blur'dan konser albümü
sahnelere geri dönüş yapan blur bu hafta hyde park'ta vereceği konserlerden kayıt alıp bu kayıtları sevenlerine konser albümü olarak iade edecek. 2 ve 3 temmuz gecesi hyde park'ı şenlendirecek olan grup kayıtları sınırlı sayıda baskı yapıp cd olarak satışa sürecek. ayrıca grubun web sitesinden 10 pound bayılıp indirebiliyorsunuz. 2 cd'den oluşan formatta ise bu iki konserden fotoğraflar yer alacak.
yazan
Etiketler:
edinburgh film festivali sona erdi
avrupa'nın hatrı sayılır film festivallerinden olan ve 17 haziran'da başlayan edinburgh uluslararası film festivali önceki gün sonuçlandı. başkanlığını yönetmen joe wright'ın yaptığı jüride ayrıca film eleştirmeni claudia puig, aktris sacha horler, gazeteci yazar janet street-porter ve bu yıl frost/nixon'daki oyunuyla oscar adayı olan aktör frank langella vardı. "en iyi ingiliz filmi" ödülünü geçtiğimiz günlerde bahsettiğimiz david bowie'nin oğlu olan duncan jones'un filmi "moon" kucakladı. bilindiği üzere, ülkemizi festivalde "iki dil bir bavul" belgeseli ve semih kaplanoğlu'nun "süt" filmi temsil edilyordu. festivalde dağıtılan diğer ödüllerin sahipleri ise şu şekilde:
en iyi britanya filmi ödülü: "moon" - duncan jones
en iyi uluslararası film ödülü: "easier with practice" - kyle patrick alvarez
en iyi performans ödülü: katie jarvis - "fish tank"
izleyici ödülü: "the secret of kells" - tommy moore
en iyi belgesel: "boris ryzhy" - aliona van der host
en yetenekli yeni yönetmen ödülü: cary joji fukunaga - "sin nombre"
çürük domates ödülü: "humpday" - lynn shelton
en iyi britanya kısa filmi ödülü: "after tomorrow" - emma sullivan
en iyi uluslararası kısa film ödülü: "princess margaret blvd" - kazik radwanski
en iyi iskoç kısa belgeseli ödülü: "peter in radioland" - baillie gifford
mclaren ödülü: "photography of jesus" - laurie hill
yazan
Etiketler:
kötü tohumlardan taze haberler
şu sıralar yabancı basında gündemi iki mevzu oluşturuyor, ilki tahmin edilebileceği üzere michael jackson'ın ölümü. her kafadan bir ses çıkıyor ölüm şekliyle ilgili. müzisyenler de sidik yarıştırır gibi "şöyle severdik, böyle sayardık" muhabbetinde. bir diğer konuşulan mevzu ise ingilizlerin glastonbury festivali. sahneye çıkanlar şarkılarını m.j'ye adıyorlar. 28'inde kötü tohumlarla sahne alan nick cave ise herkesin aksine, farah fawcett'a adadı bu performansı.
kötü tohumlarla ilgili bir başka haber ise, yaz festivallerinde boy gösterecek gruba efsane punk gitaristlerinden ed kuepper'in eşlik ediyor oluşu. davulcu jim sclavunos ise kuepper'in gruba taze kan olarak girdiğini ve 14 stüdyo albümden oluşturdukları setliste gitarıyla yeni bir soluk getirdiğini buyurmuş.
yazan
Etiketler:
blindness (2008)
şu sıralarda yurdum sinemalarında gösterimde olan blindness'ın yönetmeni 22. istanbul film festivali'nde de gösterilen "cidade de deus" filmi ile "en iyi yönetmen ödülü" dalında oscar'a aday olmuş fernando meirelles. nobel ödüllü josé saramago'nun aynı isimli romanından don mckellar tarafından senaryolaştırılarak beyazperdeye uyarlanan filmin başrollerinde ise julianne moore, mark ruffalo, yusuke iseya, gael garcía bernal gibi isimler var. ayrıca film 2008 cannes film festivali'nin açılış filmi olarak gösterilmişti.
trafiğin oldukça yoğun olduğu bir şehirde, kırmızı ışıkta bekleyen bir adamın gözleri ağrımaya başlar ve aniden kör olur. trafiğin felç olmasıyla beraber herkes adama yardıma koşar ve içlerinden biri şoför koltuğuna oturarak adamı evine götüreceğini söyler. adam eve varıp karısını beklemeye koyulur. karısı eve geldikten sonra ona durumdan bahseder ve hemen bir göz doktoruna giderler. bildiğimiz körlerin aksine siyah değil de heryeri bembeyaz gördüğünü söyleyen adamın gözleri sağlıklıdır ve kör olması için hiçbir sebep yoktur. ne olduğunu anlayamayan doktor da ertesi gün uyandığında kör olmuştur ve bu körlüğün bulaşıcı olduğunu artık herkes anlamıştır.
karısının da kör olmaması için onu kendinden uzak tutmaya çalışan doktor özel bir ambulans ile evinden alınır ve karantina bölgesi olarak ilan edilen büyük bir binaya götürülür. kocasını yalnız bırakmamak için herkese kör olduğun söyleyen karısı ise gittikçe kalabalıklaşan yerde herkese yardım etmekten yorulmaya başlamıştır. mekan giderek kalabalıklaştığı için yiyecek paylaşımı konusunda büyük problemler çıkar. bunlar yaşanırken bir grup adam aralarında örgütlenir ve değerli eşyalar karşılığında yiyecek vereceklerini söyler.
gittikçe karışmaya başlayan ortamda kör olmayan tek kişi olan doktorun karısı, cinayetlerin de baş gösterimesi ile artık birşeyler yapmanın zamanının geldiğini düşünür. fakat o kadar kör insanın arasında bunu yapmak kolay olmayacaktır..
oyuncu performanslarının muhteşem olduğu film tam 2 saat boyunca izleyiciyi kendine bağlamayı başarmış. ben biraz "28 days later" ve "28 weeks later" kokusu aldım sanki filmde. bu yüzden bu filmleri seven, "blindness"ı da sever diye düşünüyorum. izlenmeli.
trafiğin oldukça yoğun olduğu bir şehirde, kırmızı ışıkta bekleyen bir adamın gözleri ağrımaya başlar ve aniden kör olur. trafiğin felç olmasıyla beraber herkes adama yardıma koşar ve içlerinden biri şoför koltuğuna oturarak adamı evine götüreceğini söyler. adam eve varıp karısını beklemeye koyulur. karısı eve geldikten sonra ona durumdan bahseder ve hemen bir göz doktoruna giderler. bildiğimiz körlerin aksine siyah değil de heryeri bembeyaz gördüğünü söyleyen adamın gözleri sağlıklıdır ve kör olması için hiçbir sebep yoktur. ne olduğunu anlayamayan doktor da ertesi gün uyandığında kör olmuştur ve bu körlüğün bulaşıcı olduğunu artık herkes anlamıştır.
karısının da kör olmaması için onu kendinden uzak tutmaya çalışan doktor özel bir ambulans ile evinden alınır ve karantina bölgesi olarak ilan edilen büyük bir binaya götürülür. kocasını yalnız bırakmamak için herkese kör olduğun söyleyen karısı ise gittikçe kalabalıklaşan yerde herkese yardım etmekten yorulmaya başlamıştır. mekan giderek kalabalıklaştığı için yiyecek paylaşımı konusunda büyük problemler çıkar. bunlar yaşanırken bir grup adam aralarında örgütlenir ve değerli eşyalar karşılığında yiyecek vereceklerini söyler.
gittikçe karışmaya başlayan ortamda kör olmayan tek kişi olan doktorun karısı, cinayetlerin de baş gösterimesi ile artık birşeyler yapmanın zamanının geldiğini düşünür. fakat o kadar kör insanın arasında bunu yapmak kolay olmayacaktır..
oyuncu performanslarının muhteşem olduğu film tam 2 saat boyunca izleyiciyi kendine bağlamayı başarmış. ben biraz "28 days later" ve "28 weeks later" kokusu aldım sanki filmde. bu yüzden bu filmleri seven, "blindness"ı da sever diye düşünüyorum. izlenmeli.
yazan
Etiketler:
süt (2008)
"yumurta" ile başlayan yusuf üçlemesi'nin ikinci filmi olan "süt" semih kaplanoğlu'nun senaryosunu yazdığı ve yönettiği bir film. başrollerinde başak köklükaya ile melih selçuk'un yer aldığı filmde ayrıca saadet ışıl aksoy da bulunuyor.
