boy a (2007)

jonathan trigell'in romanını mark o'rowe senaryolaştırmış ve bu senaryo da john crowley tarafından filme alınmış. ingiliz sinemasının son dönemdeki iyi örneklerinden biri olan "boy a"'da başrollerde andrew garfield, alfie owen yer alıyor ve peter mullan da onlara eşlik ediyor.

önceki yazılarımdan farklı olarak spoiler içeren bir yazı olacak. filmi izlemediyseniz okumanızı tavsiye etmem.

ailesi tarafından pek değer görmeyen bir çocuk olan jack, okulda kendisine musallat olan üst sınıftaki elemanlara karşı çaresizdir, sürekli pataklanmaktadır. bir gün tek başına takılırken hayatını tümden değiştirecek olan eric'e rastlar. eric'in kendine olan güveni, yaşına ve boyuna rağmen üst sınıftakilere kafa tutabilmesi jack tarafından hayranlıkla karşılanır. bir anlamda kendisinin sahip olmak istediği özelliklere sahiptir eric. beraber takılırlarken eric'in fevri hareketleri onlar için pahalıya mal olacak bir olaya neden olur, ve bir kızın ölümüne neden olurlar.

hapis yıllarından sonra kendisine 2. bir şans verilen jack, topluma kazandırılmak istenmektedir. bunun için de terry'nin gözetimi ve denetiminde olup sivil hayata atılır. bir fabrikada iş bulan jack, zamanla burada arkadaşlıklar edinir. geçmişinin gölgesinden kurtulamayan jack insanlara karşı korkak bir tavır sergilemektedir. aynı işyerinde çalıştığı bir kızla beraber olmayan jack'te bu sorunlar daha da baş gösterir. sevgilisi michelle'in koruyucu tavrıyla bir anlamda geçmişinde sahip olamadığı anne özlemini sevgilisinde bulur jack.

burada bir parantez terry için açarsam. jack'in topluma kazandırılmasından sorumlu olan ve onu takip eden terry, kendisini bu göreve adamış ancak geride aile kavramını unutmuş bir babadır. ailesine karşı olan ilgisizliği eşi tarafından terkedilmesiyle sonuçlanır. terry'nin jack'e karşı sorumluluğunun diğer tarafında ise dramatik bir yan vardır, oğluyla ilişkilerinin zayıf oluşu. "terzi kendi söküğünü dikemez" hesabı... jack'in toplum içerisinde yer buluşunu mutlulukla takip eden terry, oğlunun depresif hareketlerini sadece izlemekle yetinmektedir.

bir gün şehir dışı yolda trafik kazası geçirmiş olan bir kız çocuğunun hayatta kalmasına yardımcı olur. geçmişte yaşadığı olayla bir ödeşme gibi gözüken bu olay aslında onun yine hayatının kararmasına neden olur. gazetecilerin çektiği fotoğraflar kimliğini zamanla açığa çıkmasına neden olur ve ifşa oluşunun ardından sevgilisi esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. ve zaten lekelenmiş olan adı onu zan altında bırakacaktır.terry'nin en başta ona verdiği nike ayakkabının modeli gibi "kaçış" artık hayatının bir parçası olur.

son dönemlerde dikkatimi çeken bir mevzu var; çoğu film çıkış noktasını ailesi ve çevresiyle sorun yaşayan, yalnızlık sorunu çeken, asosyal çocuk tiplemesi üzerinden kuruyor. "this is england", "låt den rätte komma in" ile beraber "boy a" direk aklıma gelen örnekler. şehirlerde yaşamın zorlaşmasıyla evlere tıkılıp kalan ve oyun hayatı bilgisayar oyunlarından ibaret olan, ekonominin kötüye gidişiyle ebeveynlerin maddi sıkıntıları nedeniyle pek ilgilenemedikleri çocukların iç dünyasıyla karşı karşıya kalıyor. daha ufak yaştan kişilikleri üzerinde sorun yaşamaları ve özellikle şiddet içeren bir ortamda büyümeleri onların geleceklerini daha da karanlık olmalarını sağlıyor. biraz kişisel olacak ama bir sahil kasabasında büyümüş olmaktan, canım sıkıldığında deniz kenarında oturmaktan, oyun ihtiyacımı yemyeşil çimenler üzerinde top peşinde koşturarak sağlamış olmaktan o kadar mutluluk duyuyorum ki... beni diğer insanlardan farklı (hatta garip) yapsa da seviyorum çocukluğumu. post, daha dramatik bir hal almadan noktalıyor ve son olarak izleyin bu filmi diyorum.


0 yorum: