vita è bella, la (1997)
roberto benigni'nin yönetmenliğini ve başrol oyunculuğunu yaptığı, vincenzo cerami ile birlikte de senaryosunu yazdığı 1997 çekim film, 8.3 rating ile imdb top 250 sıralamasında 87. sırada yer almaktadır. benigni'nin yanında başrollerde nicoletta braschi, giosué orefice, giustino durano ve lidia alfonsi vardır. 1999 yılında toplam 7 dalda oscara aday gösterilen film, "en iyi yabancı film", "en iyi erkek oyuncu" ve "en iyi müzik" dallarında kazanan olmuştu. gönül isterdi ki "en iyi film" ödülünü de alsın, fakat amerikanın kendi filmine ödül verme teorisi yine kendini gösterdi. dileğimiz, bu sene de "slumdog millionaire" için aynı şey olmasın.
1939 yılından güzel bir bahar günüyle başlıyor film. sürekli sırıtan, etrafa neşe saçan adamımız guido'nun (roberto benigni) güzel bir bayana aşık olmasıyla olaylar zinciri boy göstermeye başlıyor. dora isimli bu güzel bayanında guido'ya karşı boş olmadığını anladıktan sonra zaten birlikte olacakları ihtimalini tahmin edebiliyoruz, ki film burada ikiye ayrılıyor.
dora başka biriyle evlenmeden hemen önce guido onu kaçırıyor ve tam o gün, doğacak olan çocukları giorgio'nun tohumları atılmaya başlanıyor. aradan bir kaç sene geçtikten sonra güzel bir akşam yemeği için hazırlıklar yapılırken dora annesini almaya gidiyor. fakat geri döndüğünde ne kocasını, ne de oğlu giorgio'yu buluyor.
filmin dram yüklü 2. yarısı buradan sonra başlıyor. yahudi soykırımı mağdurları guido ve oğlunu, dora yalnız bırakmıyor. toplama kampına vardıklarında guido, oğlunun olaylardan etkilenmemesi için bir oyuna başlıyor. hiçbir zaman o neşeli tavrını kaybetmeyen guido, bunların hepsinin bir oyun olduğunu, oyun bittiğinde oğlunun çok sevdiği o gerçek tankla eve döneceklerini oğlunun beynine aşılıyor.
zaman geçiyor ve soykırım sona eriyor. işte filmin sonlarına doğru bir babanın çocuğu için yaptığı fedakarlıkları da görmeye başlıyoruz. oğlu için canını veren, onu çok sevdiği tank'a kavuşturan baba, bu oyunu oynayarak oğlunun ilerdeki psikolojisini kurtarmayı çok güzel başarıyor. ve sonuç, bir anne, bir çocuk. onlar kazandı...
1939 yılından güzel bir bahar günüyle başlıyor film. sürekli sırıtan, etrafa neşe saçan adamımız guido'nun (roberto benigni) güzel bir bayana aşık olmasıyla olaylar zinciri boy göstermeye başlıyor. dora isimli bu güzel bayanında guido'ya karşı boş olmadığını anladıktan sonra zaten birlikte olacakları ihtimalini tahmin edebiliyoruz, ki film burada ikiye ayrılıyor.
dora başka biriyle evlenmeden hemen önce guido onu kaçırıyor ve tam o gün, doğacak olan çocukları giorgio'nun tohumları atılmaya başlanıyor. aradan bir kaç sene geçtikten sonra güzel bir akşam yemeği için hazırlıklar yapılırken dora annesini almaya gidiyor. fakat geri döndüğünde ne kocasını, ne de oğlu giorgio'yu buluyor.
filmin dram yüklü 2. yarısı buradan sonra başlıyor. yahudi soykırımı mağdurları guido ve oğlunu, dora yalnız bırakmıyor. toplama kampına vardıklarında guido, oğlunun olaylardan etkilenmemesi için bir oyuna başlıyor. hiçbir zaman o neşeli tavrını kaybetmeyen guido, bunların hepsinin bir oyun olduğunu, oyun bittiğinde oğlunun çok sevdiği o gerçek tankla eve döneceklerini oğlunun beynine aşılıyor.
zaman geçiyor ve soykırım sona eriyor. işte filmin sonlarına doğru bir babanın çocuğu için yaptığı fedakarlıkları da görmeye başlıyoruz. oğlu için canını veren, onu çok sevdiği tank'a kavuşturan baba, bu oyunu oynayarak oğlunun ilerdeki psikolojisini kurtarmayı çok güzel başarıyor. ve sonuç, bir anne, bir çocuk. onlar kazandı...
0 yorum:
Yorum Gönder