"yumurta"'da istanbul'da küçük bir sahaf işleten ve dünyası dükkanından ibaret olan yusuf'un annesinin ölüm haberini aldıktan sonra doğup büyüdüğü köye gidişini, birkaç günlüğüne geldiği bu yerden kopamayışını izlemiştik. hatta arada eski defterleri açıp, o dönem ilişkisi olduğu bir kadının varlığını öğrenmiş ancak şimdi o kadının evli ve çocuklu olduğunu anlamıştık. "süt"'ün "yumurta"'nın öncesini anlattığını öğrendiğimde ise bu filmde "yumurta"'da aralanan o defterin iyice açılacağını ve karıştırılacağını düşünmüştüm ki kaplanoğlu ters köşeye yatırdı beni. kaplanoğlu, "süt"'te yusuf'un karakterini oluşturan dönemi aktarmış bize.
annesinin hem analık hem de babalık görevini üstlendiği bir köy evinde yusuf askerlik çağına gelmiş, şiire ilgisi ve yeteneği olan bir delikanlıdır. arkadaş çevresi yok gibidir, köyün dışında kalan bir ören yerine beraber gittiği kız arkadaş adayıyla bile iletişim içerisine giremez. kendi dünyasında yaşamaktadır. hatta annesinin deyimiyle vaktini havaya toprağa bakmakla, kafasını kitaplara gömmekle geçirmektedir. annesi ise tek başına geçimini üstlendiği evin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaktadır, yusuf'tan kafasını kitaplardan kaldırmasını ister ve yazdığı şiirlerle evin geçimine katkı yapamayacağını dile getirir. köyün öğretmeninin yönlendirmesiyle bir şiir dergisinde eserini yayımlatan yusuf çok geçmeden annesinin söylediklerini dikkate alır ve sağdıkları sütü kasaba içerisinde satmaya başlar. bir zaman sonra annesinin tren istasyonunda çalışan memur ile girdiği gizli ilişkiyi farkeden yusuf'un evden kopuş süreci başlar.
öykü olarak "yumurta"'dan öncesini anlatan "süt" bunu zaman olarak bize yansıtmıyor. öyle ki ilk filmde, uzun yıllar sonra geldiği evinde yusuf'a yardımcı olan ayla rolünde izlediğimiz saadet ışıl aksoy'a bu filmde nasıl bir rol verildiğini düşünürken onu yusuf'un askerlik işlemleri için geldiği izmir'de bir kitapçıda karşılaştığı, şiir sevdalısı, üniversiteli bir kız olarak görüyoruz. ve böylece iki filmin zaman olarak birbirinden kopuk olduğunu anlıyoruz.
"süt", "yumurta"'ya göre seyri daha zor olan bir film olmuş. sabit kameralar, uzun tutulan sekanslar, oldukça az geçen diyaloglarla hayli içine kapanık bir film var karşımızda. sanki yusuf'un karakterini yansıtırmışçasına... aslında basit olan ancak içine girilmesi zor olan öykü ise süt ve yılan metaforları kullanılarak zenginleştirilmiş. semih kaplanoğlu'nun "yumurta"'dan sonra daha "sade" bir filmle vizyona girmesi ve vizyon başarısını ölçüt olarak almayıp kendi bildiğini okumaya devam edişi takdire şayan. şu sıralar kendisi üçlemeyi tamamlayacak ve anlam bütünlüğünü yakalamamızı sağlayacak "bal" ile uğraşıyor. sabırla bekliyoruz.
"yumurta"'da istanbul'da küçük bir sahaf işleten ve dünyası dükkanından ibaret olan yusuf'un annesinin ölüm haberini aldıktan sonra doğup büyüdüğü köye gidişini, birkaç günlüğüne geldiği bu yerden kopamayışını izlemiştik. hatta arada eski defterleri açıp, o dönem ilişkisi olduğu bir kadının varlığını öğrenmiş ancak şimdi o kadının evli ve çocuklu olduğunu anlamıştık. "süt"'ün "yumurta"'nın öncesini anlattığını öğrendiğimde ise bu filmde "yumurta"'da aralanan o defterin iyice açılacağını ve karıştırılacağını düşünmüştüm ki kaplanoğlu ters köşeye yatırdı beni. kaplanoğlu, "süt"'te yusuf'un karakterini oluşturan dönemi aktarmış bize.
annesinin hem analık hem de babalık görevini üstlendiği bir köy evinde yusuf askerlik çağına gelmiş, şiire ilgisi ve yeteneği olan bir delikanlıdır. arkadaş çevresi yok gibidir, köyün dışında kalan bir ören yerine beraber gittiği kız arkadaş adayıyla bile iletişim içerisine giremez. kendi dünyasında yaşamaktadır. hatta annesinin deyimiyle vaktini havaya toprağa bakmakla, kafasını kitaplara gömmekle geçirmektedir. annesi ise tek başına geçimini üstlendiği evin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaktadır, yusuf'tan kafasını kitaplardan kaldırmasını ister ve yazdığı şiirlerle evin geçimine katkı yapamayacağını dile getirir. köyün öğretmeninin yönlendirmesiyle bir şiir dergisinde eserini yayımlatan yusuf çok geçmeden annesinin söylediklerini dikkate alır ve sağdıkları sütü kasaba içerisinde satmaya başlar. bir zaman sonra annesinin tren istasyonunda çalışan memur ile girdiği gizli ilişkiyi farkeden yusuf'un evden kopuş süreci başlar.
öykü olarak "yumurta"'dan öncesini anlatan "süt" bunu zaman olarak bize yansıtmıyor. öyle ki ilk filmde, uzun yıllar sonra geldiği evinde yusuf'a yardımcı olan ayla rolünde izlediğimiz saadet ışıl aksoy'a bu filmde nasıl bir rol verildiğini düşünürken onu yusuf'un askerlik işlemleri için geldiği izmir'de bir kitapçıda karşılaştığı, şiir sevdalısı, üniversiteli bir kız olarak görüyoruz. ve böylece iki filmin zaman olarak birbirinden kopuk olduğunu anlıyoruz.
"süt", "yumurta"'ya göre seyri daha zor olan bir film olmuş. sabit kameralar, uzun tutulan sekanslar, oldukça az geçen diyaloglarla hayli içine kapanık bir film var karşımızda. sanki yusuf'un karakterini yansıtırmışçasına... aslında basit olan ancak içine girilmesi zor olan öykü ise süt ve yılan metaforları kullanılarak zenginleştirilmiş. semih kaplanoğlu'nun "yumurta"'dan sonra daha "sade" bir filmle vizyona girmesi ve vizyon başarısını ölçüt olarak almayıp kendi bildiğini okumaya devam edişi takdire şayan. şu sıralar kendisi üçlemeyi tamamlayacak ve anlam bütünlüğünü yakalamamızı sağlayacak "bal" ile uğraşıyor. sabırla bekliyoruz.
yazan
Etiketler:
yumurta (2007)
semih kaplanoğlu’nun “yusuf üçlemesi”nin ilk parçasını oluşturan filmidir. başrollerinde nejat işler ve saadet ışıl aksoy yer alıyor.
küçük bir kasabadan istanbul’a göçerek küçük hayat yaşan bir kitapçının doğduğu topraklara geri dönüşüne tanıklık ediyoruz filmde. ilk sahnelerde kitapçının sahip olduğu o küçük dükkan, adamın dünyasını resmektedir. istanbul gibi kozmopolit bir yerde kendisine ait olan, yatıp kalktığı bir dünya. öyle ki dışardan etkenler bile cezbetmiyor bu adamı. bunu da akşam dükkan kapanmadan önce gelen çekici hatuna olan ilgisiz davranışlarından görebiliriz.
annesinin ölüm haberiyle köyüne ziyarete gidiyor. yaşamayı istemediği bu topraklardan annesini gömdükten sonra hemen kaçıp kurtulmak istiyor. ama önce annesinin vasiyeti karşısına çıkıyor. bu son isteği ileriki bi’ zamana ertelemek istese de çeşitli aksilikler çıkıyor karşısına. ve evdeki kızla yakınlaşma başlıyor içten içe. ama bu yakınlaşma herhangi bir fiili harekete de dökülmüş değil. zamanla alışıyor buradaki hayatına zaten şehirdeki hayatında onu çeken bir yan, bekleyen bir şey de yoktur. dediğim gibi film bir yere bağlanmayıp seyirciyi, tabi ilgili olanları, ikinci filme davet ediyor.
(15 kasım 2008'de karaladığım yazıdan)
küçük bir kasabadan istanbul’a göçerek küçük hayat yaşan bir kitapçının doğduğu topraklara geri dönüşüne tanıklık ediyoruz filmde. ilk sahnelerde kitapçının sahip olduğu o küçük dükkan, adamın dünyasını resmektedir. istanbul gibi kozmopolit bir yerde kendisine ait olan, yatıp kalktığı bir dünya. öyle ki dışardan etkenler bile cezbetmiyor bu adamı. bunu da akşam dükkan kapanmadan önce gelen çekici hatuna olan ilgisiz davranışlarından görebiliriz.
annesinin ölüm haberiyle köyüne ziyarete gidiyor. yaşamayı istemediği bu topraklardan annesini gömdükten sonra hemen kaçıp kurtulmak istiyor. ama önce annesinin vasiyeti karşısına çıkıyor. bu son isteği ileriki bi’ zamana ertelemek istese de çeşitli aksilikler çıkıyor karşısına. ve evdeki kızla yakınlaşma başlıyor içten içe. ama bu yakınlaşma herhangi bir fiili harekete de dökülmüş değil. zamanla alışıyor buradaki hayatına zaten şehirdeki hayatında onu çeken bir yan, bekleyen bir şey de yoktur. dediğim gibi film bir yere bağlanmayıp seyirciyi, tabi ilgili olanları, ikinci filme davet ediyor.
(15 kasım 2008'de karaladığım yazıdan)
yazan
Etiketler:
ifsak'tan "kısa film belgeseli"
ifsak, 29 haziran 2009 pazartesi günü saat 19:30'da "türkiye'de kısa filmin tarihi" isimli bir belgesel gösterimi düzenleyecek ve gösterim ifsak binası'nda olacak. t.c. kültür ve turizm bakanlığı telif hakları ve sinema genel müdürlüğü'nün katkılarıyla hazırlanan 2007 yapım belgeselin yönetmenliğini hilmi etikan, yardımcı yönetmenliğini ise yıldız etikan üstleniyor. belgesel 1967 yılından 2006 yılına kadar geçen sürede gerçekleştirdiği kısa filmlerle adını duyurmuş önemli yönetmenlerin tanıklığında bir döneme ışık tutuyor.
belgesel de karşımıza çıkan isimler ise artun yeres, ahmet soner, veysel atayman, hilmi etikan, nur akalın, nuri bilge ceylan, belmin söylemez, ethem özgüven, yeşim ustaoğlu, ilker canikligil, ahmet sönmez, alin taşçıyan, mehmet açar, belma baş, mustafa altıoklar, oktay güzeloğlu, ahmet uluçay ve tan tolga demirci.
belgesel de karşımıza çıkan isimler ise artun yeres, ahmet soner, veysel atayman, hilmi etikan, nur akalın, nuri bilge ceylan, belmin söylemez, ethem özgüven, yeşim ustaoğlu, ilker canikligil, ahmet sönmez, alin taşçıyan, mehmet açar, belma baş, mustafa altıoklar, oktay güzeloğlu, ahmet uluçay ve tan tolga demirci.
yazan
Etiketler:
aronofsky'den gerilim filmi
"pi", "requiem for a dream", "the fontain" ve son olarak "the wrestler" filmlerinin yönetmenliğini yapan darren aronofsky'nin yeni projelerinden birisi de bir gerilim filmi. "black swan" adını taşıyan film şu an geliştirilme aşamasında. ufak ufak filmde kimlerin oynayacağı belli oluyor. bu isimlerden birisi de natalie portman. romantik filmlerden alışkın olduğumuz güzel yıldızı bu defa bir gerilim filminde izleyeceğiz. portman'ın başarılı bir balerini canlandırdığı filmin senaryosunu okuyanlar yapıtaşların "the others"'a benzediğini belirtmişler, merak uyandırmıyor değil. filmin vizyona girişi 2010'da olur.
yazan
Etiketler:
metropolis cnbc-e'de
cnbc-e'nin yarınki (26.06.2009 cuma, 22:00) "ustalara saygı kuşağı"nda rintaro'nun yönetmenliğini yaptığı metropolis gösterilecek. orjinal ismi "metoroporisu" olan anime filmin seslendirmelerini yuka imoto, kei kobayashi, kouki okada ve tarô ishida gibi isimler yapıyor. manga ve anime hayranları cuma akşamlarını değerlendirmek için izleyebilirler.
