloween serisindeki son filmiydi. üçüncü bir filmi çekmeyeceğini belirtmiş kendisi. ki, bu filmden sonra iyi bir karar sayılır. ilk iki filmi "house of 1000 corpses" ve "the devil's rejects"te captain spaulding, otis gibi harika karakterler yaratan zombie'nin yine kendi yarattığı karakterleri işlemesini tercih ederim.

"halloween ii", amerika'da ağustos ayında gösterilmişti. yurdum sinemalarına uğraması oldukça uzun bir zaman aldı. filmi önümüzdeki cuma (25 aralık) gösterime girecek. son olarak, gerek michael gerekse jason'ın geniş arazide kaçmakta olan avını eliyle koymuş gibi bulabilmesinde bu anne faktörünün etkisi var mıdır?