into the wild (2007)

kendimce iki bölüme ayırdım filmi; alexander supertramp’ın sarfettiği “kariyer yirminci yüzyılın icadıdır” sözünün birinci bölümü, “mutluluk sadece paylaşıldığı zaman gerçektir” sözününse ikinci bölümü temsil ettiği filmdir.

şimdi geçelim ağır spoiler içeren kısıma…


evet, süperberduş’un da belirttiği gibi kariyer geçtiğimiz yüzyılın icadı ve içerisinde bulunduğumuz yüzyılda da dünya üzerindeki çoğu insanı pençesine almış durumda. çoğumuz gerek sosyal statüsünü arttırma, kimimiz doymak bilmeyen egosunu tatmin etme, kimimiz de bir kaç lokma daha yiyip biraz daha rahat yaşamak uğruna kariyer denen şeyin dikenli yollarda mücadele etmekte. tüm bunlara ters gelenler içinse özgürlüğün peşinden koşmak, anti-kariyer yapmak çekici. christopher mccandless ikinci yolu seçenlerden. üniversiteden mezun olduktan sonra ailesinden gelen yeni araba hediyesini elinin tersiyle iten, sahip olduğu parayı ihtiyacı olanlar için kullanmakta çekinmeyen, kariyer denen zımbırtıya kendini kaptırmak istemeyen, aile içerisindeki çatışmalardan bunalıp kendini yollara vuran bir abimiz. içlerinde benim gibi düşünüp de çoğu kişinin götünün yemediği (yiyenlere saygım sonsuz, her biri eşsizdir benim gözümde) olaya kalkışır.

doğa içerisinde yalnız kaldıkça veya kendi kafa dengi insanlara rast geldikçe “gerçek eğitim”i aldığına inanır. ve öyle noktaya varır ki, şehir içerisindeki hayat ona daha “vahşi” gelmeye başlar. kendisi öyle bir yalnız kalmaya adar ki, kız arkadaşı geçtim seks bile onun için cazip hale gelmez. onun aklında alaska’ya varmak vardır.

ve varır da. alaska’daki dağlardan birinde şans eseri bir minibüse varır. hayatının son aylarını geçirdiği, kendisine ait bir dünyanın olduğu minibüse… ayrıca ne kadar ironiktir ki, onun için özgürlüğü temsil eden yerdeki minibüs, daha sonra onun özgürlüğünü gittikçe kısıtlayarak, yaşama veda ettiği yer olur. işte bugünlerde kafasına dank eder, mutluluğun paylaşıldığı zaman gerçek olacağı. yine de pişman değildir. mutlu bir hayat sürdüğünü belirtip göçer dünyadan.

kendisinin ölümünden bir kaç gün sonra avcılar tarafından cesedinin bulunması da ayrı bir üzücü nokta..

film inceden bir yol filmi sayılır. şayet filmi walter salles çekse veya kim ki duk çekse böylesine güzel hikayenin yanında bir de görsel şölen izleyebilirdik. yine de sean penn’e laf edecek değilim, haddim değil.

son olarak belirtmeden geçmek olmaz, eddie vedder soundtrack’i hazırlayarak süper bir iş çıkarmış. sahneleri tamamlayan, ruh katan müzikler olmuş. soundtrack albümü ayrı bir güzel.

1 yorum:

nebuchadnezzar | 15 Nisan 2009 08:56

entresan bir film... herkesin emperyalizm ya da herneyse takılıp kalması gibi davranacağına ya da yaşamak için mi çalışıyoruz, çalışmak için mi çalışıyoruz veya para için mi herşey sorusuna cevap verebilecek... bir film... ama en önemlisi doğanın güzelliği :D