yazan
Etiketler:
true blood'dan soundtrack albüm
amerika'da izlenme rekorları kırdıktan sonra tüm dünyaya yayılan true blood dizisinin müzikleri albüm haline getirildi. charlaine harris'in kitap serisinden televizyona uyarlanan true blood'un soundtrack albümünün tracklisti şu şekilde:
01. bad things - jace everett
02. bleed 2 feed - c.c. adcock
03. lake charles - lucinda williams
04. give it up - lee dorsey
05. swampblood - th’ legendary shack*shakers
06. play with fire - cobra verde
07. just like heaven - the watson twins
08. christine's tune (a.k.a devil in disguise) - the flying burrito brothers
09. two - ryan adams
10. strange love - slim harpo
11. from a whisper to a scream - allen toussaint
12. i don't wanna know - dr. john
13. the golden state - john doe ft. kathleen edwards
14. bones - little big town
01. bad things - jace everett
02. bleed 2 feed - c.c. adcock
03. lake charles - lucinda williams
04. give it up - lee dorsey
05. swampblood - th’ legendary shack*shakers
06. play with fire - cobra verde
07. just like heaven - the watson twins
08. christine's tune (a.k.a devil in disguise) - the flying burrito brothers
09. two - ryan adams
10. strange love - slim harpo
11. from a whisper to a scream - allen toussaint
12. i don't wanna know - dr. john
13. the golden state - john doe ft. kathleen edwards
14. bones - little big town
yazan
Etiketler:
diario de una ninfómana (2008)
yarın (26 haziran 2009) "coming soon" ile beraber gösterime girecek bir başka film olan "diario de una ninfómana" daha vizyona girmeden tartışmalara yol açmıştı. filmin afişinde başrol oyuncusunun çıplak oluşu gözlere batmış ve münasip yerine hiçbir seksiliği olmayan, neredeyse paçalı dede donu sayılabilecek bir külot monte edilmişti. "bir nemfomanın günlüğü" olarak çevirilebilecek film adı "bir kadının seks günlüğü" olarak belirlenmiş. seks ihtiva eden filmin adında "seks" kelimesinin altını çizelim ki iyice dikkat çeksin. ama afişteki çıplak popoyu örtelim. ikiyüzlülük mü dediniz? ne alakası var canım. ayrıca afişin sadece ülkemizde sansür yemediğini eklemeliyim.
filmimiz valérie tasso'nun 2003 tarihli ilk romanından uyarlanmış. adaptasyonunu cuca canals'ın yaptığı öykü christian molina tarafından filme alınmış. başroldeki belén fabra'ya leonardo sbaraglia, llum barrera, angela molina, pedro gutiérrez eşlik ediyor.
bir nemfoman olan valére, 20'li yaşlarının sonunda olan, tahsilli, iki dil bilen, iş yerinde yönetici olarak çalışan ve tek başına hayat süren bir kadındır. bir haftasonunu, her akşam mutlaka konuştuğu, dertleştiği babaannesine ayırır. şehir dışında bir sayfiye yerinde yaşayan babaannesiyle seks konusunda öğütler alır. tüm yaşamını sadece kocasına adayarak geçiren yaşlı kadın ona hayatını dilediğince yaşamasını, ancak hata yapmayı önleyebilmek için ufak bir deftere erkeklerle ilgili notlar düşmesini ister ve filme ağırlığını koyacak olan şu sözü eder: "bir kadının işi gücü yoksa yapacağı 2 şey vardır: evlilik ve fahişelik. bence hiç fark yok aralarında".
15 yaşında ilk cinsel ilişkide bulunan ve o günden beri sekse hayatındaki kavramlar arasında öncelik veren valére babaannesinin tavsiyesi üzerine tuttuğu notları bir günlük haline getirir ve biz bunları izleriz. yaşlı kadının "günlük mü tutuyorsun" sorusuna "günlüğü yanlız insanlar tutar"
diyerek kendisini kandırır. halbuki daha önceden tanıdığı ve seks amaçlı beraber olduğu insanlar (bkz: fuckbuddy) ilişki sonrasında çekip gitmekte, valére ise az önce şehvet dolu dakikalar yaşadığı yatağında yalnız uykuya dalmakta ve yalnız uyanmaktadır. yine de yalnız olarak görmek istemez kendisini aynı işte çalıştığı yakın arkadaşının yalnızlığına çözüm üretmeye çalışır kendi halini düşünmeden.
yine beraber olduğu erkeklerden biri olan hasan'ın deyimiyle dizginlenemeyen bir kadın olan valére sert bir kayaya çarpar. çok sevdiği babaannesinin ölümünden sonra barselona'ya dönüp yeni iş arayışına girer ve iş görüşmelerinden birinde jaime'ye tutulur. o ana kadar erkeklere başka yönden ihtiyaç duyan valére, jaime'ye aşık olur. tozpembe bir tabloyla başlayan ilişki kapkaranlık bir şekilde biter, hayatından vazgeçme raddesine gelen valére yeni bir başlangıç yapıp, kendi içinden geldiği gibi bir yolculuğa çıkar, kendini bulmak adına.
insanlarla olan ilişkileri güzel başlayıp son derece kötü şekilde biten valére'nin iç dünyasında yolculuk ediyoruz film boyunca. nemfoman bir kadının yaşayabileceği zor zamanlar dram kılıfıyla bize sunuluyor ve seks de bu anlatıya bir araç oluyor. adından da belli olacağı gibi çıplaklık ve seks fazlasıyla yer kaplıyor filmde. ancak anlatımda herhangi bir rahatsız edici yanı yok bu unsurun. hatta başlarken melissa p.'nin "yatmadan önce 100 fırça darbesi" gibi bir şeyle karşılaşacağımı düşünürken film apayrı bir yöne sapıyor ve ortaya "hayat güzeldir" teması çıkıyor. eğer başka niyetle filmi izleyecekseniz boğulabilirsiniz içinde, sizin için winterbottom "9 songs"'u çekmiş, onu deneyin derim.
filmimiz valérie tasso'nun 2003 tarihli ilk romanından uyarlanmış. adaptasyonunu cuca canals'ın yaptığı öykü christian molina tarafından filme alınmış. başroldeki belén fabra'ya leonardo sbaraglia, llum barrera, angela molina, pedro gutiérrez eşlik ediyor.
bir nemfoman olan valére, 20'li yaşlarının sonunda olan, tahsilli, iki dil bilen, iş yerinde yönetici olarak çalışan ve tek başına hayat süren bir kadındır. bir haftasonunu, her akşam mutlaka konuştuğu, dertleştiği babaannesine ayırır. şehir dışında bir sayfiye yerinde yaşayan babaannesiyle seks konusunda öğütler alır. tüm yaşamını sadece kocasına adayarak geçiren yaşlı kadın ona hayatını dilediğince yaşamasını, ancak hata yapmayı önleyebilmek için ufak bir deftere erkeklerle ilgili notlar düşmesini ister ve filme ağırlığını koyacak olan şu sözü eder: "bir kadının işi gücü yoksa yapacağı 2 şey vardır: evlilik ve fahişelik. bence hiç fark yok aralarında".
15 yaşında ilk cinsel ilişkide bulunan ve o günden beri sekse hayatındaki kavramlar arasında öncelik veren valére babaannesinin tavsiyesi üzerine tuttuğu notları bir günlük haline getirir ve biz bunları izleriz. yaşlı kadının "günlük mü tutuyorsun" sorusuna "günlüğü yanlız insanlar tutar"
diyerek kendisini kandırır. halbuki daha önceden tanıdığı ve seks amaçlı beraber olduğu insanlar (bkz: fuckbuddy) ilişki sonrasında çekip gitmekte, valére ise az önce şehvet dolu dakikalar yaşadığı yatağında yalnız uykuya dalmakta ve yalnız uyanmaktadır. yine de yalnız olarak görmek istemez kendisini aynı işte çalıştığı yakın arkadaşının yalnızlığına çözüm üretmeye çalışır kendi halini düşünmeden.
yine beraber olduğu erkeklerden biri olan hasan'ın deyimiyle dizginlenemeyen bir kadın olan valére sert bir kayaya çarpar. çok sevdiği babaannesinin ölümünden sonra barselona'ya dönüp yeni iş arayışına girer ve iş görüşmelerinden birinde jaime'ye tutulur. o ana kadar erkeklere başka yönden ihtiyaç duyan valére, jaime'ye aşık olur. tozpembe bir tabloyla başlayan ilişki kapkaranlık bir şekilde biter, hayatından vazgeçme raddesine gelen valére yeni bir başlangıç yapıp, kendi içinden geldiği gibi bir yolculuğa çıkar, kendini bulmak adına.
insanlarla olan ilişkileri güzel başlayıp son derece kötü şekilde biten valére'nin iç dünyasında yolculuk ediyoruz film boyunca. nemfoman bir kadının yaşayabileceği zor zamanlar dram kılıfıyla bize sunuluyor ve seks de bu anlatıya bir araç oluyor. adından da belli olacağı gibi çıplaklık ve seks fazlasıyla yer kaplıyor filmde. ancak anlatımda herhangi bir rahatsız edici yanı yok bu unsurun. hatta başlarken melissa p.'nin "yatmadan önce 100 fırça darbesi" gibi bir şeyle karşılaşacağımı düşünürken film apayrı bir yöne sapıyor ve ortaya "hayat güzeldir" teması çıkıyor. eğer başka niyetle filmi izleyecekseniz boğulabilirsiniz içinde, sizin için winterbottom "9 songs"'u çekmiş, onu deneyin derim.
yazan
Etiketler:
shadows and fog (1991)
woody allen'ın yazıp yönettiği ve başrolünde yer aldığı filmde ona eşlik eden isimler mia farrow, john malkovich, madonna, kathy bates, david ogden stiers, jodie foster ve john cusack. ismine de uygun olarak siyah-beyaz bir film olan shadows and fog, gerek oyuncu kadrosundaki zenginlik ile gerekse bazen güldüren bazen düşündüren diyalogları ile oldukça eğlenceli bir film.
kleinman, en derin uykusundayken çete üyesi birkaç adam tarafından uyandırılıp "sisli gecelerde cinayet işleyen bir katilin yakalanması" görevine katılması istenen korkak bir adamdır. işin kötü yanı hem gecedir, hemde dışarıda öyle bir sis vardır ki göz gözü görmez. hazırlanıp dışarıya çıktığında kimsenin olmadığını gören kleinman, eve geri dönmek ister fakat adamların onu sağ bırakmayacaklarını bildiği için umutsuz bir şekilde görevinin ne olduğunu öğrenmek ve yardım etmek için sisli ve karanlık sokaklara doğru yol alır...
irmy ise şehrin yakınlarında kurulan bir sirkte kılıç yutuculuğu yapan güzel bir kadındır. sirkte palyaçoluk yapan sevgilisi clown'la bebek sahibi olmak ister ama clown aile unsurunun sanatını kötü etkileyeceğini düşündüğü için bu fikre pek sıcak bakmaz. bebek tartışması sürerken clown, bir konu hakkında konuşmak için sirkin sahibi olan patronunun yanına gider. irmy onu takip eder ve sirkte çalışan trapezci marie ile kırıştırırken yakalar. gördükleri karşısında çılgına dönen irmy, eşyalarını toparlar ve sirki terkeder. sisli sokaklarda yürürken bir kadınla karşılaşır. yatacak yeri olmayan irmy, kendisini evine davet eden kadını geri çevirmez ve birlikte "genelev"e doğru yol alırlar.
tüm bunlar yaşanırken katil yine yapacağını yapmış ve kleinman'ın aynı gece bir içki içmek için yanına uğradığı doktoru öldürmüştür. olay mahalinde inceleme yapan polisler boş ve üzerinde bol parmak izi bulunan kadehi de incelemeye almışlardır. kadehi gören kleinman polislere çaktırmadan onu ordan araklamıştır. bu sırada irmy de geneleve yapılan baskın sonucunda fahişe zannedilip karakola getirilmiştir.
karakoldan çıktıktan sonra irmy ve kleinman korktukları için birlikte yürümek isterler. ikisi de ne yapacağından habersiz yürürken kleinman çete üyelerinin kendi aralarında da bölündüğünü öğrenir. iyice kafası karışan kleinman, hiçbir suç işlemediği halde katil konumuna düşmüştür ve olacaklardan habersiz görevini öğrenmeye çalışmaktadır...
woody allen bu filmde franz kafka'nın 1925 yılında yayımlanan ve 1962 yılında orson welles tarafından beyazperdeye uyarlanan romanı "dava"dan esinlenmiş. filmi izlemediğim için yorum yapmayacağım fakat en kısa zamanda izleyip yazacağım. karanlık atmosferi ve siyah-beyaz görüntüleriyle biraz iç karartıcı olsa da, oldukça eğlenceli bir film olmuş "shadows and fog". güzel bir yaz akşamı değil de, sıkıcı bir kış günü izlenebilir.
kleinman, en derin uykusundayken çete üyesi birkaç adam tarafından uyandırılıp "sisli gecelerde cinayet işleyen bir katilin yakalanması" görevine katılması istenen korkak bir adamdır. işin kötü yanı hem gecedir, hemde dışarıda öyle bir sis vardır ki göz gözü görmez. hazırlanıp dışarıya çıktığında kimsenin olmadığını gören kleinman, eve geri dönmek ister fakat adamların onu sağ bırakmayacaklarını bildiği için umutsuz bir şekilde görevinin ne olduğunu öğrenmek ve yardım etmek için sisli ve karanlık sokaklara doğru yol alır...
irmy ise şehrin yakınlarında kurulan bir sirkte kılıç yutuculuğu yapan güzel bir kadındır. sirkte palyaçoluk yapan sevgilisi clown'la bebek sahibi olmak ister ama clown aile unsurunun sanatını kötü etkileyeceğini düşündüğü için bu fikre pek sıcak bakmaz. bebek tartışması sürerken clown, bir konu hakkında konuşmak için sirkin sahibi olan patronunun yanına gider. irmy onu takip eder ve sirkte çalışan trapezci marie ile kırıştırırken yakalar. gördükleri karşısında çılgına dönen irmy, eşyalarını toparlar ve sirki terkeder. sisli sokaklarda yürürken bir kadınla karşılaşır. yatacak yeri olmayan irmy, kendisini evine davet eden kadını geri çevirmez ve birlikte "genelev"e doğru yol alırlar.
tüm bunlar yaşanırken katil yine yapacağını yapmış ve kleinman'ın aynı gece bir içki içmek için yanına uğradığı doktoru öldürmüştür. olay mahalinde inceleme yapan polisler boş ve üzerinde bol parmak izi bulunan kadehi de incelemeye almışlardır. kadehi gören kleinman polislere çaktırmadan onu ordan araklamıştır. bu sırada irmy de geneleve yapılan baskın sonucunda fahişe zannedilip karakola getirilmiştir.
karakoldan çıktıktan sonra irmy ve kleinman korktukları için birlikte yürümek isterler. ikisi de ne yapacağından habersiz yürürken kleinman çete üyelerinin kendi aralarında da bölündüğünü öğrenir. iyice kafası karışan kleinman, hiçbir suç işlemediği halde katil konumuna düşmüştür ve olacaklardan habersiz görevini öğrenmeye çalışmaktadır...
woody allen bu filmde franz kafka'nın 1925 yılında yayımlanan ve 1962 yılında orson welles tarafından beyazperdeye uyarlanan romanı "dava"dan esinlenmiş. filmi izlemediğim için yorum yapmayacağım fakat en kısa zamanda izleyip yazacağım. karanlık atmosferi ve siyah-beyaz görüntüleriyle biraz iç karartıcı olsa da, oldukça eğlenceli bir film olmuş "shadows and fog". güzel bir yaz akşamı değil de, sıkıcı bir kış günü izlenebilir.
yazan
Etiketler:
balkan soundz festival
festival sezonu çoktan açıldı ve ardı ardına festivaller gerçekleşiyor. bu haftasonu izmir'de rock-a var bilindiği üzere. yarın başlayacak festival pazar günü sona erecek. millet denize girip, güneşlenirken ben 2 gün boyunca kpss'de bir sınavdan diğerine koşuyor olacağım.
pazar günü gerçekleşecek bir diğer festival ise istanbul'da olacak. balkan müziğini konsept olarak belleyen festivalin konukları boban markovich orkestar, firewater, deladap!, selim sesler ve kolektif istanbul. ayrıca ingiltere'den dj fourty thieves ve zil zurna ekibi yer alıyor. bir nev-i ikinci hıdrellez şenliği yaşatacaklar gelenlere. maçka küçükçiftlik park'ta gerçekleşecek etkinliğin başlama saati 14:00. biletlerine ise buradan ulaşabilirsiniz.
yazan
Etiketler:
coming soon (2008)
izlediğiniz korku filmlerinin esas karakteriyle gerçek hayatta karşılaşsanız ne yapardınız? mesela odanızda karanlıkta otururken şimşek çaktığında camda michael myers'ın yansımasını görseniz veya akşam vakti pencereden dışarıya bakarken bir anda jason voorhees sizi aşağıya çekse? yarın (26 haziran 2009) sinemalarda vizyona girecek olan "coming soon" bize bu temayı sunuyor.
daha önce amerikalılar tarafından yeniden çevrimi yapılan "shutter" ve çok yakında gösterime girecek olan "alone" filmlerinin senaryolarını yazan sopon sukdapisit bu sefer yazdığı senaryoyu kendi filme almış. ve "coming soon" kendisinin çektiği ilk uzun metraj film olmuş.
filmin konusuna gelince; iki yakın arkadaş sinemada çalışmaktadır. vizyona girecek olan filmleri kameraya çekip korsan film sektörüne hizmet etmekte ve bu yolla gelirini arttırmaktadır. yakında gösterime girecek olan "kötü ruh" ("evil dead" ile alakası yok) filminin iyi bir gişe yapması beklenmektedir ve bu beklenti de bir yandan korsan pazarındaki esas adamların iştahını kabartmaktadır. bu bahsi geçen iki arkadaştan peoll, filmin çekimini yaptığı esnada esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. filmin çekimini handycam'den izleyen diğer arkadaş chen, peoll'un filmde kurbanlarının kör edip, onları öldüren jason voorhees kılıklı kadın shomba tarafından öldürüldüğünü görür ve arkadaşının cesedine izlediği filmdeki bir sahnede rastlar. ardından shomba tarafından rahatsız edilmeye başlar ve korku dolu günler geçirir. (bu arada yazıya girerken myers ve voorhees'den bahsetmem boş değil, filmin açılış sahnesinde hem jason'ı fazlasıyla andıran kadın hem de ondan kaçmaya çalışan kurbanın saklandığı dolabın laurie strode'un michael'den kaçarken saklandığı elbise dolabının tıpkısının aynısı oluşu acep sukdapisit slasher aleminin korku salan iki filmine selam mı çakıyor diye düşündürüyor)
filmde shomba'nın asılışına tanık olanların onun tarafından öldürüleceği fikrine kapılan chen, eski kız arkadaşının da yardımıyla olayı araştırmaya koyulur. shomba'nın hayaleti tarafından sürekli rahatsız edilen chen'i bir de bu filmin vizyona girmeden önce çekilmesini isteyen korsan sektörün fedaileri sıkıştırır. tüm olumsuzluklara rağmen araştırmacı ruhundan ödün vermeyen bu iki eski sevgili hiç beklemedikleri bir gerçekle karşı karşıya gelir.
esrarengiz olaylardan beslenen ve bu kaynağı kullanmaktan vazgeçmeyen uzak doğu korku sinemasının yeni bir örneğiyle karşı karşıyayız. daha önce pek tutulan "ringu" (halka) filmindeki gibi izleyenin ölümüne neden olan film vakasına "coming soon"'da da rastlıyoruz. ancak ana karakter chen'in psikolojik rahatsızlığından ötürü ilaç bağımlısı oluşunun yaşadığı korku dolu dakikalarda etkisi olup olmadığını tam olarak kestiremiyoruz. filmde oynayan ve shomba'nın asıldığı sahneye tanık olan oyuncuların ortadan kaybolması filmin sunduğu tezi desteklese de bu mesele biraz havada kalıyor gibi.
bir iki sahne dışında görsel efektleri başarılı sayılabilecek "coming soon"'un belli bir bölümü (özellikle final) sinema salonunda geçtiğinden, film bitip ışıklar yandığında filmdeki kasvet ortamıyla karşı karşıya kalıp kendinizi filmin içerisinde bulabilirsiniz. bu da film boyunca izleyiciye sunulan gerçek ile sanal arasındaki karmaşaya hoş bir ayrıntı oluşturuyor.
daha önce amerikalılar tarafından yeniden çevrimi yapılan "shutter" ve çok yakında gösterime girecek olan "alone" filmlerinin senaryolarını yazan sopon sukdapisit bu sefer yazdığı senaryoyu kendi filme almış. ve "coming soon" kendisinin çektiği ilk uzun metraj film olmuş.
filmin konusuna gelince; iki yakın arkadaş sinemada çalışmaktadır. vizyona girecek olan filmleri kameraya çekip korsan film sektörüne hizmet etmekte ve bu yolla gelirini arttırmaktadır. yakında gösterime girecek olan "kötü ruh" ("evil dead" ile alakası yok) filminin iyi bir gişe yapması beklenmektedir ve bu beklenti de bir yandan korsan pazarındaki esas adamların iştahını kabartmaktadır. bu bahsi geçen iki arkadaştan peoll, filmin çekimini yaptığı esnada esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. filmin çekimini handycam'den izleyen diğer arkadaş chen, peoll'un filmde kurbanlarının kör edip, onları öldüren jason voorhees kılıklı kadın shomba tarafından öldürüldüğünü görür ve arkadaşının cesedine izlediği filmdeki bir sahnede rastlar. ardından shomba tarafından rahatsız edilmeye başlar ve korku dolu günler geçirir. (bu arada yazıya girerken myers ve voorhees'den bahsetmem boş değil, filmin açılış sahnesinde hem jason'ı fazlasıyla andıran kadın hem de ondan kaçmaya çalışan kurbanın saklandığı dolabın laurie strode'un michael'den kaçarken saklandığı elbise dolabının tıpkısının aynısı oluşu acep sukdapisit slasher aleminin korku salan iki filmine selam mı çakıyor diye düşündürüyor)
filmde shomba'nın asılışına tanık olanların onun tarafından öldürüleceği fikrine kapılan chen, eski kız arkadaşının da yardımıyla olayı araştırmaya koyulur. shomba'nın hayaleti tarafından sürekli rahatsız edilen chen'i bir de bu filmin vizyona girmeden önce çekilmesini isteyen korsan sektörün fedaileri sıkıştırır. tüm olumsuzluklara rağmen araştırmacı ruhundan ödün vermeyen bu iki eski sevgili hiç beklemedikleri bir gerçekle karşı karşıya gelir.
esrarengiz olaylardan beslenen ve bu kaynağı kullanmaktan vazgeçmeyen uzak doğu korku sinemasının yeni bir örneğiyle karşı karşıyayız. daha önce pek tutulan "ringu" (halka) filmindeki gibi izleyenin ölümüne neden olan film vakasına "coming soon"'da da rastlıyoruz. ancak ana karakter chen'in psikolojik rahatsızlığından ötürü ilaç bağımlısı oluşunun yaşadığı korku dolu dakikalarda etkisi olup olmadığını tam olarak kestiremiyoruz. filmde oynayan ve shomba'nın asıldığı sahneye tanık olan oyuncuların ortadan kaybolması filmin sunduğu tezi desteklese de bu mesele biraz havada kalıyor gibi.
bir iki sahne dışında görsel efektleri başarılı sayılabilecek "coming soon"'un belli bir bölümü (özellikle final) sinema salonunda geçtiğinden, film bitip ışıklar yandığında filmdeki kasvet ortamıyla karşı karşıya kalıp kendinizi filmin içerisinde bulabilirsiniz. bu da film boyunca izleyiciye sunulan gerçek ile sanal arasındaki karmaşaya hoş bir ayrıntı oluşturuyor.
yazan
Etiketler:
deftones tekrar stüdyoda
yeni albüm "eros"'un kayıtları sürerken basçıları chi cheng'in trafik kazası geçirmiş ve bir süre komada kalmıştı bilindiği üzere. daha sonra cheng komadan çıkıp, sağlığına kavuşmuş grup da kayıtlara kaldığı yerden devam etmişti. artık kayıtlar tamamlanmış, albüm çıkar diye düşünürken grup kayıtları yeterince iyi bulmadı ve tekrar stüdyoya girme kararı aldı. albümde yer alacak şarkılar sil baştan kaydedilecek.
yazan
Etiketler:
one love'dan esintiler
gitmedik ama gidenlerden duyduk, tıklım tıklımmış. geçtiğimiz sene bile santralistanbul felaket kalabalıkken bu sene daha da fazla kalabalık varmış. çalanlar sahnede, dinleyenler çimlerde bir başka eğlenmişler. alkol su gibi akmış. bize de mail kutumuza düşen fotolardan nasiplenmek kaldı.yazan
Etiketler:
facebook'un sinema filmi çekilecek!
film haline getirilen blog sitelerinin ardından, sıra şimdi de facebook'a geldi. tüm dünyada adeta bir virüs gibi artan "facebook hastalığı"nın sinema filmi için seven, fight club, panic room, zodiac ve the curious case of benjamin button gibi filmlerin usta yönetmeni david fincher'la görüşülüyor. the social network isminin verileceği proje, facebook'un çıktığı günden bu yana gerçekleşen olayları anlatacak. hadi bakalım.
yazan
Etiketler:
editors randevuyu verdi
ay başında yeni albüm çıkaracağının haberini verdiğimiz editors, "in this light and on this evening" adını verdiği yeni albümünün çıkış tarihini 21 eylül olarak belirledi. grubun frontmani tom smith, yeni albümlerinde fazlasıyla londra'dan etkilendiklerini ve her şarkıda bu etkilerin hissedilebileceğini belirtmiş.
yazan
Etiketler:
beastie boys'tan detaylar
geçtiğimiz ay yeni albümü hakkında bilgi verdiğimiz grup bu sefer de yeni albümünün şarkı listesini açıkladı. 15 eylül'de satışa çıkacak olan ve "hot sauce committee part 1" adını verdikleri albümün şarkı listesi şu şekilde:
‘tadlock's glasses’
‘b-boys in the cut’
‘make some noise’
‘nonstop disco powerpack’
‘ok’
‘too many rappers’ (featuring nas)
‘ say it’
‘the bill harper collection’
‘don't play no game that i can't win’ (featuring santigold)
‘long burn the fire’
‘bundt cake’
‘funky donkey’
‘lee majors come again’
‘multilateral nuclear disarmament’
‘pop your balloon’
‘crazy ass shit’
‘here's a little something for ya’
yazan
Etiketler:
"tetro" gösterime giriyor
francis ford coppola'nın son icraatı "tetro" bu cuma itibarıyla gösterime giriyor. bizim memlekete ise sonbahardan önce uğramaz tahminim. filmimiz italyan göçmeni olan ve arjantin'de yaşayan bir ailenin sanatla ilgilenen iki oğlu arasındaki ilişkiyi konu alıyor. bağımsız amerikan sinemasının en iyi oyuncularından (salt oyuncu olarak göstermek de yanlış olur kendisini, müzisyen, senarist, yönetmen hatta jigolo) vincent gallo'nun başrolünde oynadığı filmde ayrıca maribel verdú, alden ehrenreich, klaus maria brandauer, carmen maura rol alıyor.
yazan
Etiketler:
placebo konseri yarına ertelendi
bu akşam saat 21'de kuruçeşme arena'da gerçekleşecek olan konser yarın aynı saate ertelendi. ertelenme nedeni ise placebo'nun ekipmanını taşıyan tırın bulgar gümrüğüne takılı kalmış olması. bulgar polisinin sakalları çok mu uzamış nedir, geçiş izni verilmemiş. olan konser yerine saatler öncesinden gidip önlerde yer kapmak isteyen seyirciye olmuştur.
güncelleme:
biletix'ten gelen habere göre, eğer yarın konsere katılamıyorsanız biletlerinizi biletix'e iade edip bilet paranızı alabiliyorsunuz. eğer biletinizi teslim aldıysanız (yani bileti bastırdıysanız) herhangi bir biletix gişesinden iade işlemi yapılabilmekte, eğer bileti teslim almadıysanız (0216) 556 98 00 nolu telefondan iade talebinizi yapabiliyorsunuz.
güncelleme:
biletix'ten gelen habere göre, eğer yarın konsere katılamıyorsanız biletlerinizi biletix'e iade edip bilet paranızı alabiliyorsunuz. eğer biletinizi teslim aldıysanız (yani bileti bastırdıysanız) herhangi bir biletix gişesinden iade işlemi yapılabilmekte, eğer bileti teslim almadıysanız (0216) 556 98 00 nolu telefondan iade talebinizi yapabiliyorsunuz.
yazan
Etiketler:
the last house on the left (1972) (2009)
iki film bir arada"soldaki son ev" adı altında geçtiğimiz cuma günü vizyona giren film doğal olarak hala yurdum sinemalarında gösteriyor. amerikan sineması'nın son dönemdeki remake / yeniden çevrim furyasından nasibini alan filmin orijinali 1972'de wes craven tarafından çekilmişti. craven'ın filmografisinde ilk film olma özelliğini taşıyan "the last house on the left", ait olduğu dönemin sinemasında şiddet öğeleri hayli içeren hatta dozajın fazla kaçmasından dolayı ingiltere'de yasaklanmış birçok ülkede de sansürlenip gösterime girmişti. istismar sineması'nın hatrı sayılır örneklerinden biri olan "soldaki son ev" de aslında bir filmi temel almış. ingmar bergman'ın 1960 tarihli "jungfrukällan" / "the virgin spring"'den yola çıkarak wes craven senaryoyu kendi ellerinde yoğurmuş ve ortaya kendi ürününü çıkarmıştı. yeniden çevrim olan filmin senaryosu ise carl ellsworth ve adam alleca tarafından yeniden şekillendirilmiş, aslına çok fazla bağlı kalmayan senaryo dennis iliadis tarafından filme alınmış.
ilk olarak 1972 tarihli olan filmden bahsedeyim. dağlık bölgede göl kenarında bir evde oturan collingwood ailesi, adeta john waters filmlerinden fırlamış gibi birbirleriyle absürd diyaloglarıyla tipik bir orta üstü amerikan ailesidir. ailenin genç kızı mari rock müzik tutkunudur ve sevdiği gruplardan olan bloodlust'ın şehir merkezinde konseri vardır. konsere arkadaşı sadie ile beraber gitme konusunda izni ailesinden zor kopartır. bu zorluğu yaratan kısım ise ebeveynlerinin sadie'den pek hoşlanmamaları ve konserin şehrin varoş diye tabir edebileceğimiz tarafında yapılacak olmasıdır. mari, babasının arabasına atlayıp şehre iner ve sadie ile buluşur. önce biraz fundalık alanda, tarantino'nun "death proof"'unda bolca atıfta bulunduğu 70'lerin içi boş film diyalogları tadında, muhabbet ederler. daha sonra konser verilecek alanın etrafında esrar bulmak için arayışa geçerler.
mari tarafında olaylar bu yönde gelişirken bir yanda da iki azılı suçlu hapisten firar etmiş ve şehirde bir otelde saklanmaktadır. adları krug ve weasel (gelincik) olan bu iki suçluya krug'un metresi phyllis ve oğlu junior eşlik etmektedir. hapis ortamında kadın etine susamış olan krug ve weasel, phyllis ile beraber olmak ister ancak phyllis kendilerine eşlik edecek kızların bulunmasını ister. krug ise bu görev için farklı! bir şekilde yetiştirdiği ve adeta kölesi olması için uyuşturucu bağımlısı yaptığı, haliyle de hayli ezik bir karakter olan junior'u görevlendirir. tahmin edebileceğiniz gibi, sokaklarda esrar peşinde iz süren mari ve sadie junior'a denk gelir. junior'un onları uyuşturucu bahanesiyle otel odasına getirmesiyle tüm gece boyunca sürecek olan macera başlar.
önce otel odasında krug, weasel ve phyllis'in her türlü şiddet ve tacizine maruz kalan genç kızlar daha sonra arabaya bindirilerek dağlık alana götürülür. getirildikleri bu yer mari'nin ailesiyle beraber yaşadığı evin oldukça yakınındadır. bu yakınlığı bir umut olarak gören mari'nin çok geçmeden umutları kararır. gece boyunca şiddete kalırlar. ertesi sabah kızlarla işlerini bitiren çete mari'nin evine uğradığında ise durum bambaşka bir hal alır. mari'nin annesinin kızlarının bu çete tarafından öldürüldüğünü farketmesiyle çete üyelerini zor dakikalar bekler.
özellikle ormanlık alanda krug, weasel ve phyllis tarafından mari ve sadie'nin tecavüze uğrama, zorla altlarına işetilme, zevk uğruna kesilip biçilme sahneleriyle istismar sinemasından örnekler sunan film, çete üyelerinin mari'nin evine girişiyle beraber av-avcı ilişkisinin tersine dönüşünü de işliyor. sıradan hayatlar yaşayan anne ile babanın gözünün bir anda kan bürümesiyle farklı! şeyler yapmaya başlarlar ve kızlarının ölümüne neden olan bu çeteyi kendi yöntemleriyle haklarlar.
film boyunca azılı katillerin peşinde olan polisleri fazlasıyla karikatürize ederek işleyen wes craven, polis teşkilatına sevgi ve eleştirilerini yollamayı eksik etmiyor. alt metinde barınan bir başka mevzu ise sınıflar arası çatışmaya ait. çetenin, collingwood'ların evinde konakladığı gece üst tabakaya sarfettiği sözlerden bu çıkarımı rahatça yapabiliriz.
neresinden tutulursa tutulsun dolu dolu bir orijinal filmden sonra yeniden çevrimine göz attığımızda öyküde kullanılan şablonlarda sadece temel hatlar ortak. normalde şehirde yaşayan ancak haftasonları göl kenarında her türlü imkanın bulunduğu evlerine gelen collingwood ailesi 1 yıl önce erkek evlatlarını yitirmenin üzüntüsünü henüz içinden atamamıştır. ailenin 17 yaşındaki kızı mari iyi bir yüzücüdür (ki bu ayrıntının nerede kullanılacağı bellidir). mari, doğumgününde evin yakınında olan kasabaya inip arkadaşı sadie ile takılmak ister. annesinden akşam evde olma şartıyla izni koparan mari, babasının arabasına atlayıp şehre iner. sadie'nin çalıştığı dükkandan sigara satın almak isteyen justin (orijinalindeki adıyla junior, karışıklık olmasın) kızlara elinde kaliteli esrar olduğunu söyler ve otel odasına çağırır. otel odasında esrar içip eğlenen gençleri krug, weasel ve phyllis basar. iki genç kızın artık kendilerini gördüğünden mekanı terkemelerini izin vermeyen krug ve tayfası kızlarla beraber justin üzerinde baskı ve şiddet uygulamaya başlar.
ormanlık arazide kızlara orijinalindeki gibi gaddarca bir şiddet uygulanmıyor. veya beni böyle düşüntüren, sinemada şiddet unsurunun son yıllarda fazlasıyla kullanılıp, içselleştirilmesi midir bilemiyorum ("irréversible"'ı izledikten sonra buradaki tecavüz sahnesi bile rahatsız edici gelmedi, ki o doku bile yakalanamamış). ancak şu var, 72 tarihli olan "the last house on the left"'i kültleştiren esas bu sahnelerdir. yönetmen dennis iliadis, bu kısımlardaki istismar öğelerini teğet geçip veya geçiştirip daha çok collingwood'ların evinde yaşanan olayları işlemiş. ilk filmde olduğu gibi krug ve tayfasının üst sınıfa olan sövmelerine de yer verilmiş, bunu beklemiyordum gerçekten. polis mevzusu ise tamamen pas geçilmiş, polis kelimesi bile neredeyse geçmiyor filmde.
sonuç olarak "the last house on the left", remake furyasının çoğu örneğinde olduğu gibi içi boşaltılmış bir şekilde bize sunuluyor. wes craven'ın filmi bir kült olarak anılırken, bu kopya ise günümüz sinemasının sıradan şiddet filmlerinin herhangi bir örneği olarak hatırlanacak.
yazan
Etiketler:
diario de una ninfómana'ya sansür
bu hafta vizyona girecek olan "diario de una ninfómana (bir kadının seks günlüğü)" filminin afişi, pek de yabancı olmadığımız bir durumla fotoşoplanarak değiştirildi. yorumu sizlere bırakıyorum, işte filmin orjinal afişi ve bizim sinemalarımızda kullanılacak olan afişi:
yazan
Etiketler:
baba ve oğuldan ortak proje
david bowie'nin yönetmen olan oğlu duncan jones geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada yakın gelecekte babasıyla beraber bir film projesinde buluşacaklarını belirtti. jones'un, kendi yazdığı öyküden yola çıkarak çektiği, ilk filmi "moon" gelecek ay vizyona girecek. filmde sam rockwell, kevin spacey rol alan isimler arasında...
yazan
Etiketler:
diaz, walk of fame'de
romantik komedi filmlerin vazgeçilmez oyuncularından cameron diaz, walk of fame'de yıldız sahibi oldu. hollywood bulvarındaki mısır tiyatrosu'nun önünde gerçekleşen törene cameron diaz'ın ailesi ve aktör tom cruise ile eşi katie holmes katıldı.
yazan
Etiketler:